|
İDEALAR VE BİLGİ Sokrates,
objektif bilgiyi insanlık ve toplumla alakalı olan erdem,
adalet, bilgi ve iyi gibi kavramları inceleyip
açıklayarak başarabileceğimize inanıyordu. Örnek olarak,
kavramsal analiz yoluyla adalet ve iyinin gerçekten ne anlama
geldiğini kavrayabiliriz. Bir davranışın iyi olup olmadığını
belirleyebileceksek bunu bir kalıp ya da norm ile yani iyi
olanla karşılaştırmak zorundayız. Davranış bu kalıba
benzediği müddetçe iyidir. İyi ve adalet gibi evrensel
kavramları tanımlayarak, evrensel ve değiştirilemez olan bir
şey yakalıyoruz. Fakat nedir bu yakaladığımız şey? Objektif
bir varlığı var mıdır? Çevremizdeki bağımsız bir nesne
diyebilir miyiz bunun için? Veya bizim dışımızda var olmayan
bir düşünce nesnesi midir? Bunlar Sokratesvârî kavramsal
analiz ve evrensel ahlakî normların var olduğu iddiası
üzerinden yükselen sorulardır.
Belki de Sokrates evrensel ahlakî-siyasî
normların varlığını felsefî olarak nasıl açıklayacağı
konusunda pek emin değildi; fakat bir idea (Yunanca: Eidos)
olarak iyi teorisiyle Platon, bu meseleyi halletmeye
niyetlendi: Idealar teorisi objektif ahlak felsefesinin
adamakıllı bir savunusu olarak görülebilir. (Platon,
Sokrates'in Sofist güreciliği eleştirisinin üzerine
ekliyor).
Bununla beraber Platon'un, hakikatte
"Platon'un idealar teorisini" onaylayıp onaylamadığına
ilişkin kuşkular vardır. Aslında kendi teorisine karşı güçlü
argümanlar atmıştır ortaya. Belki de Augustine gibi Platoncu
olmaktan ziyade Neoplatoncu idi. Bu noktada şunu hatırlamak
önemli ki Platon'un yazarlığı şu şekilde yorumlanan bir seyir
izlemiştir: İlk aşamasında Platon Sokrates'e yakın durur
(Sokrates diyalogları)- kavramsal analiz ve kavramsal idrak
ile çalışır; orta aşamada, Platon ideaların bağımsız bir
varlığı olduğunu göstermeye çalışır-idealar teorisi (Devlet
diyalogunda olduğu gibi); ve son olarak, kavramlar ve
evrenselin çözümündeki içsel dinamik tarafından
yönlendirilerek Platon, diyalektik bir epistemolojinin
izahını yapar (Parmenides diyalogunda olduğu gibi).
Parmenides'te Platon, idealar teorisinin
süregelen versiyonunun eleştirisini tartışır ki, bu versiyonu
ideaların tanımı sorusu ile eşyanın idealara nasıl
katıldığı sorusu üzerine inşa edilmiştir. Önceki soruyla
ilgili olarak genç Sokrates'e Bir olan için ve çok olan için
(ve diğer matematik kavramlar için) ideaların olup olmadığı
sorusu sorulmuştur. O'nun bu soruya yanıtı, kesin olmayan bir
evet-ti. Fakat insanoğlu için, ateş ya da su için? Evet; yine
burada Sokrates daha tereddütlü. Ya saç ve çamur, onların
da mı kendi ideaları var? Sokrates'e göre bunlar için idealar
olamaz. Bir başka deyişle neyin ideasının olup neyin
olmadığı konusunda bir belirsizlik var- kriterler eksik
gibi görünüyor- aynı zamanda, diğer taraftan, öyle görünüyor
ki değerli olguların ideaları var, değersiz şeylerin değil. Bu
bakış açısı Parmenides tarafından, genç Sokrates'in kamuoyunca
ve hâlâ bağımsız düşünce yetisinin oluşamadığının kanıtı
olarak irilmiştir.2
Parmenides'te Platon, bir kavramının
diyalektik sınamasına ötekiyle ilişkisi, ilişkisi ve çok
olanla ilişkisi çerçevesinde alternatif hipotezleri temel
(yani Bir şudur, Bir şu değildir) devam eder. Diyalogun bu
kısmının nasıl yorumlanacağı Platonik araştırmadaki temel
sorulardan biridir. Platon'un diyalogun bu kısmında
felsefesinin en önemli bölümünü açıkladığı iddia edilmiştir.
Tartışabileceğimiz ve açıklayabileceğimizin ötesinde tüm
şeylerin yaşam öncesi kökenlerinin üstü kapalı bir biçimde
görüldüğü yer olan düşüncenin sınırlarını gösteren bir
diyalektik düşünme süreci; sonra, tıpkı yaşam öncesi kökünden
ışığın "aşağı" doğru yol aldığı gibi, ilkeler teorisi ve bilim
teorisine doğru iner ki burada idealar farklı aşamalarda
birbirlerinin iç içe geçmişlikleriyle görünür, ta ışık,
çeşitlilikte ve duyu karmaşası içinde kaybolana dek. Bu,
Platon'un bir Neo - Platoncu mistik olduğu; Neo - Platoncu
yorumla uyum içinde olarak diyalektik akılla çalıştığı
anlamına geliyor (bkz. Plotinus). Bu görüşe göre idealar
teorisinin geleneksel yorumu, hakikate ilişkin bir
kaplumbağanın perspektifi gibidir: Işık ve yaşam öncesi köken
"aşağıdan" görünür; eşyadan ve duyusal dünyadan soyutlama
yoluyla "yukarı doğru". Yukarıdan gelen ışık - ki bahsedilen
karşı argümanlarla uzlaşabilir - tanınmamış olur böylece, ilk
olarak akıldan koparak şahin bakışını elde edebiliriz ki
burada yaşam öncesi “aşağıyı” görürüz idealar dünyası boyunca
duyusal dünyaya doğru, idealar dünyası kurgulanmış,
varsayılmış evrensel kavramlar kümesi değil; yaşam öncesi
kökenden duyusal dünyaya geçen yukarıdan gelen olarak görünür.
İdealar teorisinin süregelen yorumundaki İdealist ikili ay -
burada Neo Platoncu felsefe ve ilahiyatta bulabileceğimiz bir
tür dinamik Huşum teorisinden yana aşılmaktadır.
Bununla birlikte idealar teorisi, "var olan
nedir?" diye sorarak kozmolojik, donemin doktrinleriyle aynı
çizgide yorumlanabilir. Kimi, belli maddelerin var olduğu
şeklinde bir yanıt verir. Diğerleri, Pythagoras gibi, yapı ya
da formun var olduğunu söyler. Platon, bu yoruma ilişkin
olarak, ideaların ana gerçeklik (cevher) olduğunu söyler.
Teoriye doğru ilk adımları makul kılmak için her günkü
gerçekliğimizi başlama noktamız olarak alabiliriz. Eğer
kürekle bir hendek kazıyorsak ve birisi bize ne ile
çalıştığımızı sorarsa, mesela şöyle yanıt verebiliriz: "Bir
hendek" ya da "bir kürek ve toz ile". Fakat, eğer matematik
dersinde biri ne ile çalıştığımızı sorarsa yanıt vermek daha
zor olur. "Kalem ve kağıt ile" ya da "tebeşir ve karatahta
ile" diye yanıtlayabiliriz. Fakat bunlar iyi yanıtlar
değildir; zira bir İngilizce ya da resim dersinde de ne ile
çalıştığımız sorusuna aynı yanıtları verebiliriz. Matematik ve
gramer ile uğraştığımızda "aynı şey” ile çalışmıyoruz. Aynı
konular değildir bunlar. Peki matematiğin konusu nedir? Şöyle
yanıtlayabiliriz: Bir kavramlar sistemidir. İşte bu bizi
idealar teorisine götürür: Duyularımızla kavrayabileceğimiz
şeylerin ötesinde (tebeşir, mürekkep, kağıt, karatahta,
vb.) anlayacağımız fakat duyularımızla kavrayamaya-cağımız
şeylerin, yani daire, üçgen vb. gibi kavramların bulunduğunu
söyleyen bir teori.
Fakat bu matematiksel ideaların varlığı o
kadar kesin midir? Sadece karatahtadaki tebeşir değil
midir var olan, bu ideaların yerine? Peki, teneffüste
karatahtayı sildiğimizde matematiksel idealar yok mu
olur? Bu mantıklı görünmüyor. Ya da matematik sadece
"içimizde" mi var olur? Öyle, bir matematik der-sindeki 30
öğrencinin tümü birden, kimi ağır kimi hızlı düşünürken aynı
şeyi, örneklendirirsek Pythagor teoremini, nasıl öğrenebilir?
Matematik, basit bir biçimde içimizde olamaz. Matematik,
dikkatimizi yöneltebileceğimiz ve üzerine düşünebileceğimiz
bir şey olmalıdır. Matematiğin doğruları, evrensel bir
biçimde geçerlidir; yani herkes için geçerlidir. Nitekim
konudan bağımsızdırlar.
Böyle basit soru ve argümanlar, bize büyük
oranda Platon'un idealar teorisine tekabül eden bir şey
bırakır: Daire ve üçgen gibi idealar duyularımızla
kavranamazlar; aklımızla idrak edilebilirler. (Duyularımızla
kavrayabileceğimiz) belli birtakım daire ve üçgenler tekabül
eden ideaların kolayca bozulan temsilleri gibidir.
Değişebilen temsillerin aksine idealar evrensel ve
değişmezdir. İdealar düşüncelerimizdeki bir şey de
değillerdir. Objektif olarak var olurlar; evrensel olarak
geçerlidirler. Yine yanıtı anlamak için soru sorma ve argüman
yolunu kullandık. Bunun gösterdiklerinden biri şudur:
Eğer evren "ikiye bölünmüş" olsaydı, yani eğer iki varlık
formu olsaydı- duyularımızla ve idealarla kavradığımız
şeyler- evrensel biçimde geçerli olan bir ahlak felsefesi için
zemini zaten hazırlamış olurduk. Böylece, bir biçimde
iyinin objektif bir şey olduğunu-yani bir idea formuyla-
söylemenin nasıl mümkün olduğunu açıklamış olduk.
İDEALAR VE
İYİLİK
Bir önceki kısımda özellikle matematiğe
bakarak ontolojik bir soru sorduk-Var olan nedir? Fakat
Platon'un idealar teorisini diğer başlama noktalarıyla da
anlaşılır kılabiliriz. Eğer "iyi davranış nedir?" diye
sorarsak bunu bir örnekle izah etmek zor olmayacaktır; buzlu
bir gölde boğulmak üzere olan bir kişiyi kurtarma örneğini
verelim. Davranışın iyi tarafı nedir? Buzda kayıyor oluşunuz
mu? Buzdan aşağıya bir merdiven sarkıtmanız mı? Merdiveni
çekmeniz mi? İyiyi işaret edemez ya da göremeyiz.
Duyularımızla kavrayabileceğimiz bir şey değildir. Yine
de davranışın iyi olduğundan eminizdir. Neden? Çünkü, Platon'a
göre, bu davranışı iyi olarak anlamamızı sağlayan iyi
davranışlar hakkında, önceden bir (idea) vardır.
Sorabiliriz: Kavram nedir? Bu, göreceğimiz
gibi ihtilaflı bir felsefî sorudur. (bkz. . , Ortaçağdaki
"tümeller" hakkındaki tartışma). Şu şekilde
basitleştirebiliriz bunu: John'un atından bahsettiğimiz zaman
işaret edebileceğimiz belli bir attan, mekan ve zamanda idrak
edilebilir bir fenomenden bahsetmiş oluruz. Eğer diğer
taraftan, attan, cinsine ait özellikleri bakımından
bahsediyorsak bu halde at kavramından bahsediyoruz
diyebiliriz. Bu kavram için farklı dillerde farklı sözcükler
vardır: pferd, hest, cheval, hesturvh. Platon devam ediyor.
Kavramların - örnekte geçen at kavramı ya da pferd, hest vb.
gibi kelimeleri kullanırken kastettiğimiz veya
atfettiğimiz anlamın - kendi altlarına konmuş olan belirli
nesnelerle ilişkili olarak bağımsız bir varlıkları vardır.
Buradaki belirli nesneler, türlerin örnekleridir: At. Bu yolla
anlaşılan kavramlara Platon, idealar adını verir. Eğer, Kara
Güzel ve Düldül adındaki atlardan bahsediyorsak neden
bahsettiğimiz aşikardır. Kara Güzel ve Düldül. İşaret
edebileceğimiz ve dokunabileceğimiz bir şey. Fakat 'at'
kavramı, ahırda veya merada bulabileceğimiz bir şey değildir;
işaret edemeyiz, bakamayız, dokunamayız. Eğer dilbilimsel
ifadelerin sadece var olan bir şeyi ima ettiklerinde anlamı
olduklarını söyleyen bir anlam teorisiyle çalışıyorsak;4
müteakip sonuç şudur ki at sözcüğü bir şeyi ifade etmelidir.
Bu "bir şeyi" duyularımızla algılayamayacağımıza göre, bu
algılanamaz bir şey olmalıdır; yani at ideası. Öyleyse at
ideası var olan bir şey olmalıdır, onu zaman ve mekanda
algılayamasak dahi.
Bu gibi argümanlar, idealar teorisini
anlaşılır kılmaya hizmet ediyor. Bu türlü argümanlar ikiye
bölünmüş bir dünyanın inşasını öneriyor; yani bir dünya ki,
iki esas farklı yolla bölünmüş: İdealar olarak ya da
duyularımızla algılayabileceğiniz şeyler olarak.
İdealar --------- algılanabilen şeyler
Bu düalizm, büyük ölçüde Parmenides ve
Pythagorcular'da bulunan ayrıma tekabül eder. Bizim için şu
önemli bir nokta ki; bu ontolojik ayrım evrensel ahlakî siyasî
normların nasıl mümkün olduğunu açıklamaya yardım eder: iyi
(ahlakî - siyasî normlar) idea formuyla var olur. Eğer
ideaların alışıldık yorumunu sürdürürsek şunu
söyleyebiliriz ki; idealar zaman ve mekanda var olmazlar, var
değillerdir, yok olmazlar. Değişkendirler. Kara Güzel doğar,
büyür ve ölür. Fakat at ideası aynı kalır. Bu aynı zamanda
iyinin de, bir idea olarak, değişmeden aynı kalacağı anlamına
gelir; insanlar takip etse de, etmese de; insanlar hakkında
bilgi sahibi olsa da, olmasa da. Bir başka deyişle Platon, bu
vesileyle ahlak ve siyasetin, insan fikirleri ve adetlerinin
çeşitliliğinden tamamen bağımsız olan katı esasları
bulunduğunu gösterdiğini düşünmektedir. Sonuç olarak, idealar
teorisinin ahlakî - siyasî norm ve değerler için, mutlak ve
evrensel bir biçimde geçerli olan bir dayanağı tahkim ve
takviye ettiği söylenebilir. Daha sonra göreceğimiz gibi,
mutlak ve evrensel bir biçimde geçerli olanın nasıl
mümkün olabileceğini açıklayan başka teorik girişimler de
olmuştur, Kant'ınki gibi. Bu soru genellikle felsefenin
devamlı problemlerinden biri olmuştur.
İdealar teorisi perspektifinden şu iki
kısımlı ayrımı elde ediyoruz.
İdea değişmeyen (ahlaki siyasi iyilik)
-------- =
---------------------------------------- Algılanabilen
şeyler değişen (adet ve düşüncelerin çeşitliliği)
EROS VE
EĞİTİM Platon, ideaların ve algıların dünyasının
eşit olduğunu kastetmiyor, ideaların daha değerli olduğuna
inanıyor: İdealar idealdir. Bu bakış açısı Platon'un
felsefesinin, örnek olarak Romantik dönem şairlerine
verdiği manevi ilham bakımından Önemli olmuştur.6
İdealar, ideal olduğundan onlar için çaba göstermeliyiz.
Platon bu ideallere olan-özlemin bize bahşedilmiş olduğuna
inanır. Bu Platonik Erostur: Sürekli artan bir güzel, iyi
ve doğru imgelemine olan özlem. Sonuç olarak, insanoğlu
için algıların dünyası ve ideaların dünyası arasında hareket
ettirilemez, aşılamaz bir engel mevcut değildir. İnsanlar, bu
iki dünya arasında dinamik bir gerilim halinde yaşarlar:
Duyusal idrak dünyasında belli davranışların diğerlerinden
daha iyi olduğunu görürler. Algıların dünyasındaki bu iyi
ideası ışığı, bizim iyi ideasına ilişkin geçici ve mükemmel
olmayan bir idrak kazanmamızı sağlar. İyi ideasının daha açık
bir temsilini aradığımızda aynı zamanda, algıların
dünyasında iyi ve kötü arasında ayrım yapmaya daha fazla
muktedir oluruz. İyi ve kötüye ilişkin algıların dünyasında ne
ile karşılaşacağımızı daha iyi anlamaya çalıştığımızda
ise, iyi ideasını tasavvur etmeye daha iyi muktedir oluruz. Bu
şekilde, ideaların tasavvuru (teori) ve duyusal dünyanın
deneyimi (pratik) arasındaki süre giden bir değiş - tokuş
(diyalektik) ile bir biliş sürecimiz olur. İşte bu iyi ideası,
hayatta neyin iyi olduğuna dair idrakimizi nasıl
geliştireceğimizi gösterir. Felsefe, bu tarzda ebedî
idealarla ilişkisinde olduğu kadarıyla evrensel hayat
durumumuzla ilişkili olduğu kadarıyla da somut olur. Felsefe,
aynı zamanda bilgi ve eğitimdir. Bu eğitim süreci, yukarı
idealara doğru (ışık) ve aşağı algılanabilen şeylere
doğru (gölgelerin dünyası) durmaksızın bir yolculuktur.
Böylece, iddia edildiği gibi, Platon'un sırf hakikat için
hakikatin peşinde olduğunu bir solukta iddia edemeyiz.
Hakikat, idealara vukufiyet ile burada ve şimdi olan
yaşam durumumuza vukufiyet arasında gidip gelerek kısmi olarak
elde edilir; idealara yeterli ölçüde vukufiyet elde eden bir
kişi bu vukufiyet ile dünyayı aydınlatmak üzere geri
dönecektir. Felsefecilerden idealara pasif bir biçimde tıpkı
bir hücredeki münzevî gibi yukarıdan bakmaları değil, bu
vukufiyet topluma rehberlik etmeleri beklenir.
İDEALAR
TEORİSİNE BAZI İTİRAZLAR İdealar, zaman ve
mekândan bağımsız bir biçimde var olurlar. Mekan -zaman
yüklemleriyle tarif edilemezler, tıpkı 7 rakamının renk
yüklemleriyle tarif «dilemeyeceği gibi. Diğer taraftan
algılanabilen şeyler mekân ve zamanda bir biçimde idealara
katılırlar. Mekandaki algılanabilen daireler üzerindendir ki
daire ideasını hatırlarız. Fakat eğer ideaları
duyularımızla algıladığımız şeylerden radikal bir biçimde
farklı olarak anlarsak, ki böylece idealar mekân - zaman ve
değişime uygulanan yüklemler ile tarif edilemezler,
değişebilen algı nesnelerin mekan ve zamanda idealara nasıl
katılabileceklerini açıklamak zorlaşır. Bu bizi idealar
teorisinin temel bir problemine götürür. Burada idealar
teorisinin eleştirisini yapmayacağız. Daha önce bahsettiğimiz
gibi Platon'un bizatihi kendisi ilk eleştirmendi. Sadece iki
itirazı göstereceğiz: 1- "Adalet" ve "kötü" gibi terimler
idealara birer göndermedir. Fakat idealar idealdir de. Öyleyse
şu paradoksla karşılaşıyoruz: "Kötü" bu tür terimlere bir
örnektir; bundan dolayı "kötü" terimi bir kötü ideasına
atfolunmalıdır. Fakat, diğer taraftan, kötü bir ideal değildir
ve sonuçta bir kötü ideası var olamaz. 2- İdealar değişmez
ama duyusal şeyler değişebilir. İdealar teorisi duyusal
şeyleri ideaların kopyaları olarak görür. Fakat nasıl olur da
değişebilen duyusal şeyler değişmez olan ideaların kopyaları
olabilirler? Mantıksal bir problemle karşılaşmıyor muyuz? Eğer
bu iki faktör, idealar ve duyusal dünya, tam karşıtlar olarak
tanımlanırsa birbiriyle herhangi bir ilişkileri olabileceğini
düşünemez miyiz?
İDEALAR VE
BÜTÜNLÜK İdealara vukufiyet ile burada ve şimdiki
yaşam durumuna vukufiyet arasındaki dinamik eğitimsel
etkileşim üzerine bahsettiklerimiz Platon'un ideaların dünyası
ve duyuların dünyası arasında mutlak mantıksal bir ayrım
yaptığını iddia etmenin şüpheli olduğunu gösteriyor. Ayrıca
çeşitli ideaların gökteki yıldız gibi birbirinden ayrı
olduğunu iddia etmiyor. İdealar bir bütün oluşturmak için
bağlanmışlardır birbirlerine. Örnek olarak, Devlet'te Platon
adil davranışın ne olduğunu ele almıştır. Diyalog, adil
denilen farklı fikirler ve davranışları gösteriyor. Tüm
bu farklı olgu ve imgelere adil denilebildiğinde, Platon'a
göre, bunun nedeni adalet ideası olan bir ideaya
katılıyor olmalarıdır. İşte bu ideadır ki bu farklı örneklerin
adil diye tartışılmalarını mümkün kılar. Fakat bu, Platon'a
göre, adalet ideasını ayrı bir biçimde anlayamayacağımız
anlamına da gelir. Adalet ideası kendinin ötesinde bir şeyi
işaret eder; bir taraftan bilgelik, cesaret ve itidal
gibi erdemleri zira adalet bunlar arasındaki doğru uyumdur
diğer taraftan iyi ideasını.
İşte bu, ideaların birbiriyle örülü
olmasıdır. Sonuç olarak bir idea hakkında doğru bilgimiz
olamaz. İdealara vukûfiyet; bağlantılara, bütünlüklere
vukufiyettir. Bunu uç bir noktaya götürürsek; doğru bilginin
"her şey" hakkında doğru olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu
tür, bütüne, idealara tüm iç ilişkileriyle beraber bir
vukûfiyet insanoğlu tarafından nadiren kazanılabilir. Biz
sadece eksik bütünlüklere ya da, daha sarih bir biçimde, eksik
ve geçici bütünlüklere ulaşabiliriz zira idealara
vukûfiyet, devamlı bir gidip gelme haliyle başarılır kısmen
olgu ve idealar arasında aşağı ve yukarı doğru kısmen belirli
ideaların diğerlerine olan devamlı üstünlüğü
(transcendence) ile ki böylece bütünlüğe asla ulaşılamaz. Bu
yorumun temelinde, şunu söyleyebiliriz ki iyi ideası (Bir
ideası) diğerlerinin arasında bir ideayı temsil etmez, iyi
ideası idealar arasındaki hakiki ilişkileri simgeler.
İdealar arasındaki bu ilişki gerçekliğin hakiki esasıdır;
duyularımızın bize bildirdiği belirli olguları
destekleyen temel kalıptır. Bu devamlı olarak üstün gelen
bütüncülük (holizm) veya diyalektik Platon felsefesinin özüdür
denilebilir.
ANALOJİLER
Devlette Platon, idealar teorisini izah etmek
için üç analoji gösterir: "güneş analojisi", "bölünmüş hat
analojisi" ve "mağaradaki mahkumlar analojisi". Kısaca,
"güneş analojisi" güneşin iyi ideası ile
karşılaştırılabileceğini gösterir: İyi ideası sadece
düşüncenin erişebileceği dünyada ne ise; güneş, duyusal
dünyada ona tekabül eder. İyi ideası gibi, güneş kendi
dünyasında egemendir. Tıpkı güneşin ışık vermesi gibi,
iyi ideası da hakikat ışığı verir. Dahası tıpkı gözlerin
gün ışığında görmesi gibi akıl da hakikatin ışığında anlar.
Akıl bizi iyi ideasına bağlayan yetidir, tıpkı gözün bizi
güneşe bağlayan duyusal organ olması gibi. Fakat göz, ya
da görme yetisi, güneşle özdeş değildir, tıpkı aklın iyi
ideası ile özdeş olmadığı gibi. Güneş kendisi de dahil olmak
üzere tüm şeyleri bize görünür kılandır. Aynı şekilde iyi
ideası, kendisi de dahil olmak üzere tüm diğer ideaları
aklımız için anlaşılır kılar. Bundan başka, iyi ideası sadece
bir anlaşılırlık hali değil, aynı zamanda diğer idealar için
bir var olma durumudur- tıpkı güneşin sadece bizim eşyayı
görme yetimizle alakalı bir durum olmayıp bunların varlığıyla
da alakalı bir durum olduğu gibi.
"Bölünmüş hat analojisi" (diyagrama bakınız),
bilme yetimizin farklı aşamalarda gerçekleştiğini
gösterir. İlk olarak, duyusal (sensory) şeylerin bilgisi (BC)
ve sadece düşüncenin onaylayabileceği bilgi (AC) arasında bir
ayrım vardır. Fakat duyuların bilgisinin içinde sanı
(conjecture) (BD gölgelerin, görüntü ya da kopyaların bilgisi)
ve kanaat (conviction) (DC bu görüntü ya da kopyaları
meydana getiren şeylerin bilgisi) arasında bir ayrımımız
vardır. Buna mukabil, duyusala hasrolunmayan bilginin
içerisinde dikkatli akıl yürütme (CE verili önkabullerin
bilgisi) ile idrak (insight) (EA akıl görüntülerin desteği
olmaksızın, sadece idealarla düşündüğü zaman
prototiplerin bilgisi) arasında bir ayrım vardır. Kısaca,
algılanabilen bilginin alanında, idealar dünyası bilgisinin
alanında dikkatli akıl yürütme (CE) ve idrak (EA)
arasındaki ayrıma denk düşen, zan (BD) ve kanaat (DC) arasında
bir ayrım vardır.
D
A -------- Ü
|
Ş
|
İdrak Ü
| N
E -------- C
|
E
|
Dikkatli akıl yürütme
|
----- C --------
D
|
U
|
Kanaat Y
| U
D ----------
L
| A
|
Zan R
|
B ----------
"Mağaradaki mahkumlar analojisi" de,
algılanabilen dünya hakkındaki bilgimiz ile idealara
ilişkin elde ettiğimiz idrak arasındaki ilişkiyi göstermeye
hizmet eder. Bir mağaranın içinde mahkumlar sadece mağaranın
arkasındaki duvara bakar şekilde bağlı bulunuyorlar;
arkalarında bir ateş ve ateş ile mahkumlar arasında bir takım
nesneler, bir taraftan diğer tarafa, mahkumların önündeki
duvara gölgeleri düşecek şekilde taşınıyor. Bu hareket eden
gölgeler mahkumlarca gerçeklik olarak algılanır. Eğer bu
mahkumlardan biri serbest kalır ve bu gölgelere neden olan
nesneleri görürse, gerçeklik sandığı şeyin aslında gerçek
nesnelerin sadece görüntüleri olduğunu anlayacaktır. Dahası,
eğer bu mahkum gün ışığına çıkıp güneşi görürse, güçlenecektir
ve eğer mağaraya dönüp gördüklerini anlatırsa, duvardaki
gölgeleri izleyen diğer mahkumlar tarafından çok az bir
ihtimalle ciddiye alınacaktır. Bu analoji, idealar teorisinin
ana noktalarını gösterir.
"Bölünmüş hat analojisi"yle uyum içinde
görülen "mağaradaki mahkumlar analojisi"nin, bizim bilgi
hiyerarşisinde zandan idrake doğru yani gölgelerin dünyasından
gün ışığına doğru nasıl çıkabileceğimizi ve sonuçta güneşin
kendisini görebileceğimizi anlattığı söylenebilir.
Sonuçta, Platon'un idealar teorisi sadece ontoloji -varlık
teorisi- değil epistemolojidir de -bilgi teorisi-:
Algılanabilen şeyler ve sahip olduğumuz fikirlerin çoğu
değişken ve kusurludur. Bu bilgi mükemmel bilgi değildir. Biz
sadece bizatihi kendileri değişmez ve mükemmel olan
ideaların objektif bilgisine, episteme, sahip olabiliriz.
Fakat duyusal deneyimlerimiz ve dil bilimsel bir biçimde
formüle edilen temsillerimiz üzerine düşünerek aşağı doğru bu
objektif bilgiye ulaşabiliriz zira idealar bir biçimde bizim
temsillerimiz ve algılanabilen şeylerin "altında" yatan
şeylerdir, örnek olarak adil davranışlar ideası çeşitli iyi
davranışlar ve adil davranışlara ilişkin telakkilerimizin
"altında yatar". İşte bu, daire ideasını doğada algıladığımız
çeşitli kusurlu dairelerin ardında yakalayabileceğimizi
göstermesine benzer şekilde adil bir davranış ideasını çeşitli
dil bilimsel olarak formüle edilmiş adil davranış
telakkilerimizin ardında bulabiliriz. Nitekim, gündelik
dilimizin kavramsal analizi sadece dil bilimsel analizden
öte bir şeydir: Gündelik ortak dilimizin kavramsal
analizi bizi idealara vakıf olma noktasına götürür. Algılanan
dünyanın bilgisine ilişkin bir durum olan kavramlar ve duyulur
şeyler arasındaki bağıntı mümkündür; çünkü kavramlar ve
duyulur şeylerin idealarda ortak kökenleri vardır. Böylece,
idealar bizim algılanabilen olgulara ilişkin kusurlu
bilgimizi dahî mümkün kılar.
İDEALAR
TEORİSİ VE İNSANIN ROLÜ
Platon'un bilgi teorisini, insanların
ideaların ve duyuların dünyasıyla ilişkili olarak aldıkları
tavırlara bakarak da gösterebiliriz. Bu şekilde de
yapabiliriz. Platon tek bir ruhun idealarla nasıl bağlantı
kurabileceği felsefesi sorusunu ortaya atıyor. Bu soru
Platon (metafizik olarak) insanoğlunun hem yaşam öncesi hem de
yaşam sonrasılığından bahsettiğinde ortaya atılır. Ruh, gerçek
kişi, doğumdan önce vardır ve ölümden sonra beden öldüğü
zaman yaşamaya devam edecektir. İnsanoğlu ideaların dünyası
ile duyusal idrak dünyası arasında bir yaratıktır: Ruh
ideaların dünyasına, fiziki beden de duyusal idrakin dünyasına
aittir. İnsanlar bir ruh ve fiziki bedenleriyle, sonuç olarak,
iki alanda da aynı yerdedirler. Fakat kişinin gerçek parçası
Platon'a göre ruhtur. Bir anlamda, ruh duyusal idrak
dünyasına, doğuma "doğru dalar". Orada bir fiziki beden giyer,
fakat bir müddet sonra kendini bu bedenden özgürleştirerek
yani ölümle yine ideaların dünyasına geri döner. Ruhun "suyun
altında" olduğu zamana yaşam denir. Platon'un bilgi teorisinin
insanoğluna ilişkin bu bakış üzerine bina edildiği
söylenebilir: yaşam öncesi dönemde ruh, ideaların dünyasında
yaşarken, ideaları doğrudan görebilirdi. Bununla beraber, ruh
fiziki bir bedenin içine girdiği zaman (doğumda) önceden
bildiği her şeyi unutur. Fakat yaşam esnasında ruh
önceden bildiklerini hatırlar. Doğadaki kusurlu daireler,
daire ideası-na ilişkin önceki vukufiyet’i canlandırabilir.
Sonuçta, doğumdan ölüme, tüm öğrenme bir hatırlama
sürecidir. Algıların dünyasındaki kusurlu ve dayanıksız
daireleri gördüğümüz zaman daire ideasını hatırlamış
oluruz. Öğrenme bir yeniden keşiftir. Algılanabilen
şeylerin "ardındaki" ideaları tanırız.
Fakat bu hatırlama genellikle zordur.
Tüm ruhların değişen, algılanabilen şeylerin ardındaki
ideaları hatırlamaya istidadı yoktur. Çoğu epistemolojik bir
karanlıkta yaşar. Desteksiz fikirler ve yüzeysel duyusal
deneyimlerle (doxa) sahih idrake (episteme) erişemeden
yaşarlar. Sadece ufak bir azınlıktır ki, bu, yeryüzü hayatında
algılanabilen olguların ardındaki idealleri anlamayı başarır.
Sonuç olarak Platon, bir pesimisttir, idealara sarih bir
biçimde vakıf olmayı başarmak için iyi kabiliyetler ve
güçlü bir çalışmanın gerekliliğine inanır: Hakikate
sadece seçilmiş çok az kişi
erişebilir.
|