|
|
|
|
|
EDEBİYAT-Yazarlarımız
ve hayatları |
|
|
|
|
|
|
ABDÜLHAK HAMİT
TARHAN
2 Ocak 1852’de İstanbul’da doğdu. Hekimbaşı Abdülhak Molla'nın torunu, tanınmış
tarihçi ve Tahran Büyükelçisi Hayrullah Bey'in oğlu. Kısa süre Rumelihisar
Rüşdiyesi’ne devam etti. Yanyalı Tahsin Hoca ile Edremitli Bahaeddin Efendi'den
özel dersler aldı. 1862’de 10 yaşındayken ağabeyi ile birlikte Paris’e babasının
yanına gitti. Bir süre Paris'te eğitim gördükten sonra 1864'te İstanbul'a döndü.
Yaşının küçüklüğüne rağmen Bab-ı Ali’de tercüme odasına katip olarak girdi. Bir
yıl sonra Tahran Büyükelçiliği’ne atanan babasıyla birlikte İran’a gitti. Farsça
öğrendi. Babasının 1867’de ölümü üzerine İstanbul’a döndü. Maliye Mühimme
Kalemi’ne girdi. Şûra-yı Devlet ve Sadaret kalemleri'nde çalıştı. 1871'de Fatma
Hanım'la evlendi. 1928’de İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar
milletvekili olarak kaldı. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı
Zincirlikuyu’da. Şiire 1870'lerde başladı. Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut
Ekrem, Samipaşazade Sezai, Namık Kemal gibi Tanzimat döneminin yeni
edebiyatçıları arasında yer aldı. Yurtdışı görevleri nedeniyle Batı
edebiyatçılarını yakından tanıdı, onların etkisinde kaldı. Divan edebiyatı nazım
birimlerinin dışına çıkmayı denedi. Dize ve uyak düzeninde değişiklikler yaptı.
Divan şiiri konularının dışına çıkmayı denedi. Şiirlerine günlük yaşamı, doğa ve
insan ilişkilerini konu aldı. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Manzum
tiyatro oyunları da kaleme aldı. Ancak bunlar sahnelenmekten çok okunması
amacıyla yazılmış oyunlardı. Yaşadığı dönemde Türk edebiyatının en büyük şairi
sayıldı ve "Şair-i Âzam" ya da "Dahi-i Âzam" unvanı verildi.
ABDÜLKADİR BUDAK
1952 yılında Sivas’ın Hafik ilçesinde doğdu. Lise öğrenimini Ankara’da
tamamladı. Kayseri’de devlet memuru olarak çalıştı, emekliye ayrıldı. Artık
yaşamını Ankara’da sürdürüyor. 1970’li yıllardan itibaren adını duyuran
şairlerimizdendir.
ABDÜLKADİR BULUT
1943 yılında İçel’in Anamur ilçesine bağlı Akine köyünde doğdu. Akşehir
İlköğretmen Okulu’nu bitirdi. İçel’in ilçelerinde öğretmenlik yaptı. 1985
yılında bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Şiirleri 1960’tan itibaren
dergilerde yayımlanmaya başlandı. Asıl kimliğini 1970’li yıllardan sonra yazdığı
şiirleriyle kazandı. Genç şiir kuşağımızın önde gelen isimleri arasındadır.
ADNAN AZAR
1956'da Rize’de doğdu. Türk Eğitim Derneği Kayseri Koleji’ni ve Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. Orta
Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir süre Sosyal Bilimler okudu. İstanbul 24 Saat
(1991), Batık Aşklar Müzesi (Altın Koza En İyi Kurgu Ödülü, 1995) adlı sinema
filmleriyle, kimi TV dizilerinin yönetmenliğini üstlendi. Şiirleri, 1976
yılından başlayarak çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde yayınlandı. Şiirin
yanısıra, bir bölümü Adam Öykü dergisinde Uçurumlar üst-başlığıyla yayımlanmış
kısa öyküleri ve senaryo çalışmaları da var. Kökleri Orhan Veli'ye kadar uzanan
duru, yalın bir söyleyişle yalın şiirler yazdı.
ADNAN ÖZER
1957'de Tekirdağ’ın Gazioğlu köyünde doğdu. Liseyi Batman’da bitirdi. 1979’dan
beri İstanbul’da yayıncılık yapıyor. Tekirdağ yöresinin halk söylenceleri, türkü
ve tekerlemelerine modern şiir yöntemleriyle yaklaştı. Neruda, Paz ve Pesao’nun
şiirlerini dilimize çevirdi.
AFŞAR TİMUÇİN
1939'da Manisa’nın Akhisar ilçesinde dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenim görürken 1967'de
Kanada’ya gitti. Montreal üniversitesinin felsefe bölümünden mezun oldu. Yurda
dönüşünde Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fransızca okutmanlığına
başladı. Aynı üniversite de doktorasını verdi. 1992’de profesörlüğe yükseldi.
İstanbul’da Kavram Yayınları'nın ve üç aylık Felsefe Dergisinin (ilk sayı
Ekim-Aralık 1977) sahip ve yönetmenliğini yaptı. Mimar Sinan Üniversitesi
İstanbul Devlet Konservatuvarı'nda öğretim üyesi. Yazı alanında adını 1956'da
Vatan gazetesinde yayınlanan "Heykel" adlı öyküsüyle duyurdu. Şiirleri ve
yazıları Yelken, Ataç, Papirüs, Yeni Edebiyat, Varlık, Soyut, Yeni Ufuklar,
Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat gibi dergilerde yayınlandı. Toplumcu dünya
görüşüne bağlı, öz ve biçim bakımından bütünleşmiş bir şiir anlayışı
geliştirmeye çalıştı.
AHMED ARİF
1927'de Diyarbakır’da doğdu, 2 Haziran 1991'de Ankara’da yaşamını yitirdi.
Ortaöğrenimini Diyarbakır Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisiyken 1950’de Türk Ceza Yasası’nın
141. maddesine aykırı davranmak suçlamasıyla tutuklandı. 1952’de gizli örgüt
kurma iddiasıyla yine tutuklandı. 2 yıl hepsi hüküm giydi. Cezaevi günleri sona
erince Ankara'ya yerleşti. Bir süre plan kopya teknisyeni olarak çalıştı.
Ankara’daki gazeteler ve dergilerde teknik işlerle uğraşarak yaşamını kazandı.
Gazetecilikten emekliye ayrıldı. İlk şiiri "Millet" dergisinde yayınlandı. Asıl
sanatını ve kişiliğini 1948-1954 arasında Yeryüzü, Beraber, Seçilmiş Hikayeler,
Yeni Ufuklar, Kaynak dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ortaya koydu. Ardından
uzun bir suskunluk dönemine girdi. 1968'de tek kitabı olan "Hasretinden
Prangalar Eskittim" yayınlanınca, çok büyük bir yankı uyandırdı. Kitap
yayınlanmasından sonraki 12 yılda 18 baskı yaptı.
AHMET ADA
1947'de Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Ceyhan Lisesi’nde okurken öğrenimini
yarıda bırakmak zorunda kaldı. Çeşitli işlerde çalıştı. Kayseri’de devlet
memurluğu yaptı. Yazın yaşamına 1970’te başladı. Şiir ve yazıları Hakimiyet
Sanat, Saçak, Dönemeç, Somut gibi dergilerde yayınlandı. İlk şiirlerinde İkinci
Yeni akımından etkilendi. Daha sonra Ahmet Arif ve Nihat Behram'ın doğa
betimcilikleri ve ses tonlarından esintiler taşıyan şiirler yazdı. Yöresel
öğelerle bezeli, lirik, yumuşak şiirleriyle günümüz toplumcu gerçekçi
şairlerinin başarılı bir temsilcisi.
AHMET ERHAN
1958'de Ankara’da doğdu. Çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları Akdeniz’in çeşitli
kentlerinde geçti. İlk ve orta öğrenimini de bu kentlerdeki okullarda tamamladı.
Ankara’ya gelip bir akşam lisesinde eğitim yaptı. Kitapçılık, yayıncılık gibi
çeşitli işlerde çalıştı. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden
mezun oldu. Militan Dergisi'nde topluca yayınlanan şiirleri ile dikat çekti.
Şiirimizin lirzm zenlikliklerini, özellikle 1960 sonrası yeni toplum şiirini
çeşitli öğeleriyle kaynaştırarak kendisine özgü bir sese ulaştı. Şiirleri
sanatsal değerinin yanısıra ülkede genç insanın yaşadığı dramın bir güncesi
olarak da önem taşır. Söylemindeki karamsarlığının gerisinde direnin bir yaşama
sevinci etkilidir.
AHMET GÜNTAN
1955’te İzmir’de doğdu. Güzelyalı Müdafaa-i Hukuk İlkokulu, İzmir Bornova Maarif
Koleji ve ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Mimarlık ve reklamcılık yaptı. İlk
şiiri Birikim dergisinde yayımlandı. Aynı yıllarda Yeni İnsan dergisinde müzik
yazıları yazdı. Daha sonraları Defter dergisinde şiir ve yazıları yayınlandı.
AHMET HAMDİ TANPINAR
23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu. 24 Ocak 1962’de İstanbul’da yaşamını
yitirdi. Kadı Hüseyin Fikri Efendi'nin oğlu. Baytar Mektebi'ni bırakarak girdiği
Darülfünun-ı Osmani'nin (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nden
1923’te mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara'daki liselerde öğretmenlik yaptı.
Gazi Terbiye Enstitüsü'nde (Gazi Eğitim Enstitüsü) edebiyat dersleri verdi.
1933'ten sonra İstanbul'da Kadıköy Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Güzel
Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi ve estetik dersleri verdi. 1939'da İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde yeni kurulan Türk Edebiyatı Kürsüsü
profesörlüğüne getirildi. 1942 ara seçimlerinde CHP'den Maraş Milletvekili
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi, üniversitedeki görevinden ayrıldı.
1946 seçimlerinde tekrar aday gösterilmeyince bir süre Milli Eğitim Müfettişliği
yaptı. Güzel Sanatlar Akademisinde tekrar derse girmeye başladı. 1949'da da
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne döndü.
Adını ilk kez "Altın Kitap" dergisinde yayınlanan "Musul Akşamları" şiiriyle
duyurdu. Dergah, Milli Mecmua, Hayat, Görüş, Ülkü, Varlık, Oluş, Kültür Haftası
ve Aile dergilerinde şiirleri yayınlandı. Hece vezniyle yazdığı bu ilk şiirler,
imge zenginliklikleri ve müzikal nitelikleriyle dikkat çeker. Edebiyat
Fakültesi'nde öğrencisi olduğu Yahya Kemal Beyatlı'dan çok etkilendi. Ama ilk
eserlerinde Yahya Kemal'den çok Ahmet Haşim izleri görülür.
AHMET HAŞİM
1884’te Bağdat’ta doğdu, 1933’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Fizan Mutasarrıfı
Arif Hikmet Bey’in oğlu. Çocukluğu Bağdat’ta geçti. 12 yaşında annesinin ölümü
üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. Mektebe-i Sultani'de (Galatasaray
Lisesi) yatılı okudu. Tevfik Fikret ve Ahmed Hikmet Müftüoğlu'nun öğrencisiydi.
1907'de mezun oldu. Bir süre Reji İdaresi'nde çalıştı. Bir yandan da Hukuk
Mektebi'ne devam etmeye başladı. İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine
atandı. Hukuk eğitimini bırakıp İzmir'e gitti. 1912-1914 arasında Maliye
Nezareti'nde çevirmenlik yaptı. 1. Dünya Savaşı yıllarını Çanakkale ve İzmir'de
yedeksubay olarak geçirdi. Mütareke'den sonra İstanbul'a döndü. Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi'nde estetik ve mitoloji öğretmenliği yaptı. Harp Akademisi ve
Mülkiye Mektebi'nde Fransızca dersleri verdi. Düyun-u Umumiye İdaresi'nde,
Osmanlı __ası'nda çalıştı. Akşam ve İkdam gazetelerinde köşe yazıları yazdı.
1928'de böbrek rahaksızlığının tedavisi için yurtdışına gitti ama iyileşemeden
döndü. Şiire lise öğrenciliği yıllarında başladı. İlk şiirlerinde Abdülhak Hamid,
Cenap Şahabettin, özellikle de Tevfik Fikret etkileri görülür.
AHMET KUTSİ TECER
1901'de Kudüs’te doğdu, 1967’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. 1929'da İstanbul
Darülfünun'u (üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bir
süre Sivas ve Ankara'da edebiyat öğretmenliği yaptı. Sivas Milli Eğitim
Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğrenim Müdürlüğü, Talim ve Terbiye
Kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. 1939'da Seyhan (Adana), 1943'te Urfa
milletvekili seçildi. 1947'de Ankara Devlet Konservatuvarı Müdürlüğü'ne atandı.
1949'da Paris'e kültür ateşeliği ve öğrenci müfettişliği göreviyle gönderildi.
1950’de UNESCO Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Yurda döndükten sonra
Galatasaray Lisesi, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Belediye
Konservatuvarı'nda dersler verdi. Bu görevi ölümüne kadar sürdürdü. Hece
ölçüsüyle yazdığı ilk şiirleri 1921-1925 arasında "Dergah" ve "Milli Mecmua"
gibi dergilerde yayınlandı. Varlık, Oluş, Yücel, Türk Düşüncesi, Türk Dili ve
bir ara kendisinin yönettiği "Ülkü" dergisindeki şiirleriyle tanındı. Hece
ölçüsünde yeni olanaklar aradığı şiirinde zaman zaman lirik bir dille kişisel
duygularını aktardı.
AHMET MUHİP DIRANAS
1908'de İstanbul’da doğdu (Bazı kaynaklara göre 1904 Sinop). 21 Haziran 1980'de
Ankara’da yaşamını yitirdi, Sinop’ta gömüldü. İlkokulu Sinop'ta okudu. Ankara'ya
gelerek, öğretmenleri arasında Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın
da bulunduğu Ankara Erkek Lisesi’nden 1930'da mezun oldu. 1930-1935 arasında
Ankara'da Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı. Anadolu Ajansı, Türkiye İş
__ası yönetim kurulu üyeliği, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurul Başkanlığı gibi üst
düzey bürokratik görevler yaptı. İlk şiiri "Bir Kadına" 1926'da "Muhip Atalay"
imzasıyla Milli Mecmua'da yayınlandı. Servet-i Fünun, Varlık, Çığır, Ataç,
Yücel, Oluş, Ülkü, Şadırvan, Yeni Lisan, Hisar dergilerinde yayınlanan
şiirleriyle Cumhuriyet döneminin etkin şairleri arasına girdi. Hecenin Beş Şairi
ile Garip Akımı arasında yer alır. İlk şiirlerindeki Baudelaire etkisinden
sıyrılarak dil ve üsluba ağırlık verdi. Şiiri plastik bir söz bütünü haline
getirene kadar yoğuran bir şair oldu. "Olvido", "Kar", "Fahriye Abla" bu
oluşumun önemli ve yıllardır unutulmayan örnekleri. Dıranas, Orhan Veli ve
arkadaşlarının çıkışından sonra unutulmaya başlanan hece şairleri arasında
geçerliliğini yitirmeyen, bir süre sonra da yeniden yüceltilen tek şairdir.
AHMET NADİR CANER
1925’te İçel’in Tarsus ilçesinde doğdu. Lise öğretiminden sonra İstanbul, Tarsus
ve Silifke’de basımevi işletti. Gazete ve dergiler çıkardı. Birkaç yıl Özgörü
adlı bir edebiyat dergisi yayımladı. Daha sonra Ankara ve İstanbul’da
gazetecilik yaptı. Yazı işlerinde çalıştı. Gazete yönetiminde görev aldı.
1972’de Türk Dil Kurumu’nun "Basın Dil Ödülü"nü kazandı. "Basın Onur Kartı"
sahibi Caner, 19 Şubat 1977’de İstanbul’da yaşamını yitirdi.
AHMET NECDET
1933 yılında Bursa İnegöl’de doğdu. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi. Anadolu’nun çeşitli
kentlerinde öğretmenlik yaptı. Ardından akademik alana yöneldi. Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde profesörlüğe yükseldi.
Öğretmen ve öğretim üyesi olarak binlerce öğrenci yetiştirdi. Ege
Üniversitesi’nde Beşeri ve İktidası Coğrafya Profesörü iken emekliye ayrıldı.
Bilimsel çalışmalarının yanısıra şiirle de ilgilendi, çeviriler yaptı.
Başlangıçta alışılagelmiş biçimler ve söyleyişlerle romantizmin ağır bastığı
şiirler yazdı. Attilâ İlhan-Cemal Süreyya etkisiyle modern şiire yöneldi. Son
dönemde özellikle gazel türünde özgün, başarılı şiirler yazdı.
AHMET OKTAY
21 Ocak 1933’te Ankara’da doğdu. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya
başladı. Ankara'da İstatistik Genel Müdürlüğü'nde (bugünkü DİE) görev yaptı.
1961'de Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak
profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Piyasa, Vatan gibi
gazetelerde muhabir olarak çalıştı. 1975’te İstanbul Radyosu'na geçti. Siyasal
iktidar değişince TRT’den istifa ederek önce Akajans, ardından da Dünya gazetesi
haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978’de yeniden TRT’ye döndü. 1982’de
emekliye ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993'te yazıişleri
müdürlerinden biri olduğu Milliyet’ten de ayrıldı. Yazmaya ortaokul sıralarında
başladı. İlk şiirleri, 1949-1950 arasında "Gerçek" dergisinde yayınlandı. İlk
yazısı 1950'de "Güney" dergisinde çıktı. "Dişi Kurt" adlı oyunu 1974'te Ankara
Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1950'lerde yazdığı şiirlerde Ahmed Arif'ten
etkilendiği gözlenirken, 1960'lardan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla
İkinci Yeni'ye yöneldi. Zengin sözcük dağarcığını destansı bir söyleyişle ustaca
değerlendirdi. Şiirinin olgunluk döneminde biçim gösterilerine kaçmadan yalın
bir teknikle yazdı.
AHMET TELLİ
1946’da Çankırı’nın Eskipazar ilçesinde doğdu. Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen
okullarında eğitim gördü. Bir dönem köy öğretmenliği yaptı. Ardından Gazi Eğitim
Enstitüsü’nü bitirdi. Anadolu’da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 12
Eylül’den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı. 1960 sonrası toplumcu gerçekçi
şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerden. İsmet Özel'den sözcük
seçimi ve ses tonu bakımından etkilendi. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir
yandan da Attilâ İlhan'a yakın durduğu söylenebilir.
A. KADİR
Asıl adı İbrahim Abdülkadir Meriçboyu. 1917'de İstanbul’da doğdu, 1985'te yine
İstanbul’da öldü. İlk şiirleri 1930'da "Ali Karasu" imzasıyla yayınlandı.
Başlangıçta Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl etkisinde şiirler yazdı. Ankara
Cezaevi'nde Nazım Hikmet’le kalınca şiir ve dünya görüşünde önemli değişikler
oldu. Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayınlanan şiirlerinde Nâzım Hikmet
etkisi açıkça bellidir. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı "Tebliğ"de bir
yandan savaşa karşı çıkarken bir yandan da yoksul Türk insanını gerçekçi bir
bakışla yansıttı. Bireysel dramı toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele
aldı. Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı,
türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk,
sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya,
eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. Çarpıcı
bitişler, yinelemeler, iç uyaklar ve ses uyumları belli başlı şiirsel biçimleri.
1940'lı yılların toplumsal gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle,
Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir
şiire ulaştı.
AKGÜN AKOVA
1962'de Sakarya Akyazı’da doğdu. Lise öğrenimini Gebze’de, üniversite eğitimini
Hacettepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı. İstanbul
Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nü bitirdi. İlk şiiri 1984'te Milliyet
Sanat Dergisi’nde yayınlandı. Ardından peşpeşe şiir kitapları geldi. Bazı
şiirleri İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca ve Boşnakça’ya çevrildi.
Ataol Behramoğlu, onun şiiri için, "1980’li yıllara özgü külhani bir edanın
özgün, başarılı sentezi. Neredeyse her dizeden taşan dizginsiz bir yaşama
sevinci, gençlik ve enerji dolu şiirler" değerlendirmesini yapıyor.
ALÂATTİN SOYKAN
1943 yılında Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı Kurudere köyünde doğdu.
İlkokulu bitirdikten sonra Kur’an kursuna devam etti. Hâfız oldu. Ortaokulu
Lüleburgaz’da dışardan bitirdi. Çeşitli memuriyetlerde bulundu. 1981’de malulen
emekliye ayrıldı. Şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Bazı şiirleriyle
ödüller de aldı.
ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU
1935'te Adana-Kadirli’de doğdu. İlk ve orta okulu Kadirli’de okudu. Mersin
Lisesi’nde sürdürdüğü öğrenimini, sağlığı nedeniyle yarıda bırakarak çeşitli
işlerde çalıştı. Avukat yazmanlığı, gazetecilik, kitabevi yöneticiliği yaptı.
Türk Dil Kurumu’nun Yayın ve Tanıtma Kolu’nda uzman olarak çalıştı. 1982'de
emekli oldu. Emekliliğinden sonra İstanbul'a yerleşti. Radyo için çeşitli
programlar hazırladı. İstanbul'da "Çevre" yayınevini kurdu. "Yusufçuk" adlı şiir
dergisini çıkardı. Sözlükler ve ansiklopediler yayınladı. Türk edebiyatının
çalışkan şairleri arasında. Ülkü Tamer, Turgut Uyar ve Edip Cansever şiirlerine
benzer özellikler taşıyan ilk şiirleriyle İkinci Yeni şiirinin ölçülü, dengeli
bir şairi olarak göründü. 1970 sonrasında tümüyle yeni bir şiire yöneldi. 1970
sonrasının toplumsal olgu ve olaylarını ele alan bu şiir, bir halk türküsü
yalınlığı kazandı. Şiirlerinde yer yer Behçet Necatigil'in "kırık dize" yapısını
da uyguladı.
ALİ YÜCE
1928'de Hatay’ın Yayladağ ilçesi Hisarcık köyünde doğdu. 1951'de Düziçi Köy
Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli köylerinde ilkokul
öğretmenliği yaptı. 1961'de yeterlik sınavlarını dışardan vererek Gazi Eğitim
Enstitüsü İngilizce Bölümü’nden diploma aldı. Çeşitli liselerde İngilizce
öğretmenliğiyle eğitim alanındaki hizmetini sürdürdü. İlk şiiri 1956’da Yücel
dergisinde yayınlandı. Daha sonraki şiirleri Yeditepe, Türk Dili, Soyut, Sanat
Rehberi dergilerinde çıktı. İlk şiirlerinde İkinci Yeni'ye başarısız öykünmeler
görülür. Özellikle Edip Cansever etkisindeki bu şiirde, benzeşme, niteleme,
tamlama bolluğu, aşırı soyutlamalar ve dil oyunları, aşırı bir konuşkanlık
etkin. Olgunluk dönemi şiirlerinde ise Metin Eloğlu ve Can Yücel şiirinin bazı
özellikleri dikkat çeker. Sözcüklerin yan yana dizilmesiyle izlenimler yaratma
diye tanımlanabilecek ilginç bir teknik kullanır. İlginç ritimler, konuşma dili
ve sesleniş özellikleri kullanarak şiirini geliştirdi. Yaşadığı çevreyi,
toplumsal sorunları yansıtan, yer yer taşlamaya yönelen, yergi ve eleştirinin
ağır bastığı toplumcu şiirleriyle tanındı.
ARİF DAMAR
23 Temmuz 1925'te Çanakkale'nin Gelibolu ilçesi Karainebey köyünde doğdu.
İlkokulu Çanakkale’de, ortaokulu İstanbul’da bitirdi. İstanbul Erkek Lisesi’nde
2 yıl öğrenim gördü. İstanbul'da çeşitli işlerde çalıştıktan sonra 1944’te
Ankara’ya taşındı. Atatürk Orman Çiftliği'nde memur olarak çalıştı. 1950'de
İstanbul'a döndü. Mahmutpaşa'da işportacılık yaptı. 5 Aralık 1951’de TKP
davasından tutuklandı. 2 yıl cezaevinde kaldı, delil yetersizliğinden beraat
etti. Toplumsal gerçekçi anlayışta şiir yazan genç şairlerden biri olarak
belirdi. Kavgacı ama barışçıl ve insancıl yanı ağır basan, dil ögelerini ve
biçim kaygısını elden bırakmayan bir şiir kurmaya yöneldi. "Yeryüzü" dergisinde
bu çabanın başarılı şiir örnekleri yayınlandı. "Arif Barikat" takma ismini
kullandığı bu dönem şiirlerini 1956'da "Günden Güne" adlı kitabında topladı.
Kitap basıldıktan 5 ay sonra toplatıldı ama beraat etti. Sonraları İkinci Yeni
şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren, biçim ve dil araştırmalarına girmiş
bir şair olarak göründü. Bu yönüyle 1940 kuşağı adıyla anılan şair
arkadaşlarından ayrılır. 1956 sonrası şiirlerinde ise geçirdiği her iki dönemin
ortak özellikleri dikkat çeker. "Arif Hüsnü", "Ece Ovalı" takma isimlerini de
kullandı, düzyazılarında şiirle ilgili düşüncelerini anlattı.
ARİF NİHAT ASYA
7 Şubat 1904'te İstanbul Çatalca’da doğdu, 5 Ocak 1975'te Ankara’da yaşamını
yitirdi. İstanbul Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu Edebiyat Bölümü’nü bitirdi.
Adana, Malatya, Edirne, Tarsus, Ankara ve Kıbrıs'taki liselerde edebiyat
öğretmenliği yaptı. 1950-1954 arasında Seyhan (Adana) milletvekili olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Milletvekilliğinden sonra tekrar
öğrtemenliğe döndü. Ankara Gazi Lisesi edebiyat öğretmeni iken 1962'de emekliye
ayrıldı. İstanbul'a döndü. Yeni İstanbul ve Babıli’de Sabah gazetelerinde
yazılar yazdı. Aruzla başladığı şiirde rubailer, gazeller yazdı. Özellikle
rubailere büyük önem verdi. Rubailerden oluşan 5 ayrı kitap yayınladı. Daha
sonra hece veziyle ve serbest vezinli şiirler de yazdı. Ulusçu şiirleriyle dikat
çekti. Yurdun güzelliklerini, doğasını anlatan, kimi zaman yergici ama Türklüğü
yücelten şiirleriyle bilinir.
ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER
1948 yılında Bursa’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. TRT'nin Ankara bürolarında çalıştı.
1970 öncesinde okulunun polislerce basıldığı bir gün, çıkan olaylarda başına
ağır darbeler aldı. Aradan yıllar geçtikten sonra 5 Mayıs 1973’te sokakta ölü
bulundu. Beyin kanamasından öldüğü belirlendi. Arkadaşları, ölümünü okulun
basılması sırasında başına aldığı ağır darbelere bağladılar. Dergi ve
gazetelerde yayınlanan şiirleri ölümünden sonra "Şiirler" adlı bir kitapta
toplandı (1974). Daha sonra aynı kitap "Sevdadır" adıyla Mayıs yayınlarınca Mart
1988’de yayınlandı. Şiir yazdığı yıllardaki üniversite ortamının da etkisiyle
ölüm konusunu sık sık işledi.
ASAF HALET ÇELEBİ
29 Aralık 1907’de İstanbul’da doğdu. 15 Ekim 1958’de yine İstanbul’da öldü.
Dahiliye Nezareti memurlarından Mehmet Sait Halet Bey'in oğlu. Galatasaray
Lisesi’nde 8 yıl eğitim gördü. Kısa bir süre Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğrenim
gördü. Adliye Meslek Mektebi’nden mezun oldu. Üsküdar Adliyesi Ceza Mahkemesi
zabıt katipliği yaptı. Osmanlı __ası, Devlet Deniz Yolları İşletmesi'nde
çalıştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü kitaplığında
görevliyken yaşamını yitirdi. Gençlik yıllarında divan edebiyatından etkilendi.
Gazeller ve rubailer yazdı. 1937'den sonra serbest ölçü kullanmaya ve Batı
şiirinin tekniklerine yönelmeye başladı. Şiirlerinde dinlerden, ideolojilerden,
toplumsal olaylardan çok Anadolu-İran-Hindistan çizgisi üzerinde uzanan bir
yaşamın görünümlerini sesler aracılığıyla dile getirdi.
ATAOL BEHRAMOĞLU
13 Nisan 1942’de İstanbul Çatalca’da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da
yaptı. 1966'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve
Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1970'te İsmet Özel’le birlikte "Halkın Dostları"
dergisini çıkardı. Aynı yıl İngiltere'ye, daha sonra Fransa'ya gitti. Paris'te
gece kulübü bekçiliği, otel katipliği, öğretmenlik yaptı. 1972'de Moskova
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Sovyet edebiyatı üzerine inceleme yaptı.
1974'te Türkiye'ye döndü. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak
çalıştı. 1975'te kardeşi Nihat Behram’la birlikte "Militan" dergisini kurdu.
"Sanat Emeği" dergisinin kurucuları arasında yer aldı. İlk şiirleri "Ataol Gürus"
takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde
yayınlandı. Yükseköğrenimi sırasında Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi
dergilerde çıkan şiirleriyle dikkat çekti. Bu dönemin şiirlerini biraraya
getiren ilk şiir kitabı "Bir Ermeni General" 1965'te basıldı. Gençlik dönemi
şiirlerinde Orhan Veli, Attilâ İlhan ve İkinci Yeni şiirinin ortak özellikleri
etkin. Gerçek şiir kimliği 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek,
Yeni Dergi ve Halkın Dostları'nda çıkan şiirleriyle oluştu. Bu şiirlerde
toplumcu, etkin bir edebiyat anlayışının örnekleri yer aldı. Toplumcu gerçekçi
şiir ilkelelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi.
Çevirileriyle de dikkat çekti. Edebiyat ve kültür üzerine yazdıkları, antoloji
ve diğer çalışmalarıyla kuşağının önde gelen yazarları arasına girdi.
ATTİLA AŞUT
5 Ekim 1939’da Trabzon’da doğdu. İlk yazı ve şiir denemeleri, "Ceylan",
"Arkadaş", "Küçük Afacan" gibi çocuk dergilerinde yayımlandı. 1957’de
profesyonel gazeteciliğe başladı. "Kıyı" dergisinin kuruluş çalışmalarına
katıldı. "Dünya", "Akşam", "Milliyet" ve "Cumhuriyet" gazetelerinin Trabzon
muhabirliğini yaptı. Ankara’ya yerleşti. Gerçek Ajansı, Anadolu Ajansı, TÜBA
Ajansı’nda muhabir ve editör olarak çalıştı, basın danışmanlığı yaptı. Siyasal
nedenlerle 1972-1977 yılları arasında yurtdışında zorunlu göçmenlik yaşadı.
Yurda döndükten sonra "Politika" gazetesinde çalışmaya başladı. 12 Eylül 1980
askeri darbesinden sonra 37 ay tutuklu kaldı. 1993’te, Aziz Nesin’in
başyazarlığını yaptığı "Aydınlık" gazetesinde yazmaya başladı. "Siyah Beyaz"
gazetesinin Kültür-Sanat Editörlüğünü yaptı.
ATTİLA İLHAN
15 Haziran 1925’te İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. İzmir'de Karşıyaka
Cumhuriyet İlkokulu ve Karşıyaka Ortaokulu'nu bitirdi. Atatürk Lisesi'ndeki
öğrenciliği sırasında Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesine aykırı davrandığı
gerekçesiyle tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Danıştay kararıyla eğitimi
sürdürme hakkını kazandı. İstanbul'da Işık Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 6 yıl
aralıklarla Paris'te yaşadı. Türkiye'ye döndü. Çeşitli gazete ve dergilerde
çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığı'nı
üstlendi. Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığını yaptı. Senaryolarında "Ali
Kaptanoğlu" takma adını kullandı. Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz gazetelerinde
köşe yazıları yazdı. Yelken ve Sanat Olayı dergilerini yönetti. İlk şiiri olan
"Balıkçı Türküsü" 1941'de Yeni Edebiyat Dergisi'nde yayınlandı. "Nevin Yıldız"
takma adıyla İstanbul, "Beteroğlu" takma adıyla Yücel dergilerinde şiirleri
çıktı. 1946 CHP şiir yarışmasında "Cebbaroğlu Mehemmed" şiiriyle birincilik
ödülü kazandı. Bu başarıdan sonra hızla tanınıp sevildi. Genç, Yeni Nesil,
Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikayeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi,
Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı gibi dergilerde
şiirleri, deneme ve eleştirileri yayınlandı. Türk edebiyatının önemli isimleri
arasına girdi. Garip Akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı. Mavi ya da
Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı. Şiire yeni bir
ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık
getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki
şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi.
ARİF DİNO
1893’te İstanbul’da doğdu, 30 Mart 1957’de İstanbul’da öldü. Ressam Abidin
Dino’nun kardeşi. Ögrenimini yurtdışında gördü. ***sörlük, aşçılık, sinema
oyunculuğu, portre ressamlığı, grafikerlik, heykeltıraşlık, sanat eleştirmenliği
gibi birçok iş yaptı. 1929’da İstanbul’a döndü. 1942’de Alman faşizmine karşı
çıktıkları için küçük kardeşi Abidin Dino ile birlikte "ikamete memur" olarak
cezalandırıldı. Yurtdışına kaçtı. 1951’de döndüğü İstanbul’da 6 yıl sonra
yaşamını yitirdi. Fransızca yazdığı şiirlerini Abidin Dino, Rasih Nuri İleri,
Hür Yumer Türkçe’ye çevirdi. Tüm şiirleri, desenleri ve ardından yazılanlar Adam
Yayınları tarafından bir kitapta toplandı.
AYHAN HÜNALP
1927’de Bitlis’te doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Türkoloji Bölümü’nü bitirdi. Gazetecilik yaptı. Mesleğinde 25 yılını
tamamlayarak Basın Şeref Kartı aldı. Istanbul Ekspres, Ulus, Akşam Haberler,
Kaynak Dergisi, Tercüman, Hürriyet, Son Saat Gazetesi gibi gazetelerde çalıştı.
Şiirleri Varlık, Türk Dil Kurumu’nun Türk Dili Dergisi’nde yayınlandı.
AYTEKİN KARAÇOBAN
23 Ağustos 1958'de Kırşehir’de doğdu. Ortaöğrenimini Ankara’da, yüksek
öğrenimini Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fransız Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Aynı fakültede iki yıl araştırma görevlisi
olarak çalıştı. 1988 yılından beri Fransa’da yaşamını sürdürüyor. Şiir, düzyazı
ve çevirileri Akdeniz, Dize, Düşlem, Edebiyat ve Eleştiri, Edebiyat 81, İzlek,
Kavram ve Kargaşa, Poetik’us, Promete, Sanat Rehberi, Sombahar, Su, Şiir-lik,
Türkiye Yazıları, Yapıt, Yarın, Yazın, Yeni Biçem, Yeni Türkü gibi dergilerde
yayımlandı.
AYTEN MUTLU
1952 yılında Balıkesir’in Bandırma ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi
İşletme Fakültesini bitirdi. Yıldız Teknik Üniversitesi İnsaat Mühendisliği
Fakültesinin üçüncü sınıfından ayrıldı. İlk deneme, öykü ve şiirleri, ortaokul
yıllarından başlayarak yerel gazetelerde yayınlandı. Daha sonra İmece, Yazko
Edebiyat, Edebiyat 81, Varlık, Hürriyet Gösteri, Yaşasın Edebiyat, Şiirlik, Yeni
Biçem, Düşlem, Sombahar, Ludingirra dergilerinde ve değişik gazetelerde deneme
ve inceleme yazıları ile şiirleri yayımlandı.
AZİZ NESİN
20 Aralık 1915’te İstanbul’da doğdu. İki yıl Darüşşafaka Lisesi'nde öğrenim
gördü. Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirdi. Kara Harp Okulu ve Askeri Fen Okulu'ndan
mezun oldu. Üsteğmen rütbesindeyken "görev ve yetkisini kötüye kullanmak"
suçlamasıyla yargılanıp ordudan uzaklaştırıldı. Bir süre bakkallık yaptı.
Ardından gazeteciliğe başladı. Yedigün, Karagöz ve Tan Gazetesi'nde çalıştı.
Cumhuriyet adlı bir magazin dergisi yayınladı. Sabahattin Ali ile birlikte,
Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Alibaba mizah dergilerini çıkardı. 1951'de
bir kitapçı dükkanı, ardından bir fotoğraf stüdyosu açtı. 1954'ten itibaren
Akbaba mizah dergisinde takma isimlerle mizah öyküleri yazdı. Yazın yaşamı
boyunda 100'ün üzerinde takma isim kullandı. Kemal Tahir'le birlikte Düşün
Yayınevi’ni kurdu.Yeni Gazete, Akşam ve Tanin'de köşe yazıları yazdı. Yazarlığı,
Öncü, Yeni Tanin ve "Ustura" isimli bir mizah eki de hazırladığı Günaydın
gazetesinde sürdürdü. 1962'de Zübük isimli mizah dergisini çıkardı. 1963'te
yayınevinin yanmasının ardından sadece yazmaya başladı....
BARIŞ PİRHASAN
1951 yılında İstanbul’da doğdu. Ankara Fen Lisesi’ni bitirdi. Boğaziçi
Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan mezun oldu. Şiir çalışmalarına lise
sıralarında başlayan Pirhasan, ilk şiirlerini Yeni Dergi’de yayınladı. Daha
sonra Militan Dergisi yazı kadrosu içinde yer aldı. 1978’de yayına başlayan
"Devrimci Savaşımda Sanat Emeği" dergisinin yazı kurulu üyesi oldu. Şiir
çalışmalarının dışında çeşitli çevirileri de var.
BEHÇET AYSAN
1949’da Ankara’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun oldu. Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim gördü. Doktor olarak çalıştı. Kısa ömrüne
yüzlerce şiir sığdırmayı başardı. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Otel’in
yakılması sırasında yaşamını yitiren aydınlarımız arasındaydı. Duru dili ve içli
şiirleriyle dikkat çeker.
BEHÇET NECATİGİL
16 Nisan 1916'da İstanbul’da doğdu. 13 Aralık 1979'da İstanbul'da yaşamını
yitirdi. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. İstanbul Yüksek Öğretmen
Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Kars, Zonguldak liseleriyle
İstanbul Kabataş Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde
edebiyat dersleri verdi. "Gece ve Yas" isimli ilk şiiri lise öğrenciliği
yıllarında 1835'te Varlık Dergisi'nde yayınlandı. Ardından Yenilik, Yeditepe,
Türk Dili, Yeni Dergi, Yeni Edebiyat, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde çıkan
şiirleriyle tanındı. Sekizi Knut Hamsun olmak üzere otuza yakın kitap çevirdi.
Radyo oyunları yazdı, edebiyat tarihiyle ilgili çalışmalar yaptı. İlk şiir
kitapları "Kapalıçarşı" (1945), "Çevre"nin (1951) ardından yayınlanan "Evler"de
(1953) divan ve halk şiirlerini sıcak bir lirizmle bir araya getirdiği şiirleri
yer alır. Ölümünden sonra ailesi tarafından konulan Necatigil Şiir Ödülü
1980’den beri veriliyor.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
1911'de Trabzon Görele'de doğdu. 21 Eylül 1975 Pazar günü İstanbul’da yaşamını
yitirdi. Türkiye'nin en usta ressamlarından. Trabzon Lisesi’ni bitirdi. Lise
yıllarında öğretmeni Zeki Kocamemi'nin ilgisiyle resme yöneldi. İstanbul Güzel
Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girdi. Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı'dan
ders aldı. 1931’de diplomasını almadan okulu bırakıp Fransa’ya gitti. Djon ve
Lyon'da özel atölyelerde çalıştı. Ardından Paris'e geçti. 1933’te İngiltere’ye
gitti, aynı yıl yurda döndü. 1934'te yaptığı 30 resimle yurtiçi ve dışında
sergilere katıldı. 1936’da Güzel Sanatlar Akademisi’nden diplomasını
birincilikle aldı. Aynı yıl akademinin resim bölümünde Leopold Levy'nin asistanı
oldu. Ses Dergisi'nde sanat ve estetik konusunda düzenli yazılar yazdı. Şiire
lise yıllarında başladı. İlk şiirleri 1932'den sonra Varlık, Yeditepe, Ses,
İnsan gibi dergilerde yayınlandı. İlk şiir kitabı "Yaradana Mektuplar" 1941'de
basıldı. Şiirlerinde de resimlerinde olduğu gibi halk edebiyatının zengin
motiflerinden esinlendi, yararlandı. Yalın bir dille, içten lirik şiirler yazdı.
BEJAN MATUR
1968'de Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi Maksutuşağı köyünde doğdu. Ortaokul ve
lise eğitimini Gaziantep'te tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden
mezun oldu. Şiirleri Adam Sanat, Defter, Ekin Belleten ve Yazıt dergilerinde
yayınlandı. Şiiri, dille, onun ifade imkanları ve sınırlarıyla, dili aşan ifade
biçimlerine, seslere, ritimlere vurgusuyla, zamansız ve mekansız bir coğrafyanın
izlerini taşıyor. O coğrafyayı yeniden var ediyor. Yani zamansız, kıpırtısız
çölü ve Mezopotamya’yı. Ataol Behramoğlu, Bejan Matur'u şöyle değerlendiriyor:
"Aşkın kadınca yorumunu içeren, kendi coğrafyasının insanını, özellikle de
kadınlarını anlatırken halk yaşamının, varoluşunun ilkesel köklerine uzanan epik
boyutlu şiiriyle 90'yı yılların şiirinin ve günümüz Türk şiirinin en dikkate
değer şairlerinden."
BEKİR SITKI ERDOĞAN
1926'da Karaman doğdu. Kuleli Askeri Lisesi ve 1948’de Kara Harp Okulu’nu
bitirdi. Kıta subaylığı yaptı. Bu arada Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi’nden de mezun oldu. Heybeliada Deniz Lisesi’nde edebiyat
öğretmenliği yaptı. Halk şiiri geleneğini gününün koşullarıyla bağdaştırarak
hece ölçüsüyle, bazen de aruz vezniyle şiirler yazdı. Türkçe’nin inceliklerini
yansıtan, duygulu şiirlerinden bazıları bestelendi. Rubai türündeki şiirleri
Hisar Dergisi’nde yayınlandı.
BERİN TAŞAN
1928'de Amasya Merzifon'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni
bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde cumhuriyet savcılığı yaptı. 1985'te İzmir
Karşıyaka Başsavcısı olarak emekli oldu. Avukatlık yaptı. Halen İzmir'de
yaşamını sürdürüyor. İlk şiiri 1946 yılında Varlık dergisinde yayımlandı.
Ardından Yeni Ufuklar, Dostlar gibi dergilerde yer aldı. Şiirin yanı sıra
edebiyatla ilgili araştırmalar, incelemeler ve oyunlar yayınladı. Merzifonlu
Şeyh Abdurrahim Rumi ile ilgili bir de incelemesi var.
BETÜL TARIMAN
7 Eylül 1962'de Edirne'nin Keşan içesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini
Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih bölümünü bitirdi. Halen Kastamonu'da lise öğretmeni. İlk şiiri
Ağustos 1992'de Kıyı dergisinde çıktı. Ardından Varlık, Şiir Odası, Yeni Biçem,
Edebiyat ve Eleştiri, İnsan, Bahçe başta olmak üzere çeşitli dergiler şiirlerine
yer verdi. Şiirlerle fotoğraf sergisi açtı. Şair ve yazar Rıfat Ilgaz anısına
2001 yılından bu yana şiir dalında verilen Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü'nün kurucusu
oldu. Cumhuriyet Kitap ekinde aralıklarla kitap tanıtımları yapıyor.
BİLGİN ADALI
11 Aralık 1944'te Safranbolu'da dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo-Televizyon Bölümünü bitirdi.
Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon Bölümünde Yüksek
Lisans yaptı. TRT Ankara Televizyonunda yönetmen olarak çalıştı. Belgesel
filmler, kültür ve sanat programları, çocuk programları hazırladı. Öğretim
görevlisi olarak çalıştığı Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Sinema-Televizyon Bölümü'nde başkan oldu. 1984'ten beri İstanbul'da reklam
yazarlığı ve belgesel film yönetmenliği yapıyor. Şiir ve öykü yazmaya ilkokul
öğrencisiyken başladı. Lise yıllarında öykü ve şiirleri Türk Dili Dergisi,
Varlık başta olmak üzere günün edebiyat dergilerinde yayınlanmaya başladı.
Bilgin Adalı çocuk kitapları da yazıyor.
BÜLENT ÖZCAN
25 Şubat 1973’te Kayseri’nin Sarız ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini
Gaziantep’te tamamladı. Londra’da Southgate, Nottingham’da New College’de okudu.
Gaziantep’te yayımlanan Doğuş, Önder, Yeni Gazete, Sizin Gazete, Ekspres ve
Arena gazetelerinde sanat yönetmenliği; Doğan ve Şok gazetelerinde yazı işleri
müdürlüğü yaptı. Şiirleri Aykırı Sanat, Berfin Bahar, Çalı, Damla, Edebiyat
Gündemi, Gülpınar, Kırk Merdiven, Kuzeysu, Şafak, Öteki-siz, Şiir Defteri, Wird
başta olmak üzere pek çok dergide yayınlandı. Naser Feiz tarafından Farsça’ya
çevrilerek, Tahran’ın önde gelen edebiyat dergilerinde yer aldı. İlk şiir kitabı
"En Güzel Ben Ölürüm" Şubat 1994’te basıldı. İnsanların kimi toplumsal olaylara
karşı duyarsızlığını ve aydınların suskunluğunu eleştirmek amacıyla, bir dizi
propesto girişiminde bulundu. 8 Kasım 1996’da, İstanbul’da Galata Köprüsü
üzerinde kitaplarını denize attı. 25 Şubat 1997’de Gaziantep Asrî Mezarlığı’nda,
ölülere bir şiir dinletisi sundu, mezarlıklara şiir kitaplarını bıraktı. Mayıs
1997’de Türkiye'den ayrılarak Londra’ya yerleşti. 1996-2002 yılları arası
yazdığı şiirleri, Ocak 2002’de, Hera Şiir Kitaplığı’nca, "Gelincik Tozları"
adıyla İstanbul’da yayınlandı
DOĞAN HIZLAN
1937 yılında İstanbul’da doğdu. Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten sonra hukuk
öğrenimine başladı. İlk yazısı 1954 yılında yayımlanan Doğan Hızlan, çeşitli
dergilerin sanat sayfalarını yönetti. Bunun yanı sıra birçok gazete ve dergide
eleştiriler yayımladı. 1980 yılında Bayram Gömleği adlı bir çocuk hikâyeleri
güldestesi hazırladı. Ercümend Behzad Lav’
ın Bütün Eserleri’ni yayıma hazırladı. Son olarak İhsan Yılmaz ile birlikte
Celâl Sılay’ın Toplu Şiirleri’ni Hüsran Filizleri adıyla yayımladı. Halen
Hürriyet Gazetesi’nde yazıyor. Türk edebiyatının gelişmesine katkılarını
sürdürüyor.
DOSTOYEVSKI
11 Kasım 1821'de Moskova’da doğdu. Tam ismi Fiodor Mihayloviç Dostoyevski.
Babası bir ordu cerrahı, annesi bir tüccarın kızıydı. Annesinin yardımıyla evde
başladığı eğitimini özel bir okulda sürdürdü. Babası sert ve acımasızdı.
Annesinin koruyucu tavırlarına sığınıyordu. Annesini 15 yaşında kaybetti.
1837'de girdiği Petersburg Askeri Mühendis Okulu’nu bitirdi. Öğrencilik
yıllarını Rus ve Avrupa edebiyatının önde gelen yazarlarının eserlerini okuyarak
geçirdi. Kısa bir süre askerlik yaptıktan sonra ayrılıp edebiyatla uğraşmaya
başladı. Topraklarında çalışan köylüler tarafından öldürülen babasından az bir
miraz kalmıştı. İlk romanı "İnsancıklar"ı 1846'da yazdı. 1954'te basılan bu
roman ilk Rus toplumsal romanı sayılır. Bu eserin basılmasından sonra ünlendi.
1846'da yazdığı ikinci romanı "Öteki" yeterli ilgiyi görmedi. Ünü giderek
kayboldu. 1951 tarihli "Ev Sahibesi", 1848'de yazdığı "Beyaz Geceler" ile "Yufka
Yürekli" romanları da ilgi görmedi. 1849'da yazdığı "Netoçka Nezvanova" romanı
da beklenen başarıyı getirmedi.
Politikayla ilgililenmeye başladı genç liberallere katıldı. Çar 1. Aleksandr'ın
güvenlik güçleri tarafından, "devleti yıkmaya çalıştığı" suçlamasıyla
arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. İdama mahkum edildiler. Kendisinin kurşuna
dizilmesi hazırlıklarını izlemek onda derin etkiler bıraktı. İdamdan son anda
vazgeçildi, Sibirya’da 4 yıl ağır hapse ve 4 yıl askerlik yapmaya mahkum edildi.
Sibirya'daki cezaevi günlerinde birlikte yaşadığı mahkumları gözlemleyerek Rus
halkını daha yakından tanıma fırsatı buldu. Ancak zor koşullar nedeniyle sara
nöbetleri geçirmeye başladı. Bu rahatsızlığın etkileri de birçok eserine
yansıdı. 1854'te cezaevinden çıkıp askerliğe başladı. Subaylığa kadar yükseldi.
1857'de dul bir kadınla evlendi. Bu evlilik maddi sorunlarını artırdı. Tekrar
yazmaya karar verdi. Askerlik cezasının da bitmesi üzerine Petesburg'a döndü.
Yeni Çar 2. Aleksandr'ı destekledi. Kardeşi Mihail ile birlikte "Vremya" adlı
bir dergi çıkardı. Bu dergi ve dergide yayınlanan romanları yeniden tanınmasını
ve eski ününü kazanmasını sağladı. 1862'de Fransa, İngiltere ve İtalya'yı
kapsayan bir yurtdışı gezisi yaptı. Aynı yıl dergi kapatıldı. Dostoyevski,
Almanya'nın Wiesbaden kentine gitti. Burada kumara başladı.
Rusya'ya dönüşünde "Epoha" isminde yeni bir dergi çıkardı. 1864'te eşini ve
kardeşi Mihail'i kaybetti. Borca battı. Kurtulmak için Avrupa'ya kaçtı.
Wiesbaden'de kumarda bütün parasını kaybetti. Yayıncısından borç alıp 1865'te
Rusya'ya döndü. 1867'de steno ile romanlarının yazımında kendisine yardım eden
Anna Snitkina ile evlendi. Bir kere daha borca boğulduğu için yeni eşiyle yine
yurt dışına çıktı. Yoksulluk ve para peşinde ülke ülke dolaştı. Ama romanlarını
yazmayı da sürdürdü. Bir kere daha yayıncısının desteğiyle Petesburga'a döndü.
Tutucu bir haftalık dergi olan "Grajdanin"in başına geçti. 1 yıl sonra bıraktı.
Bu dönemde eksi itibarını ve ününü tekrar kazandı. En büyük romanı "Karamozof
Kardeşleri" yazmaya 1879'da başladı. 1880'de şair Aleksander Puşkin'in ölüm
töreninde konuşmayı o yaptı. Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi'nin edebiyat
bölümüne seçildi. Yaşamının son döneminde Petersburg yakınlarında küçük bir
kasaba olan Staraya Russa'da yaşadı. 9 Şubat 1881'de burada yaşamını yitirdi.
Günümüzde de en çok okunan yazarlar arasında yer alır. Eserlerinde iki dünya
savaşı arasında yaşayan bir kuşağı rahatsız eden ahlaksal, dinsel, siyasal
konuları etkileyi bir dil ve ustalıkla dile getirdi. Gözlemlerinin keskinliği,
ayıntılara verdiği önem, karmakarışık yaşamından çıkardığı sağlam karakterleri
ve roman kurgulamadaki ustalığıyla Avrupa'da ve ülkesinde kendisinden sonra
gelen hemen tüm yazarlar üzerinde etkili oldu. Batılı ülkelerin edebiyat ve
düşün yaşamında önemli bir rol oynadı. Varoluşçuluk akımının temel
kaynaklarından biri sayılır.
ECE AYHAN
1931 yılında Muğla Datça’da doğdu. Asıl adı Ece Ayhan Çağlar. İlk ve orta
öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1959’da Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni
bitirdikten sonra Gürün, Alaca, Çardak ilçelerinde bir süre kaymakamlık yaptı.
1966’da memurluktan ayrıldı İstanbul’a gelerek Sinematek’te, Meydan Larousse’da,
e Yayınları’nda çalıştı. Üç yıl süre ile İsviçre’de tedavi gördü. Bir kaç kez
beyin ameliyatı geçirdi. Dönüşünde bir süre İstanbul’da ve Bodrum-Gümüşlük’te
yaşamını sürdürdü. Ardından Çanakkale’ye yerleşti. İlk şiiri 1954’te "Türk Dili
Dergisi"nde yayınlandı. Daha sonra Türk Dili, Varlık, Yenilik, Seçilmiş
Hikayeler, Pazar Postası, Yeditepe dergileri şiirlerine yer verdi. Özellikle
Pazar Postası'ndaki şiirleriyle ünlendi. 1959'da basılan ilk kitabı "Kınar
Hanımın Denizleri"yle büyük ilgi uyandırdı. Kendine özgü çağrışımlar ve
göndermelerle örülü şiirleriyle hem Türk şiirinde hem de İkinci Yeni’nin içinde
farklı bir kanal açtı. Şiirinin kilit noktası dildir. Çağdaşı Edip Cansever'e
göre, bu dili aşmak, şiirini anlamak için başvurulacak yol yine Ece Ayhan'ın
şiirleridir. Ece Ayhan her şiirinde hem şiir hem Türkiye üzerine görüşlerini
anlatır. 1965’te basılan Bakışsız Bir Kedi Kara ve 1968’de yayınlanan
Ortodoksluklar, Ece Ayhan'ın özel dilinin yapıtaşları oldu. 1973’te yayınlanan
Devlet ve Tabiat kitabındaki şiirlerle bu kez okurlarını "sokağın diliyle
buluşturdu. 1977’de yayımlanan ve kitapla aynı adı taşıyan ünlü şiiri ile ilk
dört kitabını içeren Yort Savul da kendisinden sonraki kuşaklara yön gösterdi.
1981’de Zambaklı Padişah, 1982’de de "tarihin düzünden okunduğu" Çok Eski
Adıyladır’
ı yayınladı. Ece Ayhan’ın şiiri üzerinde Enis Batur, Tahta Troya’yı (1981),
Ender Erenel Ece Ayhan Sözlüğü’nü, Kemal Yangın-Orhan Alkaya ikilisi ise Çok
Eski Adıyladır Sözlüğü’nü hazırladı.
EDİP CANSEVER
8 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu. Bodrum'da tatildeyken beyin kanaması
geçirdi, tedavi için getirildiği İstanbul'da 28 Mayıs 1986’da yaşamını yitirdi.
İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti
yapmaya başladı. 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. İlk şiiri 1944'te
İstanbul dergisinde yayınlandı. Yücel, Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak
dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini "İkindi Üstü" kitabında topladı. Bu
şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri,
duyguları ön plandaydı. 1951'de "Nokta" dergisini çıkardı. Bu dergi genç
şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı. İlk kitabından 7 yıl sonra
yayınladığı "Dirlik Düzenlik" bu dönemin ürünüdür. Bu kitaptaki şiirlerde
düşünceyi dil içinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim
arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü.
1957'de yayınlanan "Yerçekimli Karanfil" ile kendisine özgü bir şiir evreni
kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yenilik, Pazar Postası,
Yeni Dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden
biri oldu. Şirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri
eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "Dize işlevini yitirdi"
gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi. Şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar
kullandı. "Nerde Antigone", "Tragedyalar", "Çağrılmayan Yakup" bu dönemin
ürünleri. Yine de İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı.
Kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. Çok
farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi. Yapıtlarına
tutarlı bir bütünlük kazandırdı. Şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da
çekinmedi. Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden
söz ettirdi. Sürekli yazan, yayınlayan bir şair olarak ilgileri hep üstünde
tuttu.
ELİF ŞAFAK
1971'de Strasbourg’da doğdu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın
Çalışmaları Bölümü’nde yaptı. "Bektaşi ve Mevlevi Düşencesinde Kadınsılık-Döngüsellik"
konulu master tezi Sosyal Bilimler Derneği’nce ödüllendirildi. İlk öykü kitabı
Kem Gözlere Anadolu 1994'te yayınlandı. İlk romanı Pinhan’
ın yayım yılı ise 1997. 1999’da Şehrin Aynaları, 2000’de de Mahrem isimli
romanları art arda yayınlandı. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı
Edebiyat Bölümü’nde araştırma görevlisi. Aynı zamanda ODTÜ Siyaset Bilimi
Bölümü’nde "Türk Modernleşmesinde Kadın Prototipleri ve Marjinaliteye Tahammül
Sınırları" üzerine doktora yapıyor. Bir gazetede sanat ve edebiyat yazıları
yazıyor.
EMRE KONGAR
13 Ekim 1941’de İstanbul’da doğdu. Şişli Terakki Lisesi’ni bitirdi. Siyasal
Bilgiler Fakültesi Maliye İktisat Bölümü’nden mezun oldu. Amerika’da Michigan
Üniversitesi’nden Sosyal Çalışma masteri yaptı. Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Çalışma Yüksek Okulu’nu kurdu. Hacettepe Üniversitesi’nde 1981’de profesör
unvanı aldı. 1983’te askeri rejimin üniversiteler üzerindeki baskısını protesto
etmek amacıyla üniversitedeki görevinden istifa etti. Bir süre Hürriyet
gazetesinde danışmanlık yaptı. KAMAR adlı kamuoyu araştırmaları şirketini kurdu.
Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı. Şimdi Yıldız Üniversitesi’nde öğretim üyesi
ve Cumhuriyet gazetesi yazarı. Bilimsel çalışma ve yayınları yanında çok sayıda
sanat edebiyat eleştirisi ve denemeler yazdı.
ENİS BATUR
28 Haziran 1952’de Eskişehir’de doğdu. Orta öğrenimini İstanbul ve Ankara'da
yaptı. Yükseköğrenimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Paris'te tamamladı. İlk
yazısı 1970’te, ilk kitapları 1973’te yayımlandı. Milli Eğitim Bakanlığı Yayın
Dairesi Başkanlığı, Milliyet Gazetesi'nin kültür servisi ve yan yayınlar
yöneticiliğini, Milliyet Büyük Ansiklopedi’nin ve Dönemli Yayıncılık’ın genel
yayın yönetmenliğini yaptı. 1988’den 2004'e kadar Yapı Kredi Yayınları’nda
çalıştı. Yazı, Oluşum, MEB, Tan, Gergedan, Şehir, Sanat Dünyamız, Kitap-lık,
Cogito, Arredemento Dekorasyon, Fol gibi dergilerin hazırlanışında sorumluluklar
üstlendi. Remzi Kitabevi’nin, TRT’deki "Okudukça" programının yayın
danışmanlığını yaptı. Açık Radyo’nun kuruluşuna katkıda bulundu ve "Şifa, Şifre,
Deşifre" programını hazırladı. UNESCO’nun "Göreme’den İstanbul’a kültür
mirasımız" kampanyasını yönetti. Cumhuriyet, Milliyet, Dünya, Aydınlık
gazetelerinde, Yeni Gündem, P-Eki, Express, 2000’e Doğru dergilerinde 1978-1998
arası düzenli haftalık yazılar yazdı. Yurtdışındaki çeşitli dergilerde ürünleri
yayınlandı. Şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Portakal, Sibilla Aleramo
ödüllerini, denemeleriyle TDK ödülünü kazandı. Galatasaray Üniversitesi’nde ders
de veriyor.
ENİS BEHİÇ KORYÜREK
11 Mart 1891'de İstanbul'da doğdu, 18 Ekim 1949'da Ankara'da yaşamını yitirdi.
Hecenin Beş Şairi'nden biri. Selanik, Üsküp ve İstanbul idadilerinde öğrenim
gördü. 1913'te Mülkiye Mektebi'nden mezun oldu. Hariciye Nezareti'nde çalışmaya
başladı. Bükreş ve Budapeşte'de görev yaptı. 1921'de Türkiye'ye döndükten sonra
Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen "Müdafaa-i Milliye" adlı gizli örgüte katıldı.
Cumhuriyetten sonra Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Uzun yıllar
Ticaret, İktisat ve Çalışma bakanlıklarında çalıştı. 1946 seçimlerinde Demokrat
Parti'den milletvekili adayı oldu, seçilemedi. Yaşamının son dönemini zorluklar
içinde geçirdi. Servet-i Fünun etkisi taşıyan ilk şiirleri 1912'de "Şehbal"
dergisinde yayınlandı. Daha sonra Ziya Gökalp'in etisiyle hece veznini benimsedi
ve Milli Edibiyat akımına katıldı. Ulusal duyguları ön plana çıkaran ve yiğitlik
temalarını uç noktalara götüren şiiler yazdı. Bazı şiirlerinde biçim açısından
hece kalıplarını kırma çabası da gösterdi. 1946'dan sonra mistik bir şiire
yöneldi. Bir mevlevinin ruhuyla bağlantı kurduktan sonra yarattığını öne sürdüğü
tasavvufi şiirler yazdı.
ENVER GÖKÇE
1920’de Erzincan’ın Kemaliye ilçesi Çit Köyü'nde doğdu. 19 Kasım 1981’de
Ankara’da yaşamını yitirdi. 8 yaşında ailesiyle birlikte Ankara'ya geldi. Ankara
Gazi Lisesi'ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Kadırga Öğrenci Yurdunda
yöneticilik yaparken Türk Ceza Yasası’nın 141. Maddesi’ne aykırı eylemde
bulunmakla suçlandı. Yargılanıp ceza aldı. 7 yıl cezaevinde kaldı. 1957’de
özgürlüğüne kavuştu. Ardından 3 yıla yakın Çorum'da sürgün cezası çekti.
Dönüşünde Ankara’da gazetelerde düzeltmenlik, serbest yazarlık yaptı.
İstanbul'da Yurtlar Müdürlüğü'nde çalıştı. Doğduğu köye çekildi. 1977'de tedavi
için Bulgaristan'a gitti. Dönüşünde tekrar Ankara'ya yerleşip çeviriler yaptı.
Son günlerini Ankara’da Seyran Bağları Huzurevi’nde geçirdi. İlk şiiri 1943'te
"Ülkü" dergiinde yayınlandı. Daha sonra Ülkü, Yurt ve Dünya, Ant, Gün, Söz,
Yağmur ve Toprak, Yeryüzü gibi dergilerde imzalı imzasız şiirleri, yazıları
çıktı. Ortak dili zenginleştiren yerel sözcüklerle örülmüş eserleriyle özgün bir
şiire ulaştı. Türk şiirinde 1940 kuşağı ya da "Acılı Kuşak" olarak anılan
toplumcu şairlerin önde gelen temsilcileri arasında yer aldı. Pablo Neruda’dan
da şiirler çevirdi.
ERDAL ÖZ
ıÜü26 Mart 1935’te Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde doğdu. 1953'te Tokat Lisesi'ni
bitirdi. 1969'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Türk Dil
Kurumu Yayın Kolu’nda görev aldı. Türk Sinematek Derneği Ankara Şubesi’nde
çalıştı. 12 Mart 1971 sonrasında 3 kez tutuklandı. Yargılama sonucu aklandı. Cem
Yayınevi’nin çocuk kitapları dizisini yönetti. 1980 yılında Can Yayınları’nı
kurdu. Şimdi bu yayınevini yönetiyor. Edebiyat yaşamına şiirle girdi. Rasgele
isimli ilk şiiri İstanbul’daki Kaynak dergisinde 1952’de yayınlandı. Seçilmiş
Hikayeler Dergisi, Varlık, Yenilik, Yeditepe, Pazar Postası, a, Değişim, Emek,
Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde şiirlerinin yanısıra öykü ve eleştirileri
de yayınlandı. "a" dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Eserlerinde toplum
yaşamının bireylerin iç dünyasına etkilerini duygusal bir üslupla yansıttı. 1970
sonrasında toplumsal gerçekçi çizgiye yöneldi. 12 Mart döneminde hukku dışı
uygulamalarla karşılaşan tutukluların yaşamlarından yalın kesitler verdi. Baskı
karşısında bireylerin yalnızlığını, direncini, umudunu etkin bir duyarlılıkla
işledi.
ESAT MAHMUT KARAKURT
1902'de İstanbul'da doğdu. 15 Temmuz 1977'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Şura-yı
Devlet üyesi Urfalı Mahmut Nedim Bey'in oğlu. Kadıköy Sultanisi'ni, İstanbul Diş
Hekimliği Okulu'nu ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
Avukatlık, gazetecilik, Galatasaray Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yaptı.
1954-1960 arasında Urfa milletvekili, 1961-1966 arasında senatör oldu. İlk
yazıları muhabir olarak çalıştığı Tercüman-ı Hakikat gazetisinde yayınlandı.
Daha sonra çalıştığı İleri, İkdam, Cumhuriyet, Tasvir, Yeni Sabah gibi
gazetelerdeki polisiye olayları konu alan röportajlarıyla tanındı. Küçük öyküler
yazdı. Ama daha çok çoğu sinemaya uyarlanan, olaya dayalı aşk ve serüven
romanlarıyla ün kazandı.
EVLİYA ÇELEBİ
1611’de İstanbul’da doğdu. 1682’de, Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da
öldüğü sanılıyor. Asıl adı Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî. Ailesi Kütahya'dan
gelip saraya yerleşti. Babası sarayda kuyumcu olan Mehmet Zillî. Özel öğrenim
gördü. Bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış sanatlarını
öğrendi. Musiki ile ilgilendi, hafız oldu. Enderuna alındı. Dayısı Melek Ahmed
Paşa aracılığıyla Sultan 4'üncü Murat'ın hizmetine girdi. Gezmeye ilgisi
çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve
masallardan kaynaklanır. Seyahatname’nin giriş bölümünde gezi merakını bir
rüyaya bağlar. Kendi anlatımınına göre, bir gece rüyasında Hazreti Muhammed’i
gördü. "Şefaat ya Resulallah" diye şefaat isteyecekken, şaşırıp "Seyahat ya
Resulallah" dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar.
1635’te, yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini,
duyduklarını yazmaya başladı. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi. 1645’te
Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle
uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed
Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi
bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a
dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra
Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında
Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
50 yıllık seyahat
Gezileri 50 yıl sürdü. Gezilerinde karşılaştığı toplumların yaşama düzenini ve
özelliklerini yansıtan gözlemler yaptı. Kültürleri, günlük yaşayışları inceledi
ve ünlü Seyahatname’sinde yazdı. Seyahatname’nin üslubu, Divan edebiyatı düz
yazılarının tersine son derece sadedir. Dili kolayca anlaşılır. Konuşma diline
yakın, akıcı bir üslup kullandı. Anlatımlarında kimi zaman mizah unsurlarına da
yer verdi. Gözlemlerine, kendi düşünce ve çıkarmalarını da ekledi. Anlatımını
belli bir zaman dilimiyle sınırlamadı. Seyahatname’de geçmişle gelecek, şimdiki
zamanla geçmiş iç içedir. Yapısı gereği Seyahatname bir kültürel derleme
niteliğindedir. İçinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öyküleri, türküler, halk
şiirleri, söylenceler, masallar, maniler, halk oyunları unsurları, giyim-kuşamla
ilgili özellikler, düğün-cenaze törenleri, yerel oyunlar, inançlar, komşuluk
bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat özellikleri de vardır.
Ayrıca gezilen bölgelerdeki evler, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak,
hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra, köprü gibi çevresel
yapıları da inceler. Seyahatnamesi, yalnızca 17'nci Yüzyıl Osmanlı dünyası için
değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli
bir tarihsel coğrafya-kültür haritası niteliğindedir.
_________________
Her sabah yasadigimdan once seni sevdigimin farkina variyorum Sensiz bir gune
gozlerimi acacaksam eger hic uyanmak istemiyorum
ECE AYHAN
1931 yılında Muğla Datça’da doğdu. Asıl adı Ece Ayhan Çağlar. İlk ve orta
öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1959’da Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni
bitirdikten sonra Gürün, Alaca, Çardak ilçelerinde bir süre kaymakamlık yaptı.
1966’da memurluktan ayrıldı İstanbul’a gelerek Sinematek’te, Meydan Larousse’da,
e Yayınları’nda çalıştı. Üç yıl süre ile İsviçre’de tedavi gördü. Bir kaç kez
beyin ameliyatı geçirdi. Dönüşünde bir süre İstanbul’da ve Bodrum-Gümüşlük’te
yaşamını sürdürdü. Ardından Çanakkale’ye yerleşti. İlk şiiri 1954’te "Türk Dili
Dergisi"nde yayınlandı. Daha sonra Türk Dili, Varlık, Yenilik, Seçilmiş
Hikayeler, Pazar Postası, Yeditepe dergileri şiirlerine yer verdi. Özellikle
Pazar Postası'ndaki şiirleriyle ünlendi. 1959'da basılan ilk kitabı "Kınar
Hanımın Denizleri"yle büyük ilgi uyandırdı. Kendine özgü çağrışımlar ve
göndermelerle örülü şiirleriyle hem Türk şiirinde hem de İkinci Yeni’nin içinde
farklı bir kanal açtı. Şiirinin kilit noktası dildir. Çağdaşı Edip Cansever'e
göre, bu dili aşmak, şiirini anlamak için başvurulacak yol yine Ece Ayhan'ın
şiirleridir. Ece Ayhan her şiirinde hem şiir hem Türkiye üzerine görüşlerini
anlatır. 1965’te basılan Bakışsız Bir Kedi Kara ve 1968’de yayınlanan
Ortodoksluklar, Ece Ayhan'ın özel dilinin yapıtaşları oldu. 1973’te yayınlanan
Devlet ve Tabiat kitabındaki şiirlerle bu kez okurlarını "sokağın diliyle
buluşturdu. 1977’de yayımlanan ve kitapla aynı adı taşıyan ünlü şiiri ile ilk
dört kitabını içeren Yort Savul da kendisinden sonraki kuşaklara yön gösterdi.
1981’de Zambaklı Padişah, 1982’de de "tarihin düzünden okunduğu" Çok Eski
Adıyladır’
ı yayınladı. Ece Ayhan’ın şiiri üzerinde Enis Batur, Tahta Troya’yı (1981),
Ender Erenel Ece Ayhan Sözlüğü’nü, Kemal Yangın-Orhan Alkaya ikilisi ise Çok
Eski Adıyladır Sözlüğü’nü hazırladı.
EDİP CANSEVER
8 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu. Bodrum'da tatildeyken beyin kanaması
geçirdi, tedavi için getirildiği İstanbul'da 28 Mayıs 1986’da yaşamını yitirdi.
İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti
yapmaya başladı. 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. İlk şiiri 1944'te
İstanbul dergisinde yayınlandı. Yücel, Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak
dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini "İkindi Üstü" kitabında topladı. Bu
şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri,
duyguları ön plandaydı. 1951'de "Nokta" dergisini çıkardı. Bu dergi genç
şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı. İlk kitabından 7 yıl sonra
yayınladığı "Dirlik Düzenlik" bu dönemin ürünüdür. Bu kitaptaki şiirlerde
düşünceyi dil içinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim
arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü.
1957'de yayınlanan "Yerçekimli Karanfil" ile kendisine özgü bir şiir evreni
kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yenilik, Pazar Postası,
Yeni Dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden
biri oldu. Şirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri
eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "Dize işlevini yitirdi"
gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi. Şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar
kullandı. "Nerde Antigone", "Tragedyalar", "Çağrılmayan Yakup" bu dönemin
ürünleri. Yine de İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı.
Kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. Çok
farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi. Yapıtlarına
tutarlı bir bütünlük kazandırdı. Şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da
çekinmedi. Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden
söz ettirdi. Sürekli yazan, yayınlayan bir şair olarak ilgileri hep üstünde
tuttu.
ELİF ŞAFAK
1971'de Strasbourg’da doğdu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın
Çalışmaları Bölümü’nde yaptı. "Bektaşi ve Mevlevi Düşencesinde Kadınsılık-Döngüsellik"
konulu master tezi Sosyal Bilimler Derneği’nce ödüllendirildi. İlk öykü kitabı
Kem Gözlere Anadolu 1994'te yayınlandı. İlk romanı Pinhan’
ın yayım yılı ise 1997. 1999’da Şehrin Aynaları, 2000’de de Mahrem isimli
romanları art arda yayınlandı. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı
Edebiyat Bölümü’nde araştırma görevlisi. Aynı zamanda ODTÜ Siyaset Bilimi
Bölümü’nde "Türk Modernleşmesinde Kadın Prototipleri ve Marjinaliteye Tahammül
Sınırları" üzerine doktora yapıyor. Bir gazetede sanat ve edebiyat yazıları
yazıyor.
EMRE KONGAR
13 Ekim 1941’de İstanbul’da doğdu. Şişli Terakki Lisesi’ni bitirdi. Siyasal
Bilgiler Fakültesi Maliye İktisat Bölümü’nden mezun oldu. Amerika’da Michigan
Üniversitesi’nden Sosyal Çalışma masteri yaptı. Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Çalışma Yüksek Okulu’nu kurdu. Hacettepe Üniversitesi’nde 1981’de profesör
unvanı aldı. 1983’te askeri rejimin üniversiteler üzerindeki baskısını protesto
etmek amacıyla üniversitedeki görevinden istifa etti. Bir süre Hürriyet
gazetesinde danışmanlık yaptı. KAMAR adlı kamuoyu araştırmaları şirketini kurdu.
Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı. Şimdi Yıldız Üniversitesi’nde öğretim üyesi
ve Cumhuriyet gazetesi yazarı. Bilimsel çalışma ve yayınları yanında çok sayıda
sanat edebiyat eleştirisi ve denemeler yazdı.
ENİS BATUR
28 Haziran 1952’de Eskişehir’de doğdu. Orta öğrenimini İstanbul ve Ankara'da
yaptı. Yükseköğrenimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Paris'te tamamladı. İlk
yazısı 1970’te, ilk kitapları 1973’te yayımlandı. Milli Eğitim Bakanlığı Yayın
Dairesi Başkanlığı, Milliyet Gazetesi'nin kültür servisi ve yan yayınlar
yöneticiliğini, Milliyet Büyük Ansiklopedi’nin ve Dönemli Yayıncılık’ın genel
yayın yönetmenliğini yaptı. 1988’den 2004'e kadar Yapı Kredi Yayınları’nda
çalıştı. Yazı, Oluşum, MEB, Tan, Gergedan, Şehir, Sanat Dünyamız, Kitap-lık,
Cogito, Arredemento Dekorasyon, Fol gibi dergilerin hazırlanışında sorumluluklar
üstlendi. Remzi Kitabevi’nin, TRT’deki "Okudukça" programının yayın
danışmanlığını yaptı. Açık Radyo’nun kuruluşuna katkıda bulundu ve "Şifa, Şifre,
Deşifre" programını hazırladı. UNESCO’nun "Göreme’den İstanbul’a kültür
mirasımız" kampanyasını yönetti. Cumhuriyet, Milliyet, Dünya, Aydınlık
gazetelerinde, Yeni Gündem, P-Eki, Express, 2000’e Doğru dergilerinde 1978-1998
arası düzenli haftalık yazılar yazdı. Yurtdışındaki çeşitli dergilerde ürünleri
yayınlandı. Şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Portakal, Sibilla Aleramo
ödüllerini, denemeleriyle TDK ödülünü kazandı. Galatasaray Üniversitesi’nde ders
de veriyor.
ENİS BEHİÇ KORYÜREK
11 Mart 1891'de İstanbul'da doğdu, 18 Ekim 1949'da Ankara'da yaşamını yitirdi.
Hecenin Beş Şairi'nden biri. Selanik, Üsküp ve İstanbul idadilerinde öğrenim
gördü. 1913'te Mülkiye Mektebi'nden mezun oldu. Hariciye Nezareti'nde çalışmaya
başladı. Bükreş ve Budapeşte'de görev yaptı. 1921'de Türkiye'ye döndükten sonra
Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen "Müdafaa-i Milliye" adlı gizli örgüte katıldı.
Cumhuriyetten sonra Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Uzun yıllar
Ticaret, İktisat ve Çalışma bakanlıklarında çalıştı. 1946 seçimlerinde Demokrat
Parti'den milletvekili adayı oldu, seçilemedi. Yaşamının son dönemini zorluklar
içinde geçirdi. Servet-i Fünun etkisi taşıyan ilk şiirleri 1912'de "Şehbal"
dergisinde yayınlandı. Daha sonra Ziya Gökalp'in etisiyle hece veznini benimsedi
ve Milli Edibiyat akımına katıldı. Ulusal duyguları ön plana çıkaran ve yiğitlik
temalarını uç noktalara götüren şiiler yazdı. Bazı şiirlerinde biçim açısından
hece kalıplarını kırma çabası da gösterdi. 1946'dan sonra mistik bir şiire
yöneldi. Bir mevlevinin ruhuyla bağlantı kurduktan sonra yarattığını öne sürdüğü
tasavvufi şiirler yazdı.
ENVER GÖKÇE
1920’de Erzincan’ın Kemaliye ilçesi Çit Köyü'nde doğdu. 19 Kasım 1981’de
Ankara’da yaşamını yitirdi. 8 yaşında ailesiyle birlikte Ankara'ya geldi. Ankara
Gazi Lisesi'ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Kadırga Öğrenci Yurdunda
yöneticilik yaparken Türk Ceza Yasası’nın 141. Maddesi’ne aykırı eylemde
bulunmakla suçlandı. Yargılanıp ceza aldı. 7 yıl cezaevinde kaldı. 1957’de
özgürlüğüne kavuştu. Ardından 3 yıla yakın Çorum'da sürgün cezası çekti.
Dönüşünde Ankara’da gazetelerde düzeltmenlik, serbest yazarlık yaptı.
İstanbul'da Yurtlar Müdürlüğü'nde çalıştı. Doğduğu köye çekildi. 1977'de tedavi
için Bulgaristan'a gitti. Dönüşünde tekrar Ankara'ya yerleşip çeviriler yaptı.
Son günlerini Ankara’da Seyran Bağları Huzurevi’nde geçirdi. İlk şiiri 1943'te
"Ülkü" dergiinde yayınlandı. Daha sonra Ülkü, Yurt ve Dünya, Ant, Gün, Söz,
Yağmur ve Toprak, Yeryüzü gibi dergilerde imzalı imzasız şiirleri, yazıları
çıktı. Ortak dili zenginleştiren yerel sözcüklerle örülmüş eserleriyle özgün bir
şiire ulaştı. Türk şiirinde 1940 kuşağı ya da "Acılı Kuşak" olarak anılan
toplumcu şairlerin önde gelen temsilcileri arasında yer aldı. Pablo Neruda’dan
da şiirler çevirdi.
ERDAL ÖZ
ıÜü26 Mart 1935’te Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde doğdu. 1953'te Tokat Lisesi'ni
bitirdi. 1969'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Türk Dil
Kurumu Yayın Kolu’nda görev aldı. Türk Sinematek Derneği Ankara Şubesi’nde
çalıştı. 12 Mart 1971 sonrasında 3 kez tutuklandı. Yargılama sonucu aklandı. Cem
Yayınevi’nin çocuk kitapları dizisini yönetti. 1980 yılında Can Yayınları’nı
kurdu. Şimdi bu yayınevini yönetiyor. Edebiyat yaşamına şiirle girdi. Rasgele
isimli ilk şiiri İstanbul’daki Kaynak dergisinde 1952’de yayınlandı. Seçilmiş
Hikayeler Dergisi, Varlık, Yenilik, Yeditepe, Pazar Postası, a, Değişim, Emek,
Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde şiirlerinin yanısıra öykü ve eleştirileri
de yayınlandı. "a" dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Eserlerinde toplum
yaşamının bireylerin iç dünyasına etkilerini duygusal bir üslupla yansıttı. 1970
sonrasında toplumsal gerçekçi çizgiye yöneldi. 12 Mart döneminde hukku dışı
uygulamalarla karşılaşan tutukluların yaşamlarından yalın kesitler verdi. Baskı
karşısında bireylerin yalnızlığını, direncini, umudunu etkin bir duyarlılıkla
işledi.
ESAT MAHMUT KARAKURT
1902'de İstanbul'da doğdu. 15 Temmuz 1977'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Şura-yı
Devlet üyesi Urfalı Mahmut Nedim Bey'in oğlu. Kadıköy Sultanisi'ni, İstanbul Diş
Hekimliği Okulu'nu ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
Avukatlık, gazetecilik, Galatasaray Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yaptı.
1954-1960 arasında Urfa milletvekili, 1961-1966 arasında senatör oldu. İlk
yazıları muhabir olarak çalıştığı Tercüman-ı Hakikat gazetisinde yayınlandı.
Daha sonra çalıştığı İleri, İkdam, Cumhuriyet, Tasvir, Yeni Sabah gibi
gazetelerdeki polisiye olayları konu alan röportajlarıyla tanındı. Küçük öyküler
yazdı. Ama daha çok çoğu sinemaya uyarlanan, olaya dayalı aşk ve serüven
romanlarıyla ün kazandı.
EVLİYA ÇELEBİ
1611’de İstanbul’da doğdu. 1682’de, Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da
öldüğü sanılıyor. Asıl adı Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî. Ailesi Kütahya'dan
gelip saraya yerleşti. Babası sarayda kuyumcu olan Mehmet Zillî. Özel öğrenim
gördü. Bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış sanatlarını
öğrendi. Musiki ile ilgilendi, hafız oldu. Enderuna alındı. Dayısı Melek Ahmed
Paşa aracılığıyla Sultan 4'üncü Murat'ın hizmetine girdi. Gezmeye ilgisi
çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve
masallardan kaynaklanır. Seyahatname’nin giriş bölümünde gezi merakını bir
rüyaya bağlar. Kendi anlatımınına göre, bir gece rüyasında Hazreti Muhammed’i
gördü. "Şefaat ya Resulallah" diye şefaat isteyecekken, şaşırıp "Seyahat ya
Resulallah" dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar.
1635’te, yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini,
duyduklarını yazmaya başladı. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi. 1645’te
Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle
uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed
Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi
bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a
dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra
Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında
Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
50 yıllık seyahat
Gezileri 50 yıl sürdü. Gezilerinde karşılaştığı toplumların yaşama düzenini ve
özelliklerini yansıtan gözlemler yaptı. Kültürleri, günlük yaşayışları inceledi
ve ünlü Seyahatname’sinde yazdı. Seyahatname’nin üslubu, Divan edebiyatı düz
yazılarının tersine son derece sadedir. Dili kolayca anlaşılır. Konuşma diline
yakın, akıcı bir üslup kullandı. Anlatımlarında kimi zaman mizah unsurlarına da
yer verdi. Gözlemlerine, kendi düşünce ve çıkarmalarını da ekledi. Anlatımını
belli bir zaman dilimiyle sınırlamadı. Seyahatname’de geçmişle gelecek, şimdiki
zamanla geçmiş iç içedir. Yapısı gereği Seyahatname bir kültürel derleme
niteliğindedir. İçinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öyküleri, türküler, halk
şiirleri, söylenceler, masallar, maniler, halk oyunları unsurları, giyim-kuşamla
ilgili özellikler, düğün-cenaze törenleri, yerel oyunlar, inançlar, komşuluk
bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat özellikleri de vardır.
Ayrıca gezilen bölgelerdeki evler, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak,
hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra, köprü gibi çevresel
yapıları da inceler. Seyahatnamesi, yalnızca 17'nci Yüzyıl Osmanlı dünyası için
değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli
bir tarihsel coğrafya-kültür haritası niteliğindedir.
_________________
Her sabah yasadigimdan once seni sevdigimin farkina variyorum Sensiz bir gune
gozlerimi acacaksam eger hic uyanmak istemiyorumFAKİR BAYKURT
1929’da Burdur’un Yeşiloca ilçesi Akçaköy’de doğdu. Az topraklı köylü bir
ailenin çocuğu. 1948'de Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdi, 5 yıl köy öğretmenliği
yaptı. 1955'te Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. Sivas, Hafik ve
Şavşat’ta öğretmenlik, ilköğretim müfettişliği yaptı. İlk romanı "Yılanların
Öcü"nün yayınlanmasından sonra Bakanlık emrine alındı. 1962'de ABD Indiana
Üniversitesi'nde ders araçları konusunda eğitim gördü. Yurda dönüşünden sonra
Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın (TÖS) kuruluşunda görev aldı ve Türkiye
Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖMFED) Genel Başkanı oldu. İlk
öğretmenler boykotu nedeniyle 1969'da açığa alındı. 1971'de istifa etti. 12 mart
döneminde 1971’de sıkıyönetimce tutuklandı. Askeri mahkeme önünde uzun süre
yargılanıp beraat etti. Salıverildikten sonra Almanya’ya gitti. Uzun süre
Duisburg kentinde yaşadı. 10 Ekim 1999’da burada yaşamını yitirdi. Yazmaya
şiirle başladı. Orhan Veli çizgisinde ama köy hayatı içerikli şiirler yazdı.
1950'den sonra öykü ve romana yöneldi. Ona göre öykü, "yazıldığı dönemin
tarihsel, toplumsal renklerini, özelliklerini içermeli az da olsa belge işlevi
yüklenmelidir." İlk öykü kitabı "Çilli"den başlayarak öykülerinde kesitleri
değil geniş açılımları, bir anın olayını değil geniş dönemlerin olaylarını
işledi. Romanlarında Türkiye'deki köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakış
açısıyla ele aldı. Köylünün bilinci ve bilinçaltındaki istekleri, tepkileri,
çelişkileri yansıttı. 1950-1970 döneminde etkili olan "köy edebiyatı
hareketi"nin önde gelen temsilcisi oldu.
FALİH RIFKI ATAY
1894'te İstanbul'da doğdu. Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Edebiyat
Fakültesi'ni bitirdi. 20 Mart 1971'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. 1911'de
"Tecelli" dergisinde ilk şiirleri, Servet-i Fünun dergisinde ilk denemeleri
yayınlandı. 1913'te Tanin gazetesinin başyazarı oldu. İstanbul mektupları,
röportajlar, köşe yazıları yazdı. 1913-1914'te Bahriye ve Dahiliye kalemlerinde
çalıştı. 1'inci Dünya Savaşı'nda yedeksubay olarak Suriye'de bulundu. 4'üncü
Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın özel kaleminde görev yaptı. Cemal Paşa Bahriye
Nazırı olunca bakanlıkta çalışmaya başladı. Heybeliada Çarkçı Mektebi'nde Türkçe
öğretmenliği yaptı. 1918'de birkaç arkadaşıyla birlikte Akşam gazetesini kurdu.
Gazetenin Kurtuluş Savaşı'nı desteklemesi nedeniyle divan-ı harpte yargılanıp
tutuklandı. 2'nci İnönü Savaşı'nın kazanılmasından sonra serbest bırakıldı,
Anadolu'ya geçti. 1922'den sonra Bolu ve Ankara milletvekili olarak Meclis'e
girdi. Atatürk'e yakın kişiler arasında yer aldı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin
yayın organı olan Hakimiyet-i Milliye gazetesinde, ardından Ulus'ta yayınlanan
köşe yazılarında, Osmanlı Devleti'nden Cumhuriyet'e geçişin yarattığı sorunlar
üzerinde durdu. Yapılan reformları ve Batılılaşma çalışmalarını savundu. Gezi
yazılarıyla Cumhuriyet döneminin ilk örneklerini verdi. 1950'de Demokrat Parti
iktidarından sonra 1952'de İstanbul'da "Dünya" gazetesini kurdu. Yaşamının
sonuna kadar bu gazetede başyazılar ve röportajlar yazdı.
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
18 Mayıs 1989'da İstanbul’da doğdu. 8 Kasım 1973’te Akdeniz’de seyreden Samsun
gemisinde yaşamını yitirdi. Türk şiirinde "hecenin 5 şairi" diye bilinen
şairlerden biri. Yenilikçi edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve
romantik İstanbullu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı. Türkçenin
gelişmesine büyük katkı sağladı. Milli edebiyat akımına verdiği güçle
kendisinden sonra gelen kuşaktaki biçok şairi etkiledi. Yahya Kemal Beyatlı ve
Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu. İstanbul
Darülfünun'u Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini yarım bıraktı. Kayseri, İstanbul ve
Ankara’da liselerde ve öğretmen okullarında edebiyat dersleri verdi. 1946-1960
arasında Demokrat Parti'den İstanbul milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960’tan
sonra bir süre Yassıada’da tutuklu kaldı. Biraz Cenap Şahabettin'den, büyük
ölçüde de Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle
yazdı. Sonra hece veznine döndü. Anadolu insanının duygularını işleyerek Milli
edebiyat akımının yurtçu duyarlılığını zenginleştirdi. Erkek bencilliğini
yücelten aşk şiirleri de yazdı. Anayurt adlı dergiyi 8 sayı çıkardı. "Çamdeviren",
"Deli Ozan" gibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı. Fıkra, manzum oyun, roman
türünde eserleri de var.
FATMA ÂLİYE HANIM
1862'de İstanbul'da doğdu 1936'da yine İstanbul'da yaşamını yitirdi. İlk kadın
romancımız, ilk kadın felsefecimiz, edebiyatımızda ilk kez çeviri yapan, kadın
haklarından ve kadın-erkek eşitliğinden ilk kez bahseden, hakkında ilk defa
monografi yazılan yazar. Tanzimat döneminin ünlü devlet adamı Ahmed Cevdet
Paşa'nın kızı. Babasının konağında özel öğretmenlerden Fransızca, tarih,
edebiyat ve felsefe dersleri aldı. Yazmaya Fransızca'dan yaptığı çevirilerle
başladı. İlk çevirisi George Ohnet'den Volente. O dönemde edebiyatla uğraşmak
kadınlar için hoş karşılanmadığından çevirisi Meram adı ve "Bir Hanım" imzasıyla
yayınlandı. Sonraları "Meram Mütercimi" olarak tanındı. Bir çok makalesi
"Mütercime-i Meram" adıyla yayınlandı. Nisvân-ı İslâm adlı anı kitabı Fransızca,
İngilizce ve Arapça'ya, Udî adlı romanı Fransızca'ya çevrildi.
Fatma Aliye Hanım'ın felsefeye merakı gençliğinde başladı. Olayları dikkatle
incelemesi, çeşitli ailelerdeki gözlemleri onu felsefeye götürdü. Felsefeye
merakı arttıkça daha çok kitap okudu, babası ve arkadaşlarıyla felsefe
tartışmalarına girdi. Babasıyla birlikte Aristotales ve Platon ile İbn-i Rüşt ve
Gazali'nin felsefelerini karşılaştırdı. 1904'te ilk felsefe tarihini yazdı.
Thales'le başlayıp ilk çağ felsefesini anlattığı bu kitabın ikinci bölümünü
İslâm Felsefesine ayırdı.
Kahramanları kadın olan öyküler ve romanlar yazdı. En önemli eseri sayılan
Muhâdarât'ta bir kadının ilk aşkını unutamayacağı tezini çürütmeye çalıştı.
Romanlarında zaman zaman toplumsal sorunları ele aldı, felsefeye yer verdi. Udî
adlı romanında müziğin felsefe ile ilişkilerine değindi. Bu romanda, babasının
etkisiyle müziğe ilgi duyan bir kızın daha sonra hayatını kazanmak amacıyla
dersler vermesi anlatılır. Fatma Aliye Hanım, düşünceleri ve yaşam biçimiyle ilk
kadın hakları savunucularındandır. Döneminin toplumsal koşulları gözönüne
alındığında düşünceleri ve savunduğu görüşlerin son derece cesur olduğu ortaya
çıkar. Kadın-erkek eşitliğine inanan ve savunan Fatma Aliye Hanım, her iki
cinsin aynı eğitim olanaklarından yararlanmasını istedi. Çok kadınla evliliğe
karşı çıktı. Boşanmada kadınların da söz hakkı olması gerektiğini savundu.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
1914'te İstanbul’da doğdu. Babası subay olduğu için ilk ve orta öğrenimini
Türkiye'nin değişik yerlerinde tamamladı. Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nu
bitirdi. Orduya katıldı. 15 yıl asker olarak hizmet yaptı, Doğu ve Orta Anadolu,
Trakya'yı dolaştı. Önyüzbaşı rütbesinde iken kendi isteğiyle ordudan ayrıldı.
Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü'nde kısa bir süre görev yaptı. Çalışma
Bakanlığı İş Müfettişi olarak İstanbul’da çalıştı. 1959'da İstanbul Aksaray’da
"Kitap" Kitabevini açtı. Yayıncılık yaptı, 1960-1964 arasında "Türkçe" isimli
bir aylık dergi çıkardı. 1970'te yayınevini kapattı, sadece şiirle uğraşmaya
başladı. Yayınlanan ilk yazısı Yeni Adana Gazetesi'nin 1927'de düzenlediği
yarışmada birincilik alan bir öyküydü. İlk şiiri "Yavaşlayan Ömür" 1933'te
İstanbul Dergisi'nde çıktı. Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Peyami
Safa'nın da dikkatini çeken şiirleri Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile,
İnkılapçı, Gençlik, Yeditepe, Türk Dili, Yenilik, Vatan, Çağrı, Türkçe, Ataç,
Türk Yurdu, Yön, Devrim gibi dergilerde yayınlandı. İlk şiirlerinde Necip Fazıl
Kısakürek etkisinde kaldı. "Havaya Çizilen Dünya" (1934) şiir kitabındaki
şiirlerinde bu etki görülür. Kendi şiir çizgisine yönelişi "Çocuk ve Allah",
"Daha" (1940) kitaplarıyla başlar. Şiiri "sezgi" ve "us" olmak üzere iki dönemde
incelenebilir. Sezgi dönemi eserleri "Havaya Çizilen Dünya" (1934), "Çocuk ve
Allah" ile "Daha"yı (1940) izleyen "Çakırın Destanı" (1945), "Taş Devri" (1945)
kitaplarını kapsar. "Asû" (1955) ile başlayan ikinci dönem günümüze kadarki
şiirlerinde etkin olan "usçu" dönemdir. Sezgi döneminde kendine has bir şiir
dili ve biçemi yaratmaya çalıştı. "Us" dönemi ise güçlü bir Türkçe tutkusuyla
dikkat çeker. Dağlarca bu dönemde dilin arılaştırılması çabalarına katıldı,
evrensel temalara ağırlık vermeye başladı. 1970 sonrasında yoğunlukla çocuk
şiirleri yazdı. Hem Türkiye'de hem uluslararası düzeyde birçok ödül kazandı, bir
çok ülkede şiirleri okundu. Kitapları birçok dile çevrildi.
FERİT EDGÜ
24 Şubat 1936’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim
Bölümü’nde eğitim görürken kazandığı bir sınavla Almanya'ya gitti. Oradan
Fransa'ya geçti. 1959-1964 arasında Paris’te resim çalışmalarının yanısıra
felsefe, sanat tarihi, seramik kurslarına katıldı. Askerliğini yedeksubay
öğretmen olarak yaptı. 1 yıl daha Paris’te yaşadı. Türkiye’ye dönüşünde önce
metin yazarlığı yaptı. Daha sonra DATA reklamcılık ve Ada yayıncılık
şirketlerini kurdu. Yazın hayatına şiirle başladı. İlk şiiri 1952’de Kaynak
dergisinde, ilk öyküsü 1954’te Yeni Ufuklar dergisinde yayınlandı. Yazılarında
edebiyatın konumu, yazarın özgün koşulları ve nitelikleri üzerine düşünceleriyle
dikkat çekti. Plastik sanatlar alanındaki deneme, eleştiri ve tartışmalarıyla
ilgi uyandırdı. Romanlarında "niçin" sorusundan çok "nasıl" sorusu üzerinde
durdu. Çevresiyle uyum sağlayamayan bireyin sorunlarına eğildi. "O" adlı romanı,
Onat Kutlar’ın senaryosuyla Erden Kıral tarafından "Hakkâri’de Bir Mevsim"
adıyla filme çekildi. Film, 1983’te 33. Berlin Film Festivali’nde ve 1984’te 2.
Akdeniz Kültürleri Film Festivali’nde ödül aldı. Abidin Dino, Yüksel Arslan,
Bedri Rahmi, Eren Eyüboğlu, Füreya, Aliye Berger ve Ergin İnan’ın yaşamlarıyla
ilgili araştırma kitapları da yayınladı.
FRANCOISE SAGAN
1935 yılında Cajarc’ta doğdu. Gerçek adı Françoise Quoirez. İleride yazacağı
romanlarının kahramanlarının yaratılışında da etkili olacak olan bir burjuva
ailenin kızı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Paris’te yaşamaya başladı. 1954
yılında ilk kitabı, Günaydın Hüzün yayınlandı. Bu kitap yazara Eleştirmenler
Ödülü’nü getirdi. Büyük gürültüler kopartan bu kitabı, aralarında Brahms’
ı Sever misiniz?, Bir Ay İçinde, Bir Yıl İçinde’nin de olduğu diğer romanlar
izledi. 1960 yılında, ilk tiyatro oyunu İsveç’te Bir Şato yayınlandı. 1958
yılında Guy Schoeller’le, 1962 yılında Robert Westhoff’la evlendi. Kırk iki
kitap yazdı.
FÜRUZAN
29 Ekim 1935’te İstanbul’da doğdu. Sadece ilkokul eğitimi alabildi. Kendi
kendini yetiştirdi. İlk öyküsü 1956’da Seçilmiş Hikayeler Dergisi’nde
yayınlandı. 1964-1972 arasında Dost, Yeni Dergi ve Papirüs’te yayınlanan
öyküleriyle dikkat çekti. 1975’te çağrılı olarak Berlin’e gitti. Bir yıl kaldığı
Berlin’de Türk işçilerle röportajlar yaptı. "Benim Sinemalarım" adlı öyküsü
1989’de sinemaya uyarlandı. İlk romanı "Parasız Yatılı" ile 1972 Sait Faik
Hikaye Armağanı'nı kazanınca ünlendi. İlk romanlarında düşmüş kadınlar, kötü
yola sürüklenen küçük kızların, çöküş sürecindeki burjuva ailelerin, yeni yaşama
koşullarından bunalan, yurt özlemi çeken göçmenlerin, yoksulluk içinde yaşama
savaşı veren, tek silahları sevgi olan yalnız kalmış kadınların, çocukların
dramlarına sevecen bir bakışla eğildi. Ayrıntılarla beslediği canlı anlatımı,
karaterleri işleyişindeki derinlikle dikkat çekti. Almanya incelemelerinden
sonra da göçmen ve gurbetçi işçi sorunları üzerinde durdu. Ayrı kültürlerden
gelen insanların yaşamlarından kesitler verdi, özellikle gurbetçilerin
çocuklarının sorunlarına eğildi.
_________________
Her sabah yasadigimdan once seni sevdigimin farkina variyorum Sensiz bir gune
gozlerimi acacaksam eger hic uyanmak istemiyorumEmre Kongar
Ben bugün, tarihe bir not düşmek adına, 2001 yılında, Cumhuriyet gazetesinin,
köşe sahibi olan yazar ve çizer kadrosunu belgelemek niyetindeyim.
Böylece gelecek kuşaklar, yazarlarımızın ve çizerlerimizin tümünü bir liste
halinde görsünler ve bu gazetenin nasıl bir sanat, edebiyat ve bilim birikimini
yansıttığını öğrensinler istiyorum.
Bu listeye, örneğin Vedat Günyol, Hüseyin Baş, Emin Değer, Türkan Saylan, Çelik
Gülersoy, Yekta Güngör Özden, Tanju Erdem, Cüneyt Akalın, Sönmez Targan gibi
sürekli ama muntazam olmayan aralıklarla yazanları dahil etmedim.
Özgen Acar, Behiç Ak, Oktay Akbal, Öztin Akgüç, Alev Anakök, Feridun Andaç,
Selmi Andak, Melih Cevdet Anday, Cüneyt Arcayürek, Mümtaz Arıkan, Duygu Asena,
Erdal Atabek, Toktamış Ateş, Altan Ayanoğlu, Mustafa Balbay, Kahraman Bapçum ,
Enis Batur, Mehmet Baydur, Ataol Behramoğlu, Taner Berksoy, Hikmet Bila,Orhan
Birgit, Atilla Birkiye, Orhan Bursalı, Asuman K. Büke, Cumhur Cambazoğlu, Ahmet
Cemal, Nilgün Cerrahoğlu, Emin Ceylan, Doğan Cüceloğlu, Oral Çalışlar,Cevat
Çapan, Hikmet Çetinkaya, Nuray Çiftçi, Halit Deringör, Adnan Dinçer, Yalçın
Doğan, Necati Doğru, Abdülkadir Elçioğlu, Aydın Engin, Oktay Ekinci, Selçuk
Erez, Orhan Erinç, Metin Erksan, Turgay Fişekçi, Memet Fuat, Aykut Göker, smail
Gülgeç ,Dikmen Gürün ,Emin Gürses, Doğan Hasol, Müşerref Hekimoğlu, Ziya
Işıküstün, Selim İleri, Attila İlhan, Ahmet İnam,Evin İlyasoğlu, Mikdat Kadıoğlu,
Işık Kansu, Musa Kart, Deniz Kavukçuoğlu, Yakup Kepenek, Emre Kongar, Şükran
Kurdakul, Ahmet Kurt, Nuri Kurtcebe, Önder Kütahyalı, Erol Manisalı, Kamil
Masaracı, Ayşe Emel Mesci; Türkel Minibaş, Fethi Naci, Tan Oral, Zeynep Oral
,İzzetin Önder; ,Güray Öz, Vedat Özdemiroğlu ,Işıl Özgentürk, Semih Poroy, Vecdi
Sayar,İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Mahmut Sert, Celal Şengör, Ali Sirmen, Deniz
Som,Şükran Soner, Mehmet Sucu, Yılmaz Şipal, Tayfun Talipoğlu, Server Tanilli,
Leyla Tavşanoğlu, Zafer Temuçin, Sadullah Usumi ,Ergin Yıldızoğlu, Abdülkadir
Yücelman, Levent Yücelman, Ayşegül Yüksel, Özlem Yüzak, Ümit Zileli
Ben bu takımın içinde yer almaktan onur duyuyorum.,İsimleri burada yer almayan,
ama "gazeteyi yapan" tüm öteki arkadaşlarımla da iftihar ediyorum.
Aşağıda, tarafınıza sunulan Gazetemiz yazarları ile ilgili bilgiler 07 Mayıs
1996 tarihinde yayınlanan özel ekten aynen alınmıştır.
İLHAN SELÇUK
Alın bakalım, ne yazalım şimdi buraya, yalnız son birkaç yılında İlhan Selçuk'un
aldığı ödüller ve bu ödüllerin gerekçesi bile bize yazacak yazı, söyleyecek söz
bırakmıyor. O ve Cumhuriyet karşılıklı birbirlerinin simgeleri. Bizim için tek
çıkar yol burada kuru bir özgeçmiş özeti sunmak;
1925 yılında Aydın'da doğdu. 1950'de İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
Avukatlık stajı da yaptı. Ama o gün bu gün gazetecilikten başka iş yapmadı.
Büyük olasılıkla gazetecilikten başka iş de bilmiyor.
Mesleğe dönemin en ünlü mizah dergisi Akbaba'da Yusuf Ziya Ortaç gibi bir meslek
ve dil ustasının yanında başladı.Kardeşi çizgi ustası Turhan Selçuk'la birlikte
41 buçuk, Dolmuş Karikatür dergilerini çıkardı.
Yeni İstanbul, Akşam, Tanin, Vatan ve Ulus gazetelerindeki meslek duraklarından
sonra 1962' de Cumhuriyet'te Pencere' sini açtı. Pencere sadece Selçuk
tutuklandığı, işkence köşelerinde ağırlandığı günlerde kapalı kaldı. O günler
dışında hep ışık saçtı. Pencere'den her gün aydınlanma çağının, aklın, ilerici
insanlığın düşlerinin, yurtseverliğin, antiemperyalizmin, sosyalizmin ışıkları
yayıldı, yayılıyor.
MUSTAFA BALBAY
Çekirdekten yetişme terimi Mustafa Balbay'ı iyi tanımlar. Mesleğin en alt
basamaklarından, küçük bir taşra gazetesinde stajyer muhabirlikle
başladı.Basamakları çok çabuk tırmandı. Henüz 44 yaşında ve Cumhuriyet'in Ankara
Temsilcisi. Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulunu 1981' de bitirdi.Ama
gazeteciliğe daha öğrenciyken, Gazete İzmir'de başlamıştı. Sonra Milliyet'in
ardından Cumhuriyet'in İzmir Bürolarında muhabir olarak çalıştı. Cumhuriyet
İzmir Bürosu'nda istihbarat şefliği yaptı. İstihbarat Şefliğini 1989' dan
itibaren Cumhuriyet Ankara Bürosu'nda sürdürdü. 1992 de ise İstanbul'a geçti.
Cumhuriyet Haber Merkezi Müdürlüğü'nü üstlendi. 1993'te yeniden Başkent'e
döndüğünde artık Ankara Temsilcisi olmuştu. Bunlara 1994 ten itibaren köşe
yazarlığı da eklendi. Balbay GÜNDEM adlı günlük yazılarında, Ankara'dan ille de
asık suratlı, hazmı güç yazılar yazılmasının zorunlu koşul olmadığını kanıtladı.
İzin günlerinde eşofmanlarını çekip koşar, yıllık izinlerinde ise normal
turistlerin tersine çivili ayakkabılarla dağ bayır tırmanır yada kimsenin aklına
gelmeyecek ülkelere gider. Çok tertipli bir insandır.
ORHAN BURSALI
1947'de doğdu. Eğitimi politik bilimler üstüne ( Berlin Freie Universitaet).
Gençliğinde tutuklanma dahil militanca politik etkinlikler içinde oldu. Meslek
olarak 1974'ten bu yana gazeteci. Gazeteciliğinde de dış politika konusunda
uzmanlaştı. Yani pozitif bilimlerle ve teknikle pek ilgisi yok sanıyordu. Oysa
bugün Türkiye'nin en iyi ve en deneyimli popüler bilim yayıncılarından biri.
Cumhuriyet'in en ilgi gören haftalık eklerinden Bilim ve Teknik'i yıllardır o
yönetiyor. Evindeki zili bile onaramadığı halde elektrik ve elektronik üstüne en
çetrefil yazıları bizlerin anlayacağı bir dil yalınlığına indirgiyor; yıldızlara
baktığında çoğu kez şiir düşünmesine rağmen her hafta astronomi, uzay
araştırmaları, kuyruklu ve kuyruksuz bilumum yıldızlar ve gezegenler üstüne
ilginç yazılar seçiyor ve yayımlıyor. Ayrıca televizyon Bilim Dünyası, Bilim
Gündemi, Bilim Dosyası adlı 100'e yakın program hazırladı ve sundu. Bir kitabı
da var bilim üstüne: Bilim Nereye Koşuyor? Ama eski göz ağrısı politikayla
bağlarını koparmadı. O yüzden Perşembe günleri Cumhuriyet' teki köşesinde
politik ağırlıklı, cumartesi günleri ise Bilim ve Teknik ekinde bilimsel
içerikli yazılar yazıyor.
_________________
Her sabah yasadigimdan once seni sevdigimin farkina variyorum Sensiz bir gune
gozlerimi acacaksam eger hic uyanmak istemiyorum
ZİYA PAŞA
HAYATI
İstanbul'da doğdu, 17 Mayıs 1880'de Adana'da öldü. Asıl adı Abdülhamid
Ziyaeddin'dir. Beyazıt Rüştiyesı'ni bitirdi. Özel öğretmenlerden Arapça ve
Farsça öğrendi. Sadaret Mektubî Kalemi'ne devam etti. Mustafa Reşid Paşa'nın
yardımıyla 1855'te Saray Mabeyn Kâtipliği'ne girdi. Âli Paşa'nın sadrazam
olmasıyla saraydan uzaklaştırıldı. Zaptiye Nezareti müsteşarlığı, 1861'de
Kıbrıs, 1863'te Amasya mutasarrıflığı görevlerinde bulundu. Bosna bölgesi
müfettişliği Meclis-i Vâlâ azalığı yaptı. 1865'te Meşrutiyet yanlısı Yeni
Osmanlılar Cemiyetine girdi. İkinci kez Kıbrıs mutasarrıflığına atanınca,
Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı üzerine, Namık Kemal'le birlikte 1867'de Paris'e
kaçtı. Daha sonra Londra'ya geçti. M. Fâzıl Paşa'nın sağladığı olanaklarla,
Namık Kemal'le birlikte 1868'te Hürriyet gazetesini çıkardı. M. Fazıl Paşa
sarayla anlaşıp, gösterdiği ilgiyi kesince, 1870'te Cenevre'ye geçti. Namık
Kemal, Agâh Efendi, Ali Suavi ve öbür arkadaşlarıyla Yeni Osmanlılar
Cemiyeti'nin yönetiminde görev aldı. Âli Paşa'nın ölümü üzerine 1871'de
İstanbul'a döndü. 1876'da Maarif Nezareti müsteşarlığına atanmasına değin birçok
görevde bulundu. Namık Kemal'le birlikte Kanun-i Esasî Encümeni'nde çalıştı. II.
Abdülhamid tarafından İstanbul'da bulunması sakıncalı görülerek, vezirlik
rütbesiyle 1877'de Suriye valiliğine gönderildi. Daha sonra Adana valiliğine
atandı. Burada görevdeyken öldü.
Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma
hareketinin etkisinde gelişen ve çağdaş Türk edebiyatının ilk aşamasını
oluşturan üç yazardan biridir. 1855'te sarayda görev yaptığı yıllarda
Fransızca'yı öğrenmiş, bu ona Fransız edebiyatını tanımanın yollarını açmıştır.
Bir yandan da şiirler, padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da
yazdığı 'Tercî-i Bend' şiiriyle tanınmıştır. Paris'te bulunduğu yıllarda
çeviriler de yapmıştır.
Hece ile yazılmış birkaç şarkısı dışında, Divan şiiri geleneğine bağlı
kalmıştır. Kullandığı mazmunlarla bu şiir anlayışının duyuş ve düşünüş
özelliklerinden yoğun biçimde yararlandığı görülür.
Batılılaşma yanlısı düşüncelerini, siyasal inançlarını, dil ve edebiyat
konusundaki görüşlerini düz yazılarında dile getirmiştir. 1868 'de Hürriyet'te
yayımladığı ünlü 'Şiir ve İnşa' makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye
erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel
alınması gerektiğini savunmuştur. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin
önsözünde ise halk edebiyatını küçümseyerek Divan edebiyatını övdüğü görülür.
Düşünce yanında beliren bu ikilem onun 'alışkanlıklardan ve duygulardan doğma
muhafazakâr yönü' olarak nitelendirilmiştir.
Şiirlerinde, Tanzimat'la birlikte gelen halk, adalet, özgürlük, uygarlık gibi
kavramları savunmuştur. Toplumdaki bozukluklar üzerinde durarak 'yeni insan'ı
var edebilecek yeni bir düzenin nasıl oluşması gerektiğini işlemiştir. Kendi
duygu ve düşünce evrenini dile getirdiği şiirlerinde de felsefi yanı ağır basar.
'Tercî-i Bend'de insanın yaşam gerçeği karşısında anlaşmazlıklar içindeki
durumunu, us ve inançları arasındaki gizi 'Terkib-i Bend'de de gene 'kişinin
küçüklüğünü, insan iradesinin ve gücünün reddi'ni tema olarak işlemiştir. Zulüm,
adaletsizlik ve haksızlıkları, dönemin toplumsal bozukluklarını eleştirmiştir.
ESERLERİ
Zafernâme; Harâbat, 3 cilt, 1874; Tercî-i Bend ve Terkib-i Bend, ty; Eş'âr-ı
Ziya, (ö.s), 1881, Külliyat-ı Ziya Paşa, (ö.s), S. Nazif (der.) 1924-1925; Rüya,
(ö.s.), 1910; Veraset Mektupları, (ö.s.), 1910; Ziya Paşa'nın Şiirleri, (ö.s.),
1960
ORHAN VELİ KANIK
Orhan Veli Kanık 13 Nisan 1964’te , İstanbul’da doğdu. Galatasaray’da başladığı
öğrenimini , kısa bir süre sonra babasının atandığı Ankara’da sürdürdü. Liseyi
bitirince İstanbul’a gelerek Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdiyse de ,
bir süre sonra öğrenimini yarım bıraktı. 1936’da Ankara’ya döndü ve askere
gidene kadar PTT Genel Müdürlüğü’nde memurluk etti. Yedek subaylığını
tamamlayınca , iki yıl kadar , gene Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme
Bürosu’nda çalıştı.1947’de , bu kurumda “antidemokratik bir hava” esmeye
başladığını söyleyerek istifa etti. 1 Ocak 1949’da yayımlamaya başladığı , on
beş günde bir çıkan , iki sayfalık “yaprak” dergisini 15 Haziran 1950’ye kadar
yirmi sekiz sayı sürdürdü.
Dergiyi çıkaramayacağını anlayınca Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gitti. Gene o
yılın kasım ayı içinde , bir haftalığına geldiği Ankara’da bir gece , yolda ,
tamirat için kazılmış bir çukura düşerek ayağından yaralandı. İstanbul’a
döndükten bir iki gün sonra bir arkadaşının evindeyken birdenbire fenalaşarak
kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde , 14 Kasım 1950’de beyin kanamasından
öldü.
Varlık Yayınevi , Orhan Veli’nin beklenmedik ölümü üzerine , okurlardan gelen
istekler doğrultusunda , “Bütün Şiirleri” adlı bir kitap derledi. Birinci basımı
1951’de yapılan bu kitapta , şairin 1945-1949 yılları arasında basılan beş
kitabıyla , çoğu “varlık” dergisinde çıkmış olan ilk şiirleri bir araya
getiriliyordu.
Orhan Veli , şiirlerinin yanısıra düz yazı şeklinde de yazı yazmış , çeviriler
yapmıştır. La Fontaine’nin masalları’nı dilimize çevirmiş ve bu çevirisiyle de
ün yapmıştır.
İlk şiirlerinde hece veznini ve kafiyeyi kullanmışsa da 1940’tan sonra vezni
atmış , kafiyeyi umursamamıştır. Yeni şiire öncülük etmiştir. Ona göre şiirin
görevi , gördüklerini , olduğu gibi , süslemeden verebilmekti. Şiirlerinin
çoğunda bir olayı , bir hikayeyi yaşatır gibidir. Bunların çoğunda kahraman
kendisidir.
Orhan Veli’nin bir özelliği de İstanbul’a olan aşırı tutkusu ve şiirlerini
onunla doldurmasıdır. Yalnız onun İstanbul’u tarih , saat ve kültür İstanbul’u
değildir. Cıvıl cıvıl insanları , çiğnenmiş kaldırımları , yaşanmış aşkları ,
denizi , balıkları , rüzgarları , manzaraları ile insanı büyüleyen İstanbul’dur.
Orhan Veli , özellikle son zamanlarında toplumu hicveden , sosyal çekişme
eğilimli şiirler yazdı.
Orhan Veli’nin eserleri ; ( şiir kitapları ) Garip ( 1941 ) , Vazgeçemediğim (
1945 ) , Destan ( 1946 ) , Yenisi ( 1947 ) , Karşı ( 1949 ) .
Çevirileri ; La Fontaine’nin Masalları ( 1943 ) , Fransız Şiiri Antolojisi.
Ayrıca halk diliyle nazma çektiği Nasrettin Hoca Hikayeleri adlı akımını
başlatarak kazandı. Garip’in Orhan Veli’nin kaleme aldığı önsözünde, ölçü ve
uyağın şiiri yozlaştırdığı vurgulanıyor. Orhan Veli Garip için şunları yazmıştır
;
Güçlüklere , bir başına da olsa , karşı koyan insan kuvvetli insan olmalı. Ben
bunu yalnız kalıp da ümitsizlik içinde olduğunu hissettiğim anlarda daha iyi
anladım. Bununla beraber , senelerden beri , o kadar çok zamanlar yalnız kaldım
ki bu hale âdeta alışır , hattâ – kuvvetli olmanın gururunu duyabilmek için –
zaman zaman yalnızlığı arar oldum. Şu anda gurur diye isimlendirdiğim bu his
başlangıçta bir avunma yolu idi. Hayatlarının , benim gibi , ıstırapla dolu
olduğunu sananlar , eseri vardır.
Orhan Veli Kanık asıl ününü lise arkadaşları Oktay Rıfat ve Melik Cevdet
Arday’la birlikte yayımladığı Garip adlı kitabın adıyla anılan şiir buna benzer
bir sürü avunma çareleri bulmuşlardır. Bu çareler , o yalnız kalmış insanların ,
yalnızlık anlarındaki arkadaşlarıdır. Hayatın karşısında , hatta sırasında
ölümün karşısında , ancak bu arkadaşların yardımı ile tutunabiliriz. Benim ,
yukarıda bahsettiğim gurura benzer , birkaç arkadaşım daha var. Vakit olsa da
sizinle , onlar hakkında konuşabilsem. Ne iyi olur! Ama , Garip için yazacağım
bir yazıda işi dertleşmeğe dökersem belki de bana kızarsınız. Onun için , size
şimdilik , bunların yalnız bir tanesinden bahsedeyim.
“Hiçbir yaptığımdan pişman olmayacağım.” diye bir karar vermişliğiniz var mıdır?
Benim vardır. Çok da faydasını gördüm. Bundan bir hayli zaman evvel böyle bir
karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı
muhakkak ki daha fazla olurdu. Bu arada “ 1941 senesinde Garip adlı bir kitap
neşretmişim “ diye döğünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada razı
olamazdım. Garip yeniden basılırken , içimde böylece “yiğitlik bende kalsın “
dermişim gibi bir his var. Şiirdeki garip mefhumu üzerinde bugün bir yazı
yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. Onları beş sene evvel yazmıştım.
Beş sene sonra da aynı şeyleri söliyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? O
günden ölseydim olmazmıydı? 1941 senesinde söylediklerim , 1616senesinde 52
yaşında iken ölen Shakespear’in , 377 yaşında söylemesi lâzım gelen sözlerdi.
Aynı şekilde , bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz
otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.
Bir oluş , bir kendimize geliş devrindeyiz. Dilimizin , günden güne bile , ne
kadar değiştiğini farketmiyorsanız benim bir bu yazıma , bir de o zamanlar
neşrettiğim Garip’e bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu farkın bütün
günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin ; işin , değişen , daha ileriye ,
daha güzele giden bir cemiyetin işi olduğunu anlarsınız. Bu gidişe ayak
uydurmamış insanlarla da karşılaşmanız kabil. Ama her ileriye gidişte bir sürü
döküntü bırakmıyor , bir sürü fire vermiyor muyuz? Hattâ , çok kere , o
döküntüler ayaklarımıza takılıp bizim de yolumuzda yürümemize engel olmuyorlar
mı?
Yazdıkça farkediyorum ; Garip ‘in müdefasını kalkışmış gibi bir halim var. Garip
‘i kimseye karşı değil , kendime karşı müdefa etmek isterim. Garip’i
başkalarından evvel kendime karşı müdefa etmek isteyişim , ondaki kusurları ,
başkalarından çok kendim bildiğim içindir. “ Benden başka bilen yoktur “ demiş
gibi de olmayalım ; başkalarından kasdıra kitabım hakkında söz söylemiş
olanlardır. Bunların içinden , üzerinde durulmağa değer , bir tek tenkid yazısı
hatırlıyorum. O tenkidi yazan zat , fikirlerine gerçekten inandığım bir
dostumdu. Cemiyete bağlı bir sanatın , ferdin ruhî hayatile ilgilenemiyeceğini
söylüyordu. Ben ferdin ruhî hayatının cemiyetten büsbütün ayrı bir hadise
olduğunu ileri sürmemiştim ki. Yoksa o dostum mu işi böyle telâkki ediyor?
Etmemesi lâzım. Çünkü zıd nazariyelerin benim kadar uzlaştırıcı olmayan
taraftarları bile , sırasında , kendi fikirlerini karşı tarafın iddiaları ile
tamamlıyorlar. Meselâ hiçbir Freud’cü yoktur ki şuuraltına itilen temayüllerin
oraya cemiyetler tarafından itildiğini , dolayısı ile şuuraltı dediğimiz âlemin
meydana gelmesinde cemiyetin pek büyük bir payı olduğunu kabul etmesin. O zaman
söylememişsem şimdi söyliyeyim ; şuuraltı’nı bir varlık değil , bir fikrin izahı
için ileri sürülmüş bir mefhum diye kabul ediyorum. Hani birtakım insanların
Allahı kabul etmeleri gibi.
Bu bahsi derinleştirmek isterdim. Ama söyliyeceğim sözlerin âlimâne olmasından
korkuyorum. Şiir hakkında âlimâne olmadan da söylenebilicek sözler var. Fakat
Garip’i yazdığım zaman , daha ziyade , garipliğin nereden geldiğini düşünüş ,
şiirin kıymetleri üzerinde o kadar durmamıştım. Gerçi o kıymetleri , o vakitler
, pek de bilmiyordum ya. Ama bugün öyle değil. Şiir üzerinde hem tecrübem hem
bilgim. Bununla beraber o tecrübeleri , o bilgileri anlatmak bana , şu anda , o
günkünden daha güç görünüyor. Daha doğrusu , anlatılmasından ziyade ,
anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. Hoş , böyle olmasa da , söyliyeceğim
sözler neye yarayacak bilmem. Fikir tarihi , bir fikir madrabazlığı tarihinden
başka bir şey değil. Bugüne gelinceye kadar bir sürü şeyler söylenmiş. Ama ,
gerçek olarak ne söylenmiş? Bir aralık , bir arkadaşım “ Sanat bahislerinde
aksini isbat edemiyeceğim mesele yoktur “ demişti. Aksi isbat edilemiyecek
mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat
edilecek mesele yok ; ne diye düşünüyor , ne diye konuşuyor , ne diye yazıyoruz?
Sanattan bahsetmek de , sanatla uğraşmak gibi , kaçınılmaz , şifa bulmaz bir
hastalık mı yoksa?
İstanbul , Nisan 1945
_________________
Her sabah yasadigimdan once seni sevdigimin farkina variyorum Sensiz bir gune
gozlerimi acacaksam eger hic uyanmak istemiyorum
Aşık Veysel Şatıroğlu
Aşık Veysel
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın...
Aşık Veysel, hayatini anlattığı bir şiirinde "Ücyüz-onda gelmiş idim cihana"
diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan
Köyünde dünyaya gelmiş. Anasi Gulizar, bir yaz günü koy dolaylarındaki Ayıpınar
merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel'i.
Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar ana. Bebesini bir çaputa
sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet; b****** adini Veysel koymuş.
Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi
yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas'ta. Küçük Veysel de
yakalanmış. Sol gözünde, cicegin beyi çıkmış kendi deyimiyle... Göz akıp gitmiş.
Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle.
Babasına "Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var."
demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış
Veysel'in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın
donuverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de
akıp gitmiş böylece. Veysel'in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız
kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler Veysel'in kotu kaderine.
Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya
çalışmış oğlunu. Sivas'ın köyleri saz sairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip
Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş calip söylediklerini.
Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini,
babasının arkadaşı olan Çamşıh'lı Ali Ağa'dan almış. Ve gitgide, kendini iyice
saza vermiş Veysel. Unlu Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman.
Yirmibes yasındayken (1919) anası, babası Veysel'i Esma adında bir kızla
evermişler ve kısa sure sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan (1921). Acı
üstüne acı gelmiş, ama bitmemiş talihin kotu oyunu. İkinci çocuğu on günlükken,
*******n memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karisi yanaşmalarıyla evden
kaçmış. Bu olay çok koymuş Veysel'e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış.
Karisi koyup gittiğinde bir kızı varmış Veysel'in. Daha bir yasini bile
bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel, ne çare o da yaşamamış. Bu
sıralar Veysel'i yeniden evermişler. Bu karisi çocuk vermiş Aşığa. Biri olmuş,
iki oğlan, dört kız, altısı sağ. Onlar da 18 torun vermiş Veysel'e.
Aşık Veysel, Cumhuriyetin Onuncu yıl dönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka
ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır,
çekinirmiş. O yıllarda sairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış
Veysel'i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel'in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel;
şairliğinin gelişmesinde Tecer'in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her
zaman. Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Pasa için
söylediği: "Türkiye'nin ihyası Hazreti Gazi" mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan
sonra bütün yazdıklarını calip söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden
dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış,
yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır. Halk
ozanlarından en çok Karacaoglan'i, Yunus'u, Emrah'i, Dertli'yi severdi.
Çağımızın ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer'in ayrı bir yeri vardı Veysel'de. Onun
aracılığıyla Koy Enstitülerinde bir sure saz öğretmenliği de yapmıştı Veysel.
Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Cifteler, Kastamonu, Yildizeli, Akpınar Koy
Enstitülerinde bulunmuştu. 1952 yılında İstanbul'da büyük bir jübilesi yapılan
Aşık Veysel'e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli
Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" özel bir kanunla vatani hizmet
tertibinden aylık bağlamıştı.
Veysel'in bir başka özelliği daha vardı; köyünde ve çevresinde ondan önce bir
tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan'da ilk meyve bahçesini o
yetiştirmişti. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize
kadar turlu turlu meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu
bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri "Atalarımız bunca yıl böyle bir is
yapmamışlar, su kor adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?"
demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki
dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa "O kor değilmiş, meğer kor olan
bizmişiz diyerek Aşık Veysel'i kutlamışlar. iste böylesine uzağı gören bir
insandı o... Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı (ölümü 21 Mart 1973). Fakat
karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle... Halk
şiirimizin bu güçlü ozanı yarim yüzyılı aşkın bir sure yazdıklarıyla, calip
söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı. Sanırım simdi de mezarında son uykusunu
ışıklar içinde uyuyordur. Yalnız çağımızda yasayanlar değil, bizden çok sonra
yasayacaklar da "Dostlar Beni Hatırlasın" şiirini unutmayacaklar ve her zaman
rahmetle anacaklardır.
NECİP FAZIL KISAKÜREK
1905 yılının 25 Mayıs'ında İstanbul'da doğdu.
Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyükbabasının İstanbul
Çemberlitaş'taki konağında geçti. Maraş’lı bir soydan gelen şair, ilk ve orta
öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Heybeliada’daki Bahriye Mektebin'de
(Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin pek çok
ünlüleri vardı: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki gibi...
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra
gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te
geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş
__alarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Robert Koleji, İstanbul
Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı (1939-43). Sonraki yıllarında
fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk
şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde
çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı
Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı
şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve
heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve
Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü.
Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin
doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni
bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatının en koyu rengiyle yaşadığı günlerde
Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir
daha ondan kopamaz.
Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro
eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum,
Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam
Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.
Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı
dergilerle düşünce hayatımıza kattığı zenginlik ve bu dergilerde çıkan yazılarla
sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi (1936,17 sayı) dönemin ünlü
edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan
yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet
sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi.
163. maddeye aykırı bulunan yazıları ve kimi zaman da bulunan bahanelerle birkaç
yılda bir hapse mahkum oldu. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları
yer alır.
Sık sık kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı
sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide
Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük
Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki
gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu
şehirlerinde verdiği konferaslarla büyük ilgi topladı. Başta İdeologya Örgüsü
(1959) olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza verdiği büyük hizmet,
diğer tüm yönlerini bile geride bırakacak üstünlüktedir.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle
fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği
Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de
verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.
Necip Fazıl Kısakürek, 1983 yılının (doğduğu gün olan) 25 Mayıs'ında vefat etti
Tevfik Fikret
Tevfik Fikret (24 Aralık1867 - 19 Ağustos1915) Osmanlı dönemi büyük Türk şairi
24 Aralık1867'de İstanbul'da Aksaray'ın Kadırga semtinde doğdu. Baba tarafı
Çankırılı, annesi ise müslüman olmuş Sakızlı bir Rumun kızıydı. 12 yaşında
annesini kaybetti. Fikret, 1888'de Galatasaray Lisesi'ni birincilikle bitirdi.
Hocaları arasında Muallim Naci, Recaizade Ekrem gibi günün seçkin öğretmenleri
vardı. Şiire lise yıllarında başlamış ve ilk şiirini 1883'te yayımlamıştır.
Liseden mezun olduktan sonra önce Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı), daha
sonra da Maarif Mektubi Kalemi'nde çalışmaya başladı. Bir akrabasının yardımıyla
Sadaret Mektubi Kalemi'nde düşük bir ücretle kısa bir süre çalıştı. 1889
Ağustos'una gelindiğinde dördüncü işine istişare odası'nda muavin olarak
başladı. Ayrıca Yüksek Ticaret Okulu'nda Fransızca ve Türkçe dersleri veriyordu.
Ertesi yıl, 22 yaşında, kuzeni, kız öğretmen okulu öğrencisi, 14 yaşındaki
Nazıme hanımla evlendi.
Bu sırada, çeşitli şiir yarışmalarında birincilikler kazandı. 1894'te, Malumat
gazetesinin kurucuları arasında yer aldı. Aynı yıl işinden ayrılıp, Galatasaray
Lisesi'nde (Mekteb-i Sultani) Türkçe öğretmenliğine başladı. Ancak, bütçe
kısıntısından ötürü maaşlar kesintiye uğrayınca 1895'te ayrıldı. Aynı yıl oğlu
Haluk doğdu. Bir yıl sonra Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliğine atandı. Bu
sıralarda yazdığı şiirlerde aşk, ev, doğa temalarını işlemiştir.
1896'ta, hocası Recaizade Ekrem onu Servet-i Funun dergisinin sahibi Ahmet İhsan
ile tanıştırdı. Fikret, derginin tahrir ve tashih işlerine bakmaya başladı.
Sanatta hem içerik hem de biçimde bir atılım yapıp batılılaşmayı ilke edinen
Servet-i Funun topluluğunun hareketine Edebiyat-i Cedide adı verilmiştir. Bu
ekolde, Fikret'in yanısıra Halit Ziya, Cenap Şahabettin, İsmail Safa, Mehmet
Rauf, Samipaşazade Sezai, Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayip, Hüseyin Siyret gibi
isimler bulunuyordu. Ondokuzuncu yüzyılın son dört yılında, Fikret'in
şiirlerinde toplumsal boyutun arttığı, karamsarlığın üste çıktığı gözlenir. 1897
Osmanlı-Yunan savaşı sırasında yurt ve ulus sevgisini dile getiren şiirler
yazdı. Aynı zamanda, Abdülhamit'in baskısı ile sansür ve jurnalcilik arttı.
Özgürlük ve adalet özlemi ile ilgili şiirler yazarken 1898'de birkaç gün için
göz altına alındı ve bundan sonra sürekli izlendi.
Aşiyan'da Tevfik Fikret'in bugün müze olan evi
1900 yılında, ilk kitabı Rubab-ı Şikeste (Kırık Saz) yayımlandı. Ertesi yıl
Ahmet İhsan ile araları bozuldu ve dergiden ayrıldı. Bir süre sonra, bir
çevirisi yüzünden Servet-i Funun kapatıldı. 1902'de kız kardeşini, 1905'te
babasını yitirdi. Aynı yıl, babasının Aksaray'daki konağını satarak
Rumelihisar'ında, planlarını kendi yaptığı ve ölünceye dek oturacağı, bugün
Tevfik Fikret Müzesi olan, Aşiyan'a (Kuş yuvası) yerleşti. Bu dönemde çok az
insanla görüşüyor, toplumcu bir tavırla kavga şiirleri yazıyor, bunlar
İstanbul'da elden ele dolaşıyordu. "Sis", "Sabah Olursa", "Bir Lahza-i Taahhur"
bu dönemin ürünleridir. Bu arada, evinin Abdülhamit'in haber alma örgütünce
sürekli gözetlenmesi onu büyük ölçüde etkiledi. Bu döneminde, özgürlük
getireceğine inandığı İttihat ve Terakki'yi destekliyordu.
24 Temmuz1908'de Meşrutiyet'in ilan edilmesini coşkuyla karşıladı, 'Rücu' ile
'Doğan Güneşe' adlı şiirlerini yazdı. Aynı yıl, arkadaşlarıyla Tanin gazetesini
çıkardı ve eski Servet-i Fünuncularla beraber çalışmaya başladı. Gazetenin,
programından sapıp, vaadettikleri hak ve özgürlükleri kısmaya yönelen İttihat ve
Terakki Fırkası'nin organı durumuna gelmesi üzerine Fikret düş kırıklığına
uğradı ve kendisine Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) önerilmesine
rağmen gazeteden ayrıldı. Maarif nazırı görevine getirilen Abdurrahman Şeref'in
çağrısıyla, Galatasaray Lisesi'nin müdürü oldu ve bir süre önce yanmış olan
okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne
yaptırdığı gerekçesiyle tutucu basının ağır eleştirilerine uğradı. O günlerde 31
Mart Olayı patlak verdi. Fikret, olayı protesto amacıyla önce kendini okulun
kapısına zincirle bağlattı, ertesi gün de istifa etti. Ancak öğrencilerin ve
Maarif Nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama
sekiz ay sonra, yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi'yle anlaşamayarak bir daha
dönmemek üzere Galatasaray'dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun'daki
görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan'a çekildi. Artık, İttihad ve
Terakki iktidarına da muhalif olmuştu. 1912'de meclisin kapatılması üzerine, bu
olayı meclisin 1878'de (Hicri tarihle 1295'te) kapatılmasına benzeterek "Doksan
Beşe Doğru" şiirini yazdı. Bunu "Han-ı Yağma", "Sancak-ı Şerif Huzurunda" gibi
şiirler izledi. Mehmet Akif, 1912'de Süleymaniye Kürsüsü adlı şiirinde Fikret'i
protestanlara zangoçluk etmekle suçladı. Bu bir bakıma, Fikret'in iki ay kadar
önce yazdığı Han-ı Yağma adlı hicvine karşılıktı.Bu şiir için değil, Tarih-i
kadim için tepki göstermiştir.
Bir süre öğretmen okulu'nda da edebiyat okuttuktan sonra sadece Robert Kolej'de
çalışmaya başladı. 1911'de, gençlere seslendiği Haluk'un Defteri yayımlandı. Bu
sıralarda şiirlerinde insancıllığa yönelmiştir. Ağır bir şeker hastalığına
yakalandığı 1914'te sağlığı bozuldu. Balkan ve Trablusgarp savaşlarından yorgun
çıkan Osmanlıların Almanların yanında savaşa girmesi hoşuna gitmedi.
İttihatçılar ile arası yıllar geçtikçe iyice açıldı. Bu arada, 1914'te çocuklara
seslendiği Şermin adlı kitabı yayımlandı.
19 Ağustos1915'te öldü ve Eyüp'te aile mezarlığına gömüldü. Vasiyetine uyulup
Aşiyan'a taşınması için 1961'deki doğum yıldönümünü beklemek gerekecektir.
Yukarıda bahsedilen kitaplarına girmemiş şiirleri (Rubabın cevabı, Tarih-i
Kadim, Doksan Beşe Doğru ve diğerleri) Cevdet Kudret tarafından derlenip 1952'de
yayımlandı. Kaynak: Ahmet Özdemir, Tevfik Fikret Hayatı Sanatı Eserleri,
Bogaziçi Yayınları, Şairler ve yazırları Dizisi, İstanbul 1997
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974)
Türk, romancı ve yazar. Romanlarında Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana
çeşitli dönemlerdeki toplumsal gerçekliğini sergilemiştir.
27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü. İlköğrenimine
ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi.
Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini
İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul
Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla
Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç
yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş
Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.
1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini
ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir,
Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin
kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro
dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran
elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern,
1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan
sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal yaşamının son görevi 1961-1965
arasındaki Manisa milletvekilliği oldu.
Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde
başladı. Fecr-i Âticiler'in "sanat şahsî ve muhteremdir" görüşünü paylaştığı ve
"sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler,
denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı
sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk
toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi
dışında yapıtlarında belli tarihsel dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya
Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet'in, Sodom ve Gomore Mütareke
döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet'in ilk on
yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama
1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920'lerden sonra iyimser bir devrimci
görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde
kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955'ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey
yazmamıştır. Romanları arasında en önemli ve ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve
Yaban'dır.
Nur Baba, Karaosmanoğlu'nun ilk romanıdır. 1922'de kitap olarak çıkmadan önce
gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O
yıllar Karaosmanoğlu'nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve
Çamlıca'daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba'yı
Euripides'in Bakkhalar'ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak
yazmıştır. Roman, tekkenin şeyhiyle, evli bir kadın arasındaki tutkulu bir aşkın
öyküsünü anlatır. İçki, müzik ve sevişmeyle sabahlara değin süren ayinler,
Bektaşi töreleri ve tekke yaşamı kitapta büyük yer tutar. Bu ayinlerle
Bakkhalar'in ayinleri arasında benzerlik bulan Karaosmanoğlu, romanın kadın
kahramanı Nigâr'da cinsel aşktan mistik bir aşka geçişi göstermek istemiştir.
Ancak okur için romanın ilginç yönü Bektaşilik'e ilişkin bilgiler olmuş ve bu
yönü, yapıtın çok satılmasını sağladığı gibi Karaosmanoğlu'nun ününü de
yaygınlaştırmıştır. Ancak Karaosmanoğlu Bektaşilik'in sırlarını açıklamak ve
üstelik Bektaşilik'i küçük düşürmekle suçlandığı için romanın ilk ve ikinci
baskılarına yazdığı "izah"larla bu suçlamalara karşı kendini savunmak gereğini
duymuştur.
Bireyci sanattan vazgeçtikten sonra yazdığı ilk roman olan Kiralık Konak'ta
Karaosmanoğlu, II. Meşrutiyet yıllarında Batılılaşma hareketinin yol açtığı
değer kargaşasını, geleneklerden ve eski yaşam biçiminden ayrılışı ve kuşaklar
arasındaki kopukluğu sergiler. Romanda yazar adına konuşan Hakkı Celis,
başlangıçta yurt sorunlarına karşı ilgisiz, âşık, içli bir şairken, sonradan
bilinçlenerek değişir, bireyin değil, toplumun önemli olduğunu anlar ve "milli
ideal" denen bir sevdaya tutulur. Bu ideal geleceğin Türkiye'si ve ulusudur.
Karaosmanoğlu romanın öbür kişilerini ve dolayısıyla toplumu, bu yeni bilince
ulaşmış Hakkı Celis'in gözleriyle değerlendirir ve yargılar. Ona göre geleceğin
Türkiye'sinde ne geçmişin Osmanlı'sının, ne Batı hayranlarının, ne de yurt
sorunlarından habersiz, yalnızca sanata tapan bireyci aydınların yeri vardır.
Romanın baş kişileri gerçi belli tiplere örnek olarak sunulmuşlardır, ama
Karaosmanoğlu bunları çok yönlü bireyler olarak yaşatmayı amaçlar.
1942'de CHP Roman Armağanı'nda ikinciliği kazanmış olan Yaban, Karaosmanoğlu'nun
en başarılı romanı sayılır. Anadolu köylüsünün gerçeklerini dile getirdiği ve
Türk aydını ile köylüsü arasındaki uçurumu gözler önüne serdiği için övülmüştür.
Ancak bazı eleştirmenler de Karaosmanoğlu'nu, köylüye tepeden bakmak ve onu hor
görmekle suçlamışlardır. Kiralık Konak ile Sodom ve Gomore'de Osmanlı
düşüncesini sürdürenlerle Batı hayranı alafranga sınıfın toplumdaki çürüyen
organlar olarak nitelenmeleri gibi, Yaban'da da gerici Anadolu köylüsü yoz bir
sınıf olarak sunulur. Yeni ulusu yaratmak görevi de vatanı kurtaracak olan
aydınlara düşmektedir. Yaban hem Anadolu'yu ve köylüyü konu edinen ilk önemli
roman olmasıyla hem de çirkin bir gerçekliği şiirsel bir üslupla dile
getirmedeki başarısıyla Türk roman tarihinde saygın bir yere sahiptir.
Karaosmanoğlu toplumsal sorunlara belli bir siyasal açıdan eğilmiş bir romancı
olmakla birlikte, bu sorunlara yaklaşımını elden geldiğince sanatsal bir düzeyde
tutmaya çalışmıştır. Ona karşı yapılan eleştiriler daha çok romanlarının
içeriğine ve bazen de diline yönelik olmuştur. Ruhsal çözümlemede, karakter
yaratmada ve ele aldığı dönemin toplumsal gerçekliğini yansıtmadaki başarısı
övgüyle karşılanmıştır.
YAPITLAR (başlıca): Roman: Kiralık Konak, 1922; Nur Baba, 1922; Hüküm Gecesi,
1927; Sodom ve Gomore, 1928; Yaban, 1932; Ankara, 1934; Bir Sürgün, 1937;
Panaroma, 2 cilt, 1953-1954; Hep O Şarkı, 1956. Öykü: Bir Serencam, 1913;
Rahmet, 1923; Milli Savaş Hikâyeleri, 1947. Anı: Zoraki Diplomat, 1955; Anamın
Kitabı, 1957; Vatan Yolunda, 1958; Politikada 45 Yıl, 1968; Gençlik ve Edebiyat
Hatıraları, 1969. Çeşitli: Bütün Eserleri (bibliyografya içerir), ilk 15 cilt,
(ö.s.), A.Öskırımlı (yay.),
Cenap Şahabettin (1870-1934) Edebiyat-ı
Cedide'nin önde gelen temsilcilerinden, Türk yazar.
1870'te Manastır'da doğan Cenap Şahabettin edebiyata yakın ilgi duyan bir
aileden geliyordu. Kendisi de küçük yaşta şiir yazmaya başladı; ilk şiirleri
Saadet gazetesinde yayımlandı. Feyziye İdadisi'ni, Askeri Tıbbiye'yi bitirdikten
sonra ihtisas için Paris' e gönderildi (1890). Dönüşünde (1894) Mersin ve
Rodos'ta doktorluk, Hicaz' da sıhhiye müfettişliği yaptı. 1914'te emekliye
ayrılarak Darülfünun'da müderrisliğe başladı; Batı edebiyatı ve Fransız dili
okuttu. Fransız şiirinin havasını kaynağında solumuş, Verlaine'e yakınlık
duymuştu. Yenilikçi bir şairdi. Çok süslü ve ağdalı bir dille, sonnet biçiminde
yazdığı aşk ve doğa şiirleriyle sembolizmin öncüsü sayıldı. Servet-i Fünun'un
Tevfik Fikret' ten sonra en etkili şairiydi. 1908'den sonra düzyazıya ağIrlık
verdi. Tanin, Hürriyet, Kalem ve Hak gazetelerinde çıkan makalelerinde Genç
Kalemler'in “sade dil” anlayışına karşı Osmanlıcayı savundu. Karşıtlarını
eleştirirken alaycı bir üslup kullandı. Ona göre "istihza zekanın en tabii
hakkı"ydı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu hareketine karşı yazılar yazdı;
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte görüşlerini değiştirdi. Şiirleri ölümünden sonra
kitaplaştırılan Cenap Şahabettin’in gezi (Hac Yolunda, Avrupa Mektupları ve Afak-ı
Irak), makale (Evrak-ı Eyyam ve Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh), tiyatro (Yalan,
Körebe, Küçük Beyler) kitapları sağlığında basılmıştı.
Cenap Şahabettin 12 Şubat1934'te beyin kanamasından öldü; ünlü şiiri "Elhan-ı
Şita"yı anımsatan yoğun bir kar yağışı altında toprağa verildi. 14 Şubat'ta,
sade bir törenle Bakırköy Mezarlığı'nda, kızı Destine Hanım'ın yanına gömüldü.
Meslektaşı ve dostu Mazhar Osman (Usman), kara ve fırtınaya karşın bir konuşma
yaparak onu “dahi şair” olarak selamladı. Ertesi günkü Cumhuriyet'te de Abdülhak
Hamit’in Yunus Nadi'ye yolladığı başsağlığı mektubu yayımlandı: “Yazıklar olsun!
Yalnız ona değil; onu bilenlere ve sevenlere yazık, en büyük üstatlarından
bulunduğu edebiyatımıza yazık, hatta Cenab’ın öldüğünü duyduğum için bana da
yazık!” Cenap Şahabettin'in hayatı, sanatı ve eserlerine ilişkin bir kitap Ahmet
Özdemir tarafından hazırlanarak Toker Yayınlarının MEB'ndan tavsiyeli 100 Edip
Şair dizisinde yayınlanmıştır
_________________
Her sabah yasadigimdan once seni sevdigimin farkina variyorum Sensiz bir gune
gozlerimi acacaksam eger hic uyanmak istemiyorum
Halit Ziya
Uşaklıgil
(1867-1945) Türk roman ve öykü yazarı. Türk edebiyatında Batı anlamındaki
romanın ilk yetkin örneklerini vermiştir.
İstanbul'da doğdu, 22 Mart1945'te aynı kentte öldü. Mahalle mektebinden sonra
Fatih Rüştiyesi'ne gitti. Tüccar olan babasının işlerinin bozulması üzerine,
1879'da İzmir'e yerleştiler. Halit Ziya orada bir süre rüştiyeye, sonra da
Fransızca öğrenmesi için rahipler okuluna gönderildi. Fransızca'dan ilk
çevirilerini bu yıllarda yaptı. Tevfik Nevzat ile 1884'te Nevruz dergisini,
1886'da da Hizmet gazetesini çıkarttı. İlk romanlarını bu gazetede yayımladı.
Okulu bitirdikten sonra bir yandan İzmir Rüştiyesi'nde Fransızca öğretmenliği
yaparken, bir yandan da Osmanlı __ası'nda memur olarak çalıştı. 1893'te Reji
İdaresi'nde başkâtiplik göreviyle İstanbul'a geldi. Hüseyin Siret, Mehmet Rauf,
Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit, Ahmet Rasim gibi yazarlarla dostluk kurdu ve 1896'da
Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılarak Servet-i Fünun dergisinde kendine geniş
ün sağlayan romanlarını yayımladı. 1901-1908 arasında yazarlığı bıraktıysa da II.
Meşrutiyet döneminde yeniden başladı, ancak 1923'e değin yazdıklarını
yayımlamadı. Bu arada, Darülfünun'da estetik ve batı edebiyatı dersleri verdi.
V. Mehmed'in tahta geçmesi üzerine onun mabeyn başkâtipliğine atandı, dört yıl
bu görevde kaldı. Daha sonra Reji İdaresi'nde yönetim kurulu başkanı oldu. Son
yıllarını Yeşilköy'deki evinde anılarını yazarak geçirdi.
Uşaklıgil'in İzmir'deyken yazdığı Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı
gibi ilk yapıtları, karşılıksız sevgiyi konu alan, acıklı, duygusal kısa
romanlardır. İstanbul'a geldikten sonra Sevet-i Fünun dergisinde yayımladığı Mai
ve Siyah ile acemilik dönemini geride bıraktığı izlenir. Daha önceki
yapıtlarında ön planda gelen acıklı aşk serüveni, burada ikinci plana
atılmıştır. Şairler, gazeteciler, yayınevi sahipleri ve yazarlar arasında geçen
olayları ele aldığı bu romanda, hem o dönemin Babıâli dünyasını, hem de bu
dünyanın gerçekleri karşısında yaşamda yenik düşen Ahmet Cemil'in hayalci
kişiliğinde bütün bir Edebiyat-ı Cedide kuşağının bakış açısını yansıtmıştır.
1898-1900 arasında yazdığı Aşk-ı Memnu ilk büyük Türk romanı kabul edilir.
Sağlam bir yapısı ve tekniği olan yapıtta zengin bir adamla evlenen genç ve
güzel bir kadının yaşlıca kocasına sadık kalmak kararına karşın, elinde
olmayarak yasak bir aşka sürüklenişi, olayın psikolojik nedenleri üstünde de
durularak, gerçekçi bir biçimde anlatılmıştır.
Uşaklıgil Edebiyat-ı Cedide'nin sanat anlayışı doğrultusunda yeni bir dil
yaratmaya çaba göstermiştir. Osmanlıca'da bile kullanılmayan Farsça ve Arapça
sözcükler bularak, Türkçe'de olmayan kurallarla tamlamalar yaparak konuşulan
dilden çok ayrı, süslü ve yapay bir sanat dili oluşturmuştur. Ama Aşk-ı Memnu'yu
yazdıktan sonra dil konusundaki görüşleri değişmiş, Edebiyat-ı Cedide'nin
yarattığı dili aşırı süslü, ağdalı ve yapay bulduğu için Kırık Hayatlar'ı yalın
bir dille yazmaya karar vermiştir. Daha sonraki yıllarda romanlarının yeni
baskıları yapılırken de bunların dilini bir ölçüde yalınlaştırmak gereğini
duymuştur. Son romanı Kırık Hayatlar, 1901'de Servet-i Fünun'da tefrika
edilirken, sansürün karışması yüzünden yarıda kalmış, ancak 1923'te yeniden
yayımlanmıştır. Uşaklıgil romana yazdığı önsözde, Kırık Hayatlar'ın daha önceki
romanları gibi "hülya" ve "süs"e dayanmadığını, tam tersine yalnızca yaşamı ve
gerçekleri yansıttığını belirtmiştir.
Uşaklıgil pek çok öykü de yazmış ve Batı türü öykü anlayışının Türkiye'de
yayılmasında rol oynamıştır. Öykülerinin konusunu ve kişilerini daha çok halkın
fakir kesiminden almış, bu insanların acılarını dile getirmeye çalışmıştır.
Romanlarında Uşaklıgil'in ilgi alanı dardır. Kişilerini ve onların sorunlarını
işlerken sınırlı bir yaşantı çerçevesinin dışına çıkmaz. Duyarlı genç kadın ve
erkeklerin aşkta uğradıkları hayal kırıklığı başlıca teması olmuştur. Ancak aşk
konusunda görüşünün romantiklikten gerçekliğe doğru bir değişim geçirdiği
gözlemlenir. İlk romanlarında daha platonik ve romantik olan aşk ilişkileri, son
iki romanında yasak aşkla noktalanan cinsel bir tutkuya dönüşür.
Yaşantı alanının darlığına karşın, Uşaklıgil Türk romanının öncüsü sayılmıştır.
Çünkü ondan önce, romanı bir sanat yapıtı kabul ederek onun kadar ciddiye alan,
bir sanatçı titizliğiyle romanın yapısına ve tekniğine gereken önemi veren başka
bir Türk yazarı olmamıştır.
YAPITLAR (başlıca):
Roman: Nemide, 1889; Bir Ölünün Defteri, 1889; Ferdi ve Şürekâsı, 1894; Mai ve
Siyah, 1897; Aşk-ı Memnu, 1900; Kırık Hayatlar, 1923.
Öykü: Bir Muhtıranın Son Yaprakları, 1888; Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası,
1888; Heyhat, 1894; Solgun Demet, 1901; Sepette Bulunmuş, 1920; Bir Hikâye-i
Sevda, 1922; Hepsinden Acı, 1934; Onu Beklerken, 1935; Aşka Dair, 1936; İhtiyar
Dost. 1939; Kadın Pençesinde, 1939; İzmir Hikâyeleri, (ö.s.), 1950. Oyun: Kabus,
1918.
Anı: Kırk Yıl, 1936; Sara ve Ötesi, 1942; Bir Acı Hikâye, 1942.
Şiir: Mensur Şiirler, 1889.
Deneme: Sanata Dair, 3 cilt, 1938-1955.
Halit Ziya Uşaklıgil
(1867-1945) Türk roman ve öykü yazarı. Türk edebiyatında Batı anlamındaki
romanın ilk yetkin örneklerini vermiştir.
İstanbul'da doğdu, 22 Mart1945'te aynı kentte öldü. Mahalle mektebinden sonra
Fatih Rüştiyesi'ne gitti. Tüccar olan babasının işlerinin bozulması üzerine,
1879'da İzmir'e yerleştiler. Halit Ziya orada bir süre rüştiyeye, sonra da
Fransızca öğrenmesi için rahipler okuluna gönderildi. Fransızca'dan ilk
çevirilerini bu yıllarda yaptı. Tevfik Nevzat ile 1884'te Nevruz dergisini,
1886'da da Hizmet gazetesini çıkarttı. İlk romanlarını bu gazetede yayımladı.
Okulu bitirdikten sonra bir yandan İzmir Rüştiyesi'nde Fransızca öğretmenliği
yaparken, bir yandan da Osmanlı __ası'nda memur olarak çalıştı. 1893'te Reji
İdaresi'nde başkâtiplik göreviyle İstanbul'a geldi. Hüseyin Siret, Mehmet Rauf,
Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit, Ahmet Rasim gibi yazarlarla dostluk kurdu ve 1896'da
Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılarak Servet-i Fünun dergisinde kendine geniş
ün sağlayan romanlarını yayımladı. 1901-1908 arasında yazarlığı bıraktıysa da II.
Meşrutiyet döneminde yeniden başladı, ancak 1923'e değin yazdıklarını
yayımlamadı. Bu arada, Darülfünun'da estetik ve batı edebiyatı dersleri verdi.
V. Mehmed'in tahta geçmesi üzerine onun mabeyn başkâtipliğine atandı, dört yıl
bu görevde kaldı. Daha sonra Reji İdaresi'nde yönetim kurulu başkanı oldu. Son
yıllarını Yeşilköy'deki evinde anılarını yazarak geçirdi.
Uşaklıgil'in İzmir'deyken yazdığı Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı
gibi ilk yapıtları, karşılıksız sevgiyi konu alan, acıklı, duygusal kısa
romanlardır. İstanbul'a geldikten sonra Sevet-i Fünun dergisinde yayımladığı Mai
ve Siyah ile acemilik dönemini geride bıraktığı izlenir. Daha önceki
yapıtlarında ön planda gelen acıklı aşk serüveni, burada ikinci plana
atılmıştır. Şairler, gazeteciler, yayınevi sahipleri ve yazarlar arasında geçen
olayları ele aldığı bu romanda, hem o dönemin Babıâli dünyasını, hem de bu
dünyanın gerçekleri karşısında yaşamda yenik düşen Ahmet Cemil'in hayalci
kişiliğinde bütün bir Edebiyat-ı Cedide kuşağının bakış açısını yansıtmıştır.
1898-1900 arasında yazdığı Aşk-ı Memnu ilk büyük Türk romanı kabul edilir.
Sağlam bir yapısı ve tekniği olan yapıtta zengin bir adamla evlenen genç ve
güzel bir kadının yaşlıca kocasına sadık kalmak kararına karşın, elinde
olmayarak yasak bir aşka sürüklenişi, olayın psikolojik nedenleri üstünde de
durularak, gerçekçi bir biçimde anlatılmıştır.
Uşaklıgil Edebiyat-ı Cedide'nin sanat anlayışı doğrultusunda yeni bir dil
yaratmaya çaba göstermiştir. Osmanlıca'da bile kullanılmayan Farsça ve Arapça
sözcükler bularak, Türkçe'de olmayan kurallarla tamlamalar yaparak konuşulan
dilden çok ayrı, süslü ve yapay bir sanat dili oluşturmuştur. Ama Aşk-ı Memnu'yu
yazdıktan sonra dil konusundaki görüşleri değişmiş, Edebiyat-ı Cedide'nin
yarattığı dili aşırı süslü, ağdalı ve yapay bulduğu için Kırık Hayatlar'ı yalın
bir dille yazmaya karar vermiştir. Daha sonraki yıllarda romanlarının yeni
baskıları yapılırken de bunların dilini bir ölçüde yalınlaştırmak gereğini
duymuştur. Son romanı Kırık Hayatlar, 1901'de Servet-i Fünun'da tefrika
edilirken, sansürün karışması yüzünden yarıda kalmış, ancak 1923'te yeniden
yayımlanmıştır. Uşaklıgil romana yazdığı önsözde, Kırık Hayatlar'ın daha önceki
romanları gibi "hülya" ve "süs"e dayanmadığını, tam tersine yalnızca yaşamı ve
gerçekleri yansıttığını belirtmiştir.
Uşaklıgil pek çok öykü de yazmış ve Batı türü öykü anlayışının Türkiye'de
yayılmasında rol oynamıştır. Öykülerinin konusunu ve kişilerini daha çok halkın
fakir kesiminden almış, bu insanların acılarını dile getirmeye çalışmıştır.
Romanlarında Uşaklıgil'in ilgi alanı dardır. Kişilerini ve onların sorunlarını
işlerken sınırlı bir yaşantı çerçevesinin dışına çıkmaz. Duyarlı genç kadın ve
erkeklerin aşkta uğradıkları hayal kırıklığı başlıca teması olmuştur. Ancak aşk
konusunda görüşünün romantiklikten gerçekliğe doğru bir değişim geçirdiği
gözlemlenir. İlk romanlarında daha platonik ve romantik olan aşk ilişkileri, son
iki romanında yasak aşkla noktalanan cinsel bir tutkuya dönüşür.
Yaşantı alanının darlığına karşın, Uşaklıgil Türk romanının öncüsü sayılmıştır.
Çünkü ondan önce, romanı bir sanat yapıtı kabul ederek onun kadar ciddiye alan,
bir sanatçı titizliğiyle romanın yapısına ve tekniğine gereken önemi veren başka
bir Türk yazarı olmamıştır.
YAPITLAR (başlıca):
Roman: Nemide, 1889; Bir Ölünün Defteri, 1889; Ferdi ve Şürekâsı, 1894; Mai ve
Siyah, 1897; Aşk-ı Memnu, 1900; Kırık Hayatlar, 1923.
Öykü: Bir Muhtıranın Son Yaprakları, 1888; Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası,
1888; Heyhat, 1894; Solgun Demet, 1901; Sepette Bulunmuş, 1920; Bir Hikâye-i
Sevda, 1922; Hepsinden Acı, 1934; Onu Beklerken, 1935; Aşka Dair, 1936; İhtiyar
Dost. 1939; Kadın Pençesinde, 1939; İzmir Hikâyeleri, (ö.s.), 1950. Oyun: Kabus,
1918.
Anı: Kırk Yıl, 1936; Sara ve Ötesi, 1942; Bir Acı Hikâye, 1942.
Şiir: Mensur Şiirler, 1889.
Deneme: Sanata Dair, 3 cilt, 1938-1955.
Süleyman Nazif
(1870Diyarbakır - 4 Ocak1927İstanbul] Şair ve yazar.
Öğrenimini özel yollardan gerçekleştirdi. 1887'de Paris'e kaçmak zorunda kaldı.
Aynı yıl tekrar geri döndü. 1915'te devlet memurluğundan ayrılıp tüm zamanını
yazarlığa ayırdı. İstanbul'un işgalini sert dille eleştirince İngilizler
tarafından Malta adasına sürüldü. Orada 20 ay kadar kaldı. Dönüşünde bir süre
daha yazmaya devam etti. 1927'de zatürreden öldü. Edirnekapı mezarlığına
gömülüdür.
Mehmet Rauf
(1875 - 23 Aralık1931) Türk edebiyatında ilk psikolojik roman örneği sayılan
Eylül (kitap)'ün yazarı olarak tanınır.
1875'te İstanbul'da doğan Mehmet Rauf, Bahriye Mektebi'ni bitirdikten sonra,
staj için Girit' e gitti. Bir süre İstanbul' da sefaret gemilerinin irtibat
subaylığını yaplı. Subaylıktan ayrıldıktan (1908) sonra geçimini yazarlıkla
sağladı. Edebiyata ilgisi öğrencilik yıllarında başladı. On altı yaşındayken
yazdığı bir öykü İzmir' de Halit Ziya Bey'in (Uşaklıgil) çıkardığı Hizmet
gazetesinde yayımlandı.
Servet-i Fünun yazarlarıyla tanışma olanağı buldu ve Edebiyat-ı Cedide
topluluğuna ilk katılanlardan biri oldu. 1900 yılında Servet-i Fünun dergisinde
tefrika edilen Eylül romanında, varlıklı ailelere mensup kahramanlar çevresinde
gelişen bir aşkı, geniş psikolojik tahlillere de yer vererek anlattı. Roman
geniş yankılar uyandırdı ve Türk edebiyatının ilk psikolojik roman örneği
sayıldı. Romanlarının çoğunda aşk ve kadın konusunu işleyen Mehmet Rauf'un
üslubu ve dili, döneminin yazarlarına oranla daha açık ve özentisiz olarak
değerlendirilir. Genç Kız Kalbi (1911), Ferdayı Garam (913), Karanfil ve Yasemin
(1929) romanlarından birkaçıdır. Ayrıca öyküler ve oyunlar da yazmıştır.
Mehmet Rauf 23 Aralık 1931'de öldü. Cenazesi 25 Aralık’ta, Abdülhak Hamit (Tarhan),
Hüseyin Cahit (Yalçın), Selim Sırrı (Tarcan) ve Celal Sahir (Erozan) beylerin de
katıldığı bir törenle, Maçka' daki aile mezarlığına defnedildi.
Ahmet Haşim (1884 - 4 Haziran 1933) Türk şair
1884 yılında Bağdat'ta doğmuştur. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey'in oğludur.
12 yaşlarındayken annesinin ölümü üzerine babasıyla İstanbul'a gelmiştir (1891).
Bir yıl kadra Nümune-i Terakki Mektebi'nde okumuş sonra Mekteb-i Sultani'ye
(Galatasaray) geçmiştir (1897). Galatasaray'ı bitirdikten (1906) sonra Reji
İdaresi'ne girmiş, aynı zamanda Hukuk Mektebi'ne kaydolmuştur. Haşim, İzmir
Sultanisi'nde Fransızca öğretmenliği yapmış (1908-1910), Maliye Nezareti'nde,
Düyun-u Umumiye'de çalışmıştır. Birinci Dünya Savaşı boyunca yedeksubay olarak
orduda bulunmuş, savaşın bitiminde İstanbul'a yerleşmiş, İaşe Müfettişliği'nde
bulunmuş ve Osmanlı __ası'nda çalışmıştır.
Ahmet Haşim, Cumhuriyetin ilânından sonra Güzel Sanatlar Akademisi'nde estetik,
Mülkiye Mektebi'nde de Fransızca dersleri vermiştir. Uzun süre Akşam gazetesinde
fıkralar yazmıştır. 1932 yılında böbrek rahatsızlığı nedeniyle Frankfurt'a
giderek tedavi görmüş, 4 Haziran 1933 tarihinde ölmüştür.
Yazın Yaşamı
Haşim şiirle ilgilenmeye Galatasaray'da okurken başlamıştır. Okuldaki
öğretmenleri arasında Tevfik Fikret ve Ahmet Hikmet vardır. Abdülhak Şinasi
Hisar, Galatasaray'da Haşim'in Ahmet Samim, Orhan Şemsettin, Hamdullah Suphi,
Emin Bülend, İzzet Melih, Ahmet Bedî gibi edebiyatsever gençlerle bir grup
oluşturduğunu yazmaktadır. Ahmet Haşim, Abdülhak Hamit ve Tevfik Fikret etkileri
taşıyan ilk şiirlerini 1900-1912 yılları arasında Mecmua-i Edebiye (burada çıkan
ilk şiiri "Hayali Aşkım"dır (1900) Aşiyan, Musavver Muhit dergilerinde
yayımlamıştır. Yetiştiği yıllarda Fecr-i Ati topluluğuna katılmış, Servet-i
Fünun, Resimli Kitap, Rebap gibi dergilerde yazmıştır. Daha sonra Dergâh
dergisinde toplanan sanatçılar arasına katılmıştır. Dergâh'da yayımlanan ilk
şiiri "Bir Günün Sonunda Arzu"dur (1921). Aynı yıl ilk kitabını çıkarmıştır: Göl
Saatleri.
Haşim'in gençlik döneminin önemli bir şiiri olan "Şiir-i Kamer" i
değerlendirirken Hisar şunları yazmaktadır: "Haşim'in bütün hayatı boyunca devam
eden kafiye yanlışları da bu tarihte başlar. 'Şiir-i Kamer' o zamanki dilimizde
kullanılan eski farîsî ve arabî kelimelerle doludur. Edebiyat-ı Cedide
şairlerimizin yazdıklarından daha eski bir zamana uyarak, daha eski bir edâya
dalar ve daha şahsî bir hususiyetle çağıldar".
Tanpınar, Haşim'in gerek şair gerekse estet olarak genç kuşak üzerinde geniş
etkisi olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedir: "Biz, bugünkü nesil, fikir ve
sanat hayatına, Haşim'in yıldızı altında girdik. Tefekkür ve tahassüsüsmüzde 'Piyale'
ve 'Şi'r-i Kamer' şairinin büyük tesirleri oldu. İlk yazılarımızı onun etrafında
yazdık."
Yapıtları
Şiir:
Göl Saatleri (1921), Piyâle (1926)
Öteki yapıtları:
Bize Göre (1928), Gurebâhâne-i Laklakan (1928), Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
Hüseyin Cahit Yalçın
Hüseyin Cahit Yalçın (1875-1957) yazı hayatına Serveti Fünun döneminde
edebiyatçı olarak başlamış, II. Meşrutiyet, Atatürk, İsmet İnönü ve DP
dönemlerinde her daim sert kalemiyle yazdığı polemik ve eleştirilerle ve aynı
zamanda da kültürün yaygınlaşmasına destekleriyle akıllarda kalmış, gazeteci,
yazar, siyaset adamıdır.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ile edebiyatı bırakmış ve politikaya girmiştir.
Ağustos 1908'de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım ile birlikte Tanin Gazetesini
kurdu, İttihat ve Terakki'nin siyasi alanda bir nevi kalemşoru oldu. Aynı yıl,
1908-1912 Osmanlı Meclisi Mebusanı'a İstanbul milletvekili seçildi. 1911'de
Düyunu Umumiye Dayinler vekili oldu. 1913'ten sonra tek parti haline gelen
İttihat ve Terakki'yi eleştirmeye başladı. Haziran 1919'da Malta'ya sürüldü.
1922'de Tanin'i yeniden çıkarmaya başladı. Hükümete yönelttiği ağır eleştiriler
ve eski İttihatçıları savunması dolayısıyla 1923'te İstiklal Mahkemesi'nde
yargılandı. 1925'te müebbet sürgün cezası ile Çorum'a gönderildi. Bu tarihten
sonra, Atatürk'ün ölümüne kadar politikanın dışında kaldı.
1933'te Akşam gazetesinde yazılar yazmaya ve Türk kültür hayatının önemli yayın
organlarından biri olan Fikir Hareketleri dergisini yayımlamaya başladı.
Atatürk'ün ölümünden sonra, İsmet İnönü'nün teklifiyle tekrar politikaya döndü.
1939-1954 yılları arasında Çankırı, İstanbul ve Kars milletvekilliği yaptı.
1954'de 74 yaşında tutuklanarak hapse girdi çıktı.
1957 yılında ölmüştür
Refik Halid Karay
İstanbul'da doğmuştur (1888). Mudurnu'dan İstanbul'a göç etmiş Karakayış
ailesine mensup Maliye Başveznedarı Mehmed Halit Bey'in oğlu olan Karay,
Veznecilerdeki Şemsü'l Maarif ve Göztepe'deki Taş Mektep'te okumuş, bu arada
özel dersler almıştır. Galatasaray'a devam etmiş (1900-1906), ancak okulu
bitirememiştir. Mekteb-i Hukuk'a girmiş (1907), bir yandan da Maliye
Nezareti'nde Devair-i Merkeziye kaleminde katiplik yapmıştır. Meşrutiyet'in
ilanından sonra öğrenimini ve katipliği bırakarak gazeteciliğe başlamıştır
(1908). Önce gündelik Servet-Fünun'da, sonra Tercuman-ı Hakikat'ta çevirmen ve
yazar olarak çalışmıştır (1909). Son Havadis adıyla, ancak iki hafta çıkabilen
bir gazete kurmuştur (1909). Hurriyet ve İtilaf Fıkrası'nın iş başına geldiği
sırada Altıncı Belediye Dairesi Başkatibi olmuş (1912), İttihat ve Terakki
İktidarınca Mahmut Şevket Paşa'ya suikast olayının ardından muhalefeti tuttuğu
gerekçesiyle Sinop'a sürülmüştür (1913). Oradan Çorum'a, Bilecik'e ve Ankara'ya
nakledilmiştir (1913-1918). Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'in çabalarıyla
İstansul'a dönmüş (1918), Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği yapmıştır.
Mütareke'de yeniden siyasal atılmış, Hürriyet ve İtilaf Fıkrası Genel Merkez
üyesi olmuştur. Sabah gazetesinin başyazarı olmuş, Alemdar ve Peyam-ı Sabah
gazetelerinde yazmıştır. Damat Ferit Paşa hükümeti döneminde Posta-Telgraf Umum
Müdürü atanmıştır(1919).
Kurtuluştan sonra Milli mücadele'ye karşı olan yazıları yüzünden Yüzellilikler
listesi alınmış ve yurdu terketmek zorunda kalmıştır (1922). Beyrut ve Halep'de
onbeş yıl bir sürgün ve gurbetlik yaşamı olmuş, Halep'te yayımlanan Doğruyol(
1924) ve Vahdet (1928) gazetelerinin yönetimini üstlenmiştir. Kabul edilen af
kanunuyla yurda dönmüş (1938), yeniden gazeteciliğe başlamış, ancak yaşamın
sonuna kadar politikaya girmemiştir.
Yüzellilikler'in affının doğrudan doğruya Refik Halid sayesinde olduğunu ima
eden Yakup Kadri, bizzat Atatürk'ün öykülerini ve yazılarını çok sevdiği
Karay'ın yurda dönmesinin sağlanmasını istemiş ve bir toplantıda içişleri Bakanı
Şükrü Kaya'ya "Ne yapacaksak yapalım, onun bir an evvel memlekete dönmesinin
çaresine bakalım" demiştir.Şükrü Kaya yazarın bir sınır karakoluna teslim
olması, oradan "nezaketle Ankara'ya gönderilmesi yolunda bir çözüm bulmuş, ancak
Refik Halid bu çözümü kabul etmeyince, af yoluna gidilmiştir.
Yaşamını kalemiyle kazanan Karay, İstanbul'da ölmüştür (1965).
Yazın Yaşamı
Yakup Kadri'nin "uzaktan uzağa Aşk-ı Memnu'daki hoppa ve züppe Behlül'ü andırır
halleri" olduğunu söylediği Refik Halid, ilk yazılarını gündelik Servet-i
Fünun'da yayımlamış, Fecr-i Ati topluluğuna katılmıştır. Yakup Kadri'nin Nirvana
adlı tek perdelik oyunu yayımladığı 1909 yılında Refik Halid de Zend Avesta
başlığı altında yazdığı bir dizi düzyazı ile dikkat çekmiştir. Karaosmanoğlu, bu
yazılar için şunları söylemektedir: "Refik Halid o yazılarında alışılmış nesir
temlerinden hiç birine yer vermemekte, hep cansız şeylerden canlı varlıklar gibi
bahsedip durmakta idi. Çok şahsiyetli bir üslubu da vardı ve bunda Edebiyatı
Cedide'nin allı pullu süslerinden hiçbir iz gözükmüyordu. Refik Halit bununla
kalmıyor, gayet sade bir konuşma türkçesiyle yazıyordu.
Ittihat ve Terakki iktidarını eleştirdiği gönderildiği sürgün yıllarında
edindiği Anadolu İzlenimlerini dili getirdiği Memleket Hikayeleri'ni Ziya
Gökalp'ın yönettiği Yeni Mecmuada yayımlamıştır (Ocak-Ekim 1918). Bu öyküler,
Millî Edebiyat ve Sade Lisan akımlarının genişletip benimsenmesinde önemli bir
rol oynamıştır.
Gazeteciliğe hiç ara vermeyen Karay, yurt dışında gitmek zorunda kaldığı sürgün
yıllarında ise Gurbet Hikayeleri'ni yazmıştır (Tan gazetesinde yayımı Aralık
1938-Nisan 1939).
YAPITLARI
Öykü:
Memleket Hikayeleri (1919), Gurbet Hikayeleri (1940).
Roman:
İstanbul'un İç Yüzü (1920-Sonraki basımda İstanbul'un bir yüzü), Yizidin Kızı
(1939), Çete (1939), Sürgün (1941), Anahtar (1947), Bu Bizim Hayatımız (1950),
Nilgün (3Cilt:Türk Prensesi Nilgün (1950), Mapa Melikesi Nilgün (1950),
Nilgün'ün Sonu (1952), tek cilt 1960), Yer Altında Dünya Var (1953), Dişi
Örümcek (1953), Bugünün Saraylısı (1954), 2000 Yılının Sevgilisi (1954), İki
Cisimli Kadın (1955), Kadınlar Tekkesi (1956-İki Cilt), Karlı Dağdaki Ateş
(1956), Dört Yapraklı Yonca (1957), Sonuncu Kadeh (1957), Yerini Seven Fidan
(1977), Ekmek Elden Su Gölden (1980), Ayın On Dördü (1980), Yüzen Bahçe (1981).
Mizah ve Hiciv:
Sakın Aldanma İnanma Kanma (1915), Kirpi'nin Dedikleri (1916), Ago Paşa'nın
Hatıratı (1918), Ay Peşinde (1922), Tanıdıklarım (1922), Guguklu Saat (1925).
Fıkralar:
Bir İçim Su (1931), Bir Avuç Saçma (1939), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat
(1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikayet (1944).
Oyun:
Kanije Müdafası ve Tiryaki Hasan Paşa (Müfit Ratip'le, oynandı, basılmadı), Deli
(1929).
Anı:
Minelbap İlelmihrap (1946), Bir Ömür Boyunca (1990).
ısmail kara
1955’de Güneyce/Rize’de doğdu. İstanbul İmam-Hatip Lisesi’ni (1973), İstanbul
Yüksek İslâm Enstitüsü’nü (1977) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih bölümü’nü bitirdi (1986). Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdikten sonra
Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı, bu müessese içinde Fikir ve sanatta
Hareket dergisi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İslamî Bilgiler
Ansiklopedisi ve Dergâh dergisinin yayın heyetinde yer aldı, Yayın Müdürlüğü
yaptı. 1980’den itibaren öğretmenlik de yapan İsmail Kara “İslâmcılara göre
meşrutiyet idaresi 1908-1914” başlıklı teziyle siyaset bilimi doktoru oldu
(1993). Çalışmaları: Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi (I, 1986; II, 1987; III,
1994). Hüseyin Kâzım Kadri’nin Ziya Gökalp’ın Tenkidi (1989), Meşrutiyetten
Cumhuriyete Hatıralarım (1991) kitaplarını ve Mızraklı İlmihal’i (1989) yayına
hazırladı. Yakın dönem Türk düşünce tarihi ve din-siyaset ilişkileri üzerindeki
araştırmaları Hareket, Dergâh, Tarih ve Toplum, Toplum ve Bilim dergilerinde
yayınlandı.
Hüseyin Rahmi Gürpınar
( 17 Ağustos1864 - 1944 ) Türk yazar
Padişah yaverliğinde bulunmuş Mehmed Sait Paşa'nın oğlu olan Gürpınar
İstanbul'da doğmuş (1864), çok küçük yaşta annesini kaybedince Girit'te bulunan
babasının yanına gitmiş, üç yıl sonra İstanbul'a dönerek, çocukluğunu
anneannesinin ve teyzesinin yanında geçirmiştir. Önce Ağayokuşu Mahalle
Mektebi'nde, sonra Mahmudiye Rüştiyesi'nde okumuş, bir yandan da Özel Fransızca
dersleri almıştır. İdadi'yi bitirdikten sonra Mekteb-i Mülkiye'ye girmiş, ancak
hastalanması üzerine öğrenimini ikinci sınıfta yarıda bırakmıştır (1880). Önce
Adliye Umur-ı Cezaiye Kalemi'nde, sonra "aza mülazimi" olarak ikinci Ticaret
Mahkemesi'nde çalışmıştır. Hüseyin Rahmi memurluğu Nafia Nezareti Tercüme
Kalemi, Meşrutiyet'in ilanı üzerine de devlet hizmetinden ayrılarak geçimini,
ölümüne kadar yazarlıkla sağlanmıştır.
Gürpınar Cumhuriyet'in ilanından sonra V ve VI dönemlerde (1935-1943) Kütahya
milletvekili olmuş, İstanbul'un çeşitli semtlerinde oturduktan sonra
Heybeliada'ya yerleşmiştir. Hüseyin Rahmi Gürpınar 8 Mart 1944'de, 30 yıldır
yalnız yaşadığı Heybeliada' daki evinde zatürreeden ölmüş, 10 Mart'ta, edebiyat
ve basın çevresinden bazı dostlarının (Halit Fahri Ozansoy, Refii Cevat Ulunay,
Şüküfe Nihal) ve komşularının katıldığı sade bir törenle en yakın arkadaşı Albay
Hulusi'nin yanına gömülmüştür. Gürpınar, hiç evlenmemiştir.
Yazın Yaşamı
Gürpınar, çok küçük yaşlardayken yazmaya başlamış, Rüşdiye öğrencisi iken 12
yaşında yazdığı Gülbahar adlı bir oyunu yangında kül olmuş, "Bir Genç Kızın
Avaze-i Şikayeti" adlı ilk yazısı ise Ceride-i Havadis de yayımlanmıştır (1884).
Hüseyin Rahmi'nin İlk romanı Şık (Ayine) Ahmet Mithat Efendi tarafında
beğenilince Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefriki edilmeye başlanmıştır (1886).
Daha sonra maaşlı olarak bu gazetede çalışmaya başlamış, ardından İkdam
gazetesinde geçmiştir (1894) İkdam'da arka arkaya yayımladığı altı romanla ünü
birden genişlemiş, Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim'le birlikte Boş Boğaz adlı
bir mizah dergisi çıkarmıştır (1908). Bu dergi yüzünden mahkemeye verilmiş,
ancak beraat etmesine rağmen dergisi kapatılmıştır. Gürpınar daha sonra Sabah,
Ziya, Zaman İleri, Son Telgraf, Tevhit-i Efkar, Vakit, Milliyet, Cumhuriyet,
Yeni Sabah gazetelerinde romanlar yayımlamış, dergilere yazılır yazmıştır.
Cumhuriyet ilanından sonra, 1924 yılında yayımladığı Ben Deli miyim? Adlı romanı
yüzünden mahkemeye verilmiş, beraat etmiştir.
Yapıtları
Roman:
Şık (1989), İffet (1896), Mutallaka (1898), Mürebbiye (1899), Bir Muâdele-i
Sevda (1899), Metres (1899), Tesadüf (1900), Nimetşinas (1910), Şıpsevdi(1911),
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Sevda Peşinde (1912), Gulyabani
(1912), Cadı (1914), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Hayattan sayfalar
(1919), Son Arzu (1922), Tebessüm-i Elem (1923), Cehennemlik (1924), Afsuncu
Baba (1924), Ben Deli miyim? (1925), Billur Kalp (1926), Tutuşmuş Gönüller
(1926), Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu?(1927), Muhabbet Tılsımı (1928),
Mezarından Kalkan Şehit (1929), Kokotlar Mektebi (1928/1929), Şeytan İşi (1933),
Utanmaz Adam (1934), Eşkıya İninde (1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir
Değirmenidir, Sevda Öğütür, Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur?
(1949), Kaderin Cilvesi (1964), D ünyanın mihveri Kadın mı, Para mı?(1949),
Kaderin Cilvesi (1964), Deli Filozof (1964), Can Pazarı (1968), İnsanlar Maymun
muydu? (1968), Ölüler Yaşıyor mu? (1973), Namuslu Kokotlar (1973)
Uzun Öykü:
Meyhanede Hanımlar(1968),
Öykü:
Kadınlar Vaizi (1920), Namusla Açlık Meselesi (1933), Katil Buse (1933), İki
Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek
Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1953)
Oyun :
Hazan Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), Tokuşan Kafalar (1973), İki
Damla Yaş (1973).
DÜZYAZILAR:
Cadı Çarpıyor (1913), Şekavet-i Edebiye (1913), Sanat ve Edebiyat (1972-Der:H.A.Önelçin
Hüseyin Rahmi Gürpınar
( 17 Ağustos1864 - 1944 ) Türk yazar
Padişah yaverliğinde bulunmuş Mehmed Sait Paşa'nın oğlu olan Gürpınar
İstanbul'da doğmuş (1864), çok küçük yaşta annesini kaybedince Girit'te bulunan
babasının yanına gitmiş, üç yıl sonra İstanbul'a dönerek, çocukluğunu
anneannesinin ve teyzesinin yanında geçirmiştir. Önce Ağayokuşu Mahalle
Mektebi'nde, sonra Mahmudiye Rüştiyesi'nde okumuş, bir yandan da Özel Fransızca
dersleri almıştır. İdadi'yi bitirdikten sonra Mekteb-i Mülkiye'ye girmiş, ancak
hastalanması üzerine öğrenimini ikinci sınıfta yarıda bırakmıştır (1880). Önce
Adliye Umur-ı Cezaiye Kalemi'nde, sonra "aza mülazimi" olarak ikinci Ticaret
Mahkemesi'nde çalışmıştır. Hüseyin Rahmi memurluğu Nafia Nezareti Tercüme
Kalemi, Meşrutiyet'in ilanı üzerine de devlet hizmetinden ayrılarak geçimini,
ölümüne kadar yazarlıkla sağlanmıştır.
Gürpınar Cumhuriyet'in ilanından sonra V ve VI dönemlerde (1935-1943) Kütahya
milletvekili olmuş, İstanbul'un çeşitli semtlerinde oturduktan sonra
Heybeliada'ya yerleşmiştir. Hüseyin Rahmi Gürpınar 8 Mart 1944'de, 30 yıldır
yalnız yaşadığı Heybeliada' daki evinde zatürreeden ölmüş, 10 Mart'ta, edebiyat
ve basın çevresinden bazı dostlarının (Halit Fahri Ozansoy, Refii Cevat Ulunay,
Şüküfe Nihal) ve komşularının katıldığı sade bir törenle en yakın arkadaşı Albay
Hulusi'nin yanına gömülmüştür. Gürpınar, hiç evlenmemiştir.
Yazın Yaşamı
Gürpınar, çok küçük yaşlardayken yazmaya başlamış, Rüşdiye öğrencisi iken 12
yaşında yazdığı Gülbahar adlı bir oyunu yangında kül olmuş, "Bir Genç Kızın
Avaze-i Şikayeti" adlı ilk yazısı ise Ceride-i Havadis de yayımlanmıştır (1884).
Hüseyin Rahmi'nin İlk romanı Şık (Ayine) Ahmet Mithat Efendi tarafında
beğenilince Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefriki edilmeye başlanmıştır (1886).
Daha sonra maaşlı olarak bu gazetede çalışmaya başlamış, ardından İkdam
gazetesinde geçmiştir (1894) İkdam'da arka arkaya yayımladığı altı romanla ünü
birden genişlemiş, Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim'le birlikte Boş Boğaz adlı
bir mizah dergisi çıkarmıştır (1908). Bu dergi yüzünden mahkemeye verilmiş,
ancak beraat etmesine rağmen dergisi kapatılmıştır. Gürpınar daha sonra Sabah,
Ziya, Zaman İleri, Son Telgraf, Tevhit-i Efkar, Vakit, Milliyet, Cumhuriyet,
Yeni Sabah gazetelerinde romanlar yayımlamış, dergilere yazılır yazmıştır.
Cumhuriyet ilanından sonra, 1924 yılında yayımladığı Ben Deli miyim? Adlı romanı
yüzünden mahkemeye verilmiş, beraat etmiştir.
Yapıtları
Roman:
Şık (1989), İffet (1896), Mutallaka (1898), Mürebbiye (1899), Bir Muâdele-i
Sevda (1899), Metres (1899), Tesadüf (1900), Nimetşinas (1910), Şıpsevdi(1911),
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Sevda Peşinde (1912), Gulyabani
(1912), Cadı (1914), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Hayattan sayfalar
(1919), Son Arzu (1922), Tebessüm-i Elem (1923), Cehennemlik (1924), Afsuncu
Baba (1924), Ben Deli miyim? (1925), Billur Kalp (1926), Tutuşmuş Gönüller
(1926), Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu?(1927), Muhabbet Tılsımı (1928),
Mezarından Kalkan Şehit (1929), Kokotlar Mektebi (1928/1929), Şeytan İşi (1933),
Utanmaz Adam (1934), Eşkıya İninde (1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir
Değirmenidir, Sevda Öğütür, Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur?
(1949), Kaderin Cilvesi (1964), D ünyanın mihveri Kadın mı, Para mı?(1949),
Kaderin Cilvesi (1964), Deli Filozof (1964), Can Pazarı (1968), İnsanlar Maymun
muydu? (1968), Ölüler Yaşıyor mu? (1973), Namuslu Kokotlar (1973)
Uzun Öykü:
Meyhanede Hanımlar(1968),
Öykü:
Kadınlar Vaizi (1920), Namusla Açlık Meselesi (1933), Katil Buse (1933), İki
Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek
Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1953)
Oyun :
Hazan Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), Tokuşan Kafalar (1973), İki
Damla Yaş (1973).
DÜZYAZILAR:
Cadı Çarpıyor (1913), Şekavet-i Edebiye (1913), Sanat ve Edebiyat (1972-Der:H.A.Önelçin
Hüseyin Rahmi Gürpınar
( 17 Ağustos1864 - 1944 ) Türk yazar
Padişah yaverliğinde bulunmuş Mehmed Sait Paşa'nın oğlu olan Gürpınar
İstanbul'da doğmuş (1864), çok küçük yaşta annesini kaybedince Girit'te bulunan
babasının yanına gitmiş, üç yıl sonra İstanbul'a dönerek, çocukluğunu
anneannesinin ve teyzesinin yanında geçirmiştir. Önce Ağayokuşu Mahalle
Mektebi'nde, sonra Mahmudiye Rüştiyesi'nde okumuş, bir yandan da Özel Fransızca
dersleri almıştır. İdadi'yi bitirdikten sonra Mekteb-i Mülkiye'ye girmiş, ancak
hastalanması üzerine öğrenimini ikinci sınıfta yarıda bırakmıştır (1880). Önce
Adliye Umur-ı Cezaiye Kalemi'nde, sonra "aza mülazimi" olarak ikinci Ticaret
Mahkemesi'nde çalışmıştır. Hüseyin Rahmi memurluğu Nafia Nezareti Tercüme
Kalemi, Meşrutiyet'in ilanı üzerine de devlet hizmetinden ayrılarak geçimini,
ölümüne kadar yazarlıkla sağlanmıştır.
Gürpınar Cumhuriyet'in ilanından sonra V ve VI dönemlerde (1935-1943) Kütahya
milletvekili olmuş, İstanbul'un çeşitli semtlerinde oturduktan sonra
Heybeliada'ya yerleşmiştir. Hüseyin Rahmi Gürpınar 8 Mart 1944'de, 30 yıldır
yalnız yaşadığı Heybeliada' daki evinde zatürreeden ölmüş, 10 Mart'ta, edebiyat
ve basın çevresinden bazı dostlarının (Halit Fahri Ozansoy, Refii Cevat Ulunay,
Şüküfe Nihal) ve komşularının katıldığı sade bir törenle en yakın arkadaşı Albay
Hulusi'nin yanına gömülmüştür. Gürpınar, hiç evlenmemiştir.
Yazın Yaşamı
Gürpınar, çok küçük yaşlardayken yazmaya başlamış, Rüşdiye öğrencisi iken 12
yaşında yazdığı Gülbahar adlı bir oyunu yangında kül olmuş, "Bir Genç Kızın
Avaze-i Şikayeti" adlı ilk yazısı ise Ceride-i Havadis de yayımlanmıştır (1884).
Hüseyin Rahmi'nin İlk romanı Şık (Ayine) Ahmet Mithat Efendi tarafında
beğenilince Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefriki edilmeye başlanmıştır (1886).
Daha sonra maaşlı olarak bu gazetede çalışmaya başlamış, ardından İkdam
gazetesinde geçmiştir (1894) İkdam'da arka arkaya yayımladığı altı romanla ünü
birden genişlemiş, Meşrutiyet döneminde Ahmet Rasim'le birlikte Boş Boğaz adlı
bir mizah dergisi çıkarmıştır (1908). Bu dergi yüzünden mahkemeye verilmiş,
ancak beraat etmesine rağmen dergisi kapatılmıştır. Gürpınar daha sonra Sabah,
Ziya, Zaman İleri, Son Telgraf, Tevhit-i Efkar, Vakit, Milliyet, Cumhuriyet,
Yeni Sabah gazetelerinde romanlar yayımlamış, dergilere yazılır yazmıştır.
Cumhuriyet ilanından sonra, 1924 yılında yayımladığı Ben Deli miyim? Adlı romanı
yüzünden mahkemeye verilmiş, beraat etmiştir.
Yapıtları
Roman:
Şık (1989), İffet (1896), Mutallaka (1898), Mürebbiye (1899), Bir Muâdele-i
Sevda (1899), Metres (1899), Tesadüf (1900), Nimetşinas (1910), Şıpsevdi(1911),
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Sevda Peşinde (1912), Gulyabani
(1912), Cadı (1914), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Hayattan sayfalar
(1919), Son Arzu (1922), Tebessüm-i Elem (1923), Cehennemlik (1924), Afsuncu
Baba (1924), Ben Deli miyim? (1925), Billur Kalp (1926), Tutuşmuş Gönüller
(1926), Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu?(1927), Muhabbet Tılsımı (1928),
Mezarından Kalkan Şehit (1929), Kokotlar Mektebi (1928/1929), Şeytan İşi (1933),
Utanmaz Adam (1934), Eşkıya İninde (1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir
Değirmenidir, Sevda Öğütür, Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur?
(1949), Kaderin Cilvesi (1964), D ünyanın mihveri Kadın mı, Para mı?(1949),
Kaderin Cilvesi (1964), Deli Filozof (1964), Can Pazarı (1968), İnsanlar Maymun
muydu? (1968), Ölüler Yaşıyor mu? (1973), Namuslu Kokotlar (1973)
Uzun Öykü:
Meyhanede Hanımlar(1968),
Öykü:
Kadınlar Vaizi (1920), Namusla Açlık Meselesi (1933), Katil Buse (1933), İki
Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek
Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1953)
Oyun :
Hazan Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), Tokuşan Kafalar (1973), İki
Damla Yaş (1973).
DÜZYAZILAR:
Cadı Çarpıyor (1913), Şekavet-i Edebiye (1913), Sanat ve Edebiyat (1972-Der:H.A.Önelçin
Yahya Kemal Beyatlı (1884 - 1958)
2 Aralık 1884 yılında Üsküp'te doğdu. Asıl adı Ahmed Agâh'tır. İlk öğrenimini
İstanbul�da Vefa Lisesi�nde tamamladı. Paris�e giderek (1903) bir yıl bir
kolejde Fransızca�sını ilerlettikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi�ne girdi.
Dokuz yıl kaldığı Paris�ten döndükten (1912) sonra, İstanbul�da üniversitede
çeşitli dersler okuttu (1915-1923),
Urfa milletvekili oldu (1923); Varşova (1926), Madrid (1929) Ortaelçiliklerine
atandı, Tekirdağ (1935-1942) ve İstanbul (1943-1946) milletvekilliklerinde
bulundu.
Büyükelçi olarak Pakistan�a gitti (1948), bir yıl sonra emekliye ayrılarak yurda
döndü (1949). Rumelihisarı mezarlığında gömülü. Spor ve Sergi Sarayı civarındaki
parka bir anıtı dikildi (1968) Kişiliğini Paris�te okurken ünlü tarihçi Albert
Sorel�in derslerinden aldığı tarih zevkiyle, Fransız şairlerinin (Jean Moreas,
Baudelaire, Verlaine, vb.) ölçü ve biçim güzelliklerinde buldu.
Paris�e gidişi, II. Abdülhamit baskısından bir kaçış olduğu halde, orada siyasi
faaliyetlere katılmayarak sanat çevrelerinde kendini yetiştirdi. Paris öncesi
Hamid ve Servet-i fünun şiiri etkisinden kendisini böylelikle kurtardı, klasik
divan şiirimizi Batı şiirindeki bütünlük anlayışıyla ele aldı. Avrupa dönüşü
Yeni Mecmua�da "bulunmuş sayfalar" başlığıyla yayımladığı gazel ve şarkılarla
tanındı (1918). Bu neoklasik şiirler, onun çıkış noktasının Osmanlı tarih ve
şiiri olduğunu gösterdiği gibi, sonradan yeni şekiller ve sade dille
yazdıklarında da şairin genel olarak Osmanlı medeniyet ve kültürüne bağlı
kaldığı görülür.
Onda tarih, vatan, millet ve İstanbul sevgisi, hep bu açıdan işlenir. Osmanlı
medeniyeti yüzyıllar boyu en yüce eserlerini İstanbul�da yarattığı için, Yahya
Kemal�deki İstanbul, Boğaziçi ve Türk musikisi hayranlığına, tabiat güzellikleri
yanı sıra, tarih değerleri de girer. Duygu, düşünce ve hayali ustalıkla
kaynaştıran şair, pek çoğuna hikaye karakteri verdiği lirik-epik şiirlerinin
konularını aşk, tabiat, deniz, ölüm ve sonsuzluktan da alır. İç ahengi her
şeyden üstün tutuşu, şiiri "musikiden başka türlü bir musiki" kabul edişi; "Ok"
şiiri bir yana, bütün şiirlerini, bu ahengin sağlanmasına daha elverişli gördüğü
aruzla yazmasına sebep oldu Yahya Kemal, şiirlerini, makale ve hikayelerini
sağlığında kitaplarda toplamamış, eserleri dergilerde, dağınık kalmıştı.
Ölümünden sonra dostları ve hayranları tarafından bir Yahya Kemal�i Sevenler
Cemiyeti kurulduğu gibi, İstanbul Fetih Cemiyeti�ne bağlı bir de Yahya Kemal
Enstitüsü ve Müzesi açıldı (1961). Bu Enstitü�nün yayımlamaya başladığı Yahya
Kemal Külliyatı�nda şairin ilk üçü şiirlerini; diğeri makale, deneme ve
anılarını derleyen şu eserleri çıktı: Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin
Rüzgariyle (1962), Rübailer ve Hayyam Rübailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Aziz
İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966), Siyasi Hikayeler (1968), Siyasi ve Edebi
Portreler (1968), Edebiyata Dair (1971), Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi
Hatıralarım (1973), Tarih Müsahabeleri (1975), Bitmemiş Şiirler (1976),
Mektuplar-Makaleler (1977) Hakkında yayımlanan kitapların sayısı yirmiyi geçer.
Abdullah Aymaz
Abdullah Aymaz (1949- ) Kütahya'nın Emet ilçesinin Hacımahmut köyünde dünyaya
geldi. İlkokulu Hacımahmut köyünde okudu. İmam Hatip Lisesi ve Yüksek İslâm
Enstitüsü'nü İzmir'de okudu. Lise yıllarında Gurbet dergisinde yazıları
yayınlandı. Tire ve İzmir'de öğretmenlikler yaptı. 1978'de yayınlanmaya başlayan
Sızıntı dergisinde yazıları yayınlandı. Özel vakıf idareciliği ve eğitim
hizmetlerinde bulundu. 1988 yılından bu yana gazetecilik yapmaktadır. İsmail
Yediler, Hüseyin Bayram, Safvet Senih gibi müstear isimlerle kitaplar neşretti.
Halen Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı ve yazarıdır. Temiz bir
Türkçe, net ve açık bir ifade, "sehl-i mümteni" vasfıyla nitelendirilebilecek
cümleler; Abdullah Aymaz'ın Türkçesinin belirgin karakterlerini teşkil eder.
Eserleri
Yaratılış ve Kader
Peygamberler
Kaderin İlmi İsbatı
Ölüm ve Diriliş
Kur'an ve İlimler
Zeka Tomrukları
Hep Taze Mucize
İbadetlerin Getirdikleri
Ruhlar ve Ötesi
Şüpheler Üzerine
Sen Yusuf musun?
Kelimeler Armonisi
Hadislerin Işığında Hadiseler
Onlar Yıldız Gibiydiler
Duyduklarım
Gördüklerim
Hatıralar Işığında
Mercan Mağaraları
Gaybın Haberleri
Hikmet
Dışa Yansıyan İç Dünyamız (1-2)
Miraç Şehsuvarı
Hücre Devleti
Azra Erhat
Hümanist görüşün temsilcilerinden çevirmen, deneme ve inceleme yazarı Azra Erhat
6 Eylül 1982'de İstanbul’da öldü. Azra Erhat 6 Haziran 1915’te İstanbul’da
doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptı. 1939’da Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi; Klasik Filoloji Bölümü’nde asistan
olarak göreve başladı. 1946’da doçent oldu. 1948’de aynı fakültedeki öğretim
üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes’le
birlikte, sol görüşlü olduğu gerekçesiyle üniversiteden uzaklaştırıldı.
1949-1950 arasında Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde çalıştı. Daha sonra
Milletlerarası Çalışma Bürosu’nda kütüphanecilik yaptı.
Yunan klasiklerinden yaptığı çevirilerle tanınan Azra Erhat’ın ilk çevirileri
Tercüme dergisinde çıktı. A.Kadir’le birlikte Homeros’un İlyada destanından
yaptığı çevirinin birinci cildi 1959’da Habib Törehan Bilim Ödülü’nü, üçüncü
cildi 1961’de Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü aldı. İlayad’nın tam çevirisi
1967’de Odysseia 1970’te yayımlandı. Sabahattin Eyüboğlu’yla birlikte çevirdiği
Hesiodos’un Theogania ve İşler ve Günler adlı yapıtlarıyla Hesiodos üzerine
araştırma, 1977’de Hesiodos, Eseri ve Kaynakları adıyla basıldı. Sophokles,
Aristophanes gibi yazarların yapıtlarını Türkçeye kazandırdı. Yeni Ufuklar
dergisinin yazarlarından biri olan Erhat, bu dergi çevresinde gelişen hümanizm
anlayışının öncüleri arasında yer aldı. Batı uygarlığının kökenini ve Anadolu’ya
dayandıran ve Anadolu kültürlerini bir bütün olarak gören Halikarnas
Balıkçısı’yla aynı görüşleri paylaştı. Kültür tarihi yorumunu, bir grup aydınla
birlikte başlattığı “Mavi Yolculuk”larla ve Mavi Anadolu (1960), Mavi Yolculuk
(1962) adlarıyla yayımladığı gezi yazılarıyla yaygınlaştırmaya çalıştı.
Denemelerinin bir bölümünü İşte İnsan-Ecce Homo (1969) ile Sevgi Yönetimi (1978)
adlı kitaplarda topladı. Kendi alanının önemli kaynak kitaplarından biri olan
Mitoloji Sözlüğü’nü (1972), Mektuplarla Halikarnas Balıkçısı (1976) ve Troya
Masalları (1981) adlı çocuk kitabı izledi. 1983’te adına, Yazko Çeviri Dergisi
tarafından çeviri ödülü kondu.
Halide Edip Adıvar
(1884-1964) Türk kadın romancı. Siyasal alanda da etkinlik göstermiştir.
[
İstanbul'da doğdu. Kimi kaynaklara göre doğum yılı 1884'tür. İngiliz
terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde
okuttu. Orada Rıza Tevfik Bey'den Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu'nun
mistik edebiyatını dinledi. Sonradan evlendiği Salih Zeki'den de matematik
dersleri alıyordu. Koleji 1901'de bitirdi. 1908'de gazetelere yazmaya başladığı
kadın haklarıyla ilgili yazılardan ötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31
Mart Ayaklanması'nda bir süre için Mısır'a kaçmak zorunda kaldı. 1909'dan sonra
eğitim alanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı
yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği
sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları
tanıma fırsatını verdi. 1919'da Sultanahmet Meydanı'nda, İzmir'in işgalini
protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma ünlüdür. 1920'de Anadolu'ya kaçarak
Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Kendisine önce onbaşı (İsmet Paşa tarafından), sonra
da üstçavuş (Fevzi Paşa tarafından) rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda
Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917'de
evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrıldı.
1939'a kadar dış ülkelerde yaşadı. O yıllarda konferanslar vermek üzere
Amerika'ya ve Mohandas Gandi tarafından Hindistan'a çağrıldı. 1939'da İstanbul'a
dönen Adıvar 1940'ta İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü
başkanı oldu, 1950'de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi.
1954'te istifa ederek evine çekilmiş ve 1964'te ölmüştür.
Edebi Yaşamı ve Kitapları
Adıvar'ın Seviye Talip (1910), Handan (1912) ve Son Eseri (1913) gibi ilk
romanları aşk öyküleri anlatan yapıtlardır. Yazar kahramanlarını yakıp yıkan bir
sevgiyi dile getirmek istediği için kişilerin iç dünyasına yönelir ve bu
sevginin zamanla bir tutkuya dönüşmesini sergiler. Bu yapıtların önemli
özelliğini, birbirine benzeyen ve ondan önceki Türk romanlarında bulunmayan
kadın kahramanlarda aramak doğru olur. Yazarın asıl amacı kadın kahramanların
kişiliklerini erkeklerin gözüyle değerlendirmek olduğu için, romanlarının
anlatıcısı olarak bu kadınlara âşık erkekleri seçer ve fırtınalı bir aşk
öyküsünü onların anı defterlerinden ya da mektuplarından anlatır. Erkek (bazen
kadın da) evli olduğu için, kaçınılması olanaksız bir iç çatışma, romanların
moral sorununu oluşturur ve roman ya kadının ya da erkeğin ölümüyle biter.
Adıvar'ın, biraz kendi olduğunu iddia edilen bu kadın kahramanları, yazarın o
dönemde ideal saydığı Türk kadınını temsil ederler. Seviye Talipler, Handanlar,
Kâmuranlar her şeyden önce güçlü kişiliği olan, haklarını savunan, Batı
terbiyesi almış, ama Batılılaşmayı giyim kuşamda aramayan, resim ya da müzik
gibi bir sanat alanında yetenek sahibi, yabancı dil bilir, kültürlü ve çekici
kadınlardır.
Adıvar 1910 yıllarında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte
Türk Ocağı'nda çalışmaya başladıktan sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında
(1912) yurt sorunlarına eğilir. II. Meşrutiyet döneminde geçen bu ütopik
romanda, Yeni Turan adlı idealist bir partinin program ve çalışmalarını
anlatırken yeni bir Türkiye'nin hangi sağlam temellere oturtulması gerektiği
hakkında o zamanki görüşlerini açıklamak fırsatını bulur. Ateşten Gömlek (1922)
ve Vurun *****ye (1923) romanlarında Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da tanık
olduğu olayları, direnişleri, kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi
gözlemlerinden yararlandığı için daha gerçekçidir. Bununla birlikte, bir aşk
sorununun aşıldığı bu yapıtlarda da yüceltilmiş kadın kahraman yerini korur.
Ancak şimdi, yine olağan dışı bu kadın, öncekiler gibi bireysel sorunlarla
sarsılan kültürlü bir sanatçı olarak değil, milli dava peşinde erdemlerini
kanıtlayan ya da Anadolu'da düşmana karşı savaşan bir yurtsever olarak çıkar
karşımıza.
Adıvar'ın ilk yapıtlarında Türk okuruna sunduğu bir yenilik yarattığı bu kadın
imgesidir. Bu imge toplumda birbirine karşıt olarak algılanan değerleri
uzlaştırdığı için önemliydi. Osmanlı -İslam geleneklerine göre ev kadını olarak
yetiştirilmiş basit ve cahil kadın, o dönemin aydın kesiminin gözünde geri
kalmış bir uygarlığın simgesi gibiydi. Öte yandan Batılılaşmış "asrî" kadın da
köklerinden kopmuş, değerlerini şaşırmış, namus anlayışı kuşku uyandıran bir
kadındı. Adıvar'ın kahramanları işte bu çelişkiyi kendilerinde uzlaştırmakla bir
özleme cevap veriyorlardı. Çünkü bunlar hem Batılılaşmış hem de milli
değerlerine bağlı kalmış, hem serbest hem de namus konusunda çok titiz, ahlakı
sağlam kadınlardı. Gerektiğinde bir erkek gibi spor yapan, ata binen bu kadınlar
üstelik dişiliklerini de korumayı başarmışlardır.
Adıvar'ın en ünlü romanı Sinekli Bakkal'da (1936) ileri bir adım attığını, yeni
bir aşamaya vardığını görürüz. İlk romanlarının olay örgüsü bir iki kişi
arasındaki bireysel ilişkilere bağlı olarak gelişirken, II. Abdülhamid
dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu sergileyen Sinekli Bakkal'ın
olay örgüsü siyasal, düşsel, toplumsal sorunlarla örülmüş olarak gelişir.
Romanın okuru en çok çeken yönü de fakir kenar mahallesi, zengin konakları ve
saray çevresiyle II. Abdülhamid zamanının İstanbul'u anlatmasıdır. Ne var ki
yazarın amacı bir dönemin Türk toplumunu yansıtmak değildir yalnızca. Bu felsefi
romanda çevrelerin bir işlevi de belli değerlerin temsilcisi olmaktır. Sinekli
Bakkal mahallesi gelenekleri ve insancıl değerleri sürdüren halk kesimini; Genç
Türkler'den Hilmi ve arkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise,
yozlaşmış yönetici kesimi temsil eder.
Roman iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısmın ana teması Abdülhamid'in istibdat
idaresi karşısında şiddete başvurarak devrim yapmanın geçerliliği sorunudur.
Gerçi Adıvar içtenlikle ezilen halktan yanadır, ama gelenekçiliği ve savunduğu
mistik dünya görüşü şiddete başvurarak devrim yapmayı onaylamasına izin vermez.
Romanda II. Meşrutiyet'in ilanı "asırların kurduğu müesseselerin köklerini"
söken, "içtimaî ve siyasî nizam ve intizamı" altüst eden bir devrim olarak
nitelenir. Doğru tutum Mevlevi tarikatından Vehbi Dede'nin yaptığı gibi
"herhangi bir hayat fırtınasını sükûnetle seyretmek"tir. Yazar devrimden değil
evrimden yanadır. Romanın ikinci kısmında yozlaşmış saray çevresi sergilenirken
ana tema olarak Rabia ile Peregrini ilişkisi gelişir ve evlilikle son bulur. Bu
evliliğin simgesel anlamı Batı ile Doğu'nun bileşimi olarak yorumlanmıştır. Ama
Peregrini'nin "öyle basit ve insanî ananeler" dediği geleneklere bağlı Sinekli
Bakkal mahallesindeki cemaat yaşamına hayran olması, Müslümanlık'ı kabul ederek
Rabia ile evlenmesi ve mahalleye yerleşmesi, daha çok Doğu değerlerinin
üstünlüğüne işaret sayılmaktadır. Ne var ki yazar, Rabia ile Peregrini'nin
sevişip evlenmelerine inandırıcı bir hava verememiştir. Farkedilir ki, olaylar
yazarın kafasındaki bir görüşü dile getirmek için tertiplenmekte ve Doğulu kadın
ile Batılı erkek yazarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmektedirler. Birinci
kısımda olay örgüsünün doğal gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler
arasındaki çatışmadan doğan gerilim ve dramatik sahneler, ikinci kısımda
yerlerini, zorlama izlenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına
bırakınca romanın sanatsal düzeyi düşer.
1943'te CHP Ödülü'nü alan Sinekli Bakkal Türkiye'de en çok baskı yapan roman
olmuştur. Sinekli Bakkal'ı izleyen romanların ise yazarın ününe katkıda
bulunacak nitelikte oldukları söylenemez.
Adıvar çeşitli alanlarda etkinlik göstermiş, siyasal ve toplumsal konularda da
hem Türkçe, hem İngilizce kitaplar yazmış, İngilizce'den Türkçe'ye çeviriler
yapmıştır. Zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur.
Yapıtlarından kimileri İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Macar, Fin, Urdu, Sırp,
Portekiz dillerine çevrilmiştir.
Eserleri
Roman
Heyula (1909)
Raik'in Annesi(1909)
Seviye Talip(1910)
Handan (1912)
Yeni Turan (1912)
Son Eseri (1913)
Mev'ud Hüküm (1918)
Ateşten Gömlek (1923)
Vurun *****ye (1923)
Kalb Ağrısı (1924)
Zeyno'nun Oğlu (1928)
Sinekli Bakkal (1936)
Yolpalas Cinayeti (1937)
Tatarcık (1939)
Sonsuz Panayır (1946)
Döner Ayna (1954)
Akile Hanım Sokağı (1958)
Kerim Ustanın Oğlu (1958)
Sevda Sokağı Komedyası (1959)
Çaresaz (1961)
Hayat Parçaları (1963)
Öykü
Harap Mabetler (1911)
Dağa Çıkan Kurt (1922)
Kubbede Kalan Hoş Seda (1974)
Oyun
Kenan Çobanları (1916)
Maske ve Ruh (1945)
Anı: Türkün Ateşle İmtihanı (1962)
Mor Salkımlı Ev (1963)
Diğer Yapıtlar
Talim ve Terbiye (1911)
Turkey Faces West (1930)
Conflict of East and West in Turkey (1935)
Inside India (1937)
Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesisleri (1955)
İngiliz Edebiyat Tarihi (1940-1949)
Doktor Abdülhak Adnan Adıvar (1956)
Necati Cumalı
Necati Cumalı 1921 yılında Florina'da doğdu. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra
Türkiye'ye göç ederek İzmir'in Urla kazasına yerleşen bir çiftçi ailesinin
çocuğu olan Cumalı, Ortaöğrenimini İzmir Atatürk Lisesi'nde (1938), yüksek
öğrenimini ise Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde (1941) tamamladı.
Ankara'da Toprak Mahsulleri Ofisi'nde (1941-1942), Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü'nde (1945) çalıştı, askerliğini tamamladıktan sonra Urla ve İzmir'de
avukatlık ve memurluk yaptı (1945-1957). Daha sonra Türkiye'nin Paris Basın
Ataşeliği'nde (1957-1959) çalıştı. 1959 – 1963 yıllarında İstanbul Radyosu'nda
redaktörlük yapan Cumalı, sonraki yıllarda yaşamını roman ve oyun yazarlığı ile
sürdürdü. 10 Ocak 2001 tarihinde İstanbul'da yaşama veda etti.
Yazın Yaşamı
İkinci Dünya Savaşı yıllarında şiirlerle yazın yaşamına giren Cumalı, ilk
şiirini Urla Halkevi dergisinde yayımladı (1939). Daha sonra yeni edebiyat
anlayışını savunan dönemin tüm ilerici / yenilikçi dergilerinde yazmayı sürdüren
Cumalı, şiirlerini Varlık, Servet-i Fünun - Uyanış, Yeni İnsanlık gibi
dergilerde yayımladı. 1943 yılında ilk kitabını çıkardı: Kızılçullu Yolu. Aynı
yıl askere giden Cumalı, terhisine yakın geçirdiği "zehirli sıtma" yüzünden hava
değişimine gönderildi (1944), hem askerliğin hem hastalığın etkisiyle Harbe
Gidenin Şarkıları adlı ikinci kitabını yazdı (1945).
Ankara'ya dönen Cumalı, Ulus gazetesinin sanat sayfası ile Varlık, Ülkü ve
Ankara dergilerinde sürekli olarak şiirlerini yayınladı, bu arada daha lise
sıralarındayken Sabahattin Ali'nin etkisiyle başladığı öykü yazarlığını da
sürdürdü ve Ulus'ta her hafta bir öykü yayımlamaya başladı. 1945 yılından
itibaren yazın'ın şiir, öykü, roman ve tiyatro türlerinin hepsinde birden ürün
veren Necati Cumalı, zaman zaman deneme alanına da el attı.
Abdullah Cevdet Karlıdağ.
(9 Eylül1869Arapkir -29 Kasım1932İstanbul)
Osmanlı siyaset adamı ve düşünürüdür. Jön Türk hareketi ile II. Meşrutiyet
döneminin düşünce yapısında önemli etkisi olmuştur.
Babası Diyarbakır Birinci Tabur Katibi Ömer Vasfi Efendi'dir. İlköğrenimini
Malatya’nın Arapkir ve Tunceli’nin Hozat ilçesinde yaptıktan sonra Mamuret'ül-Aziz
(Elazığ) Askeri Rüşdiyesi ve Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi'ni bitirdi; Mekteb-i
Tıbbiye-i Şâhâne'ye girdi.
Dindar bir ortamda yetişmiş olmasına rağmen, okulda yaygın olan biyolojik
materyalizmden etkilendi. Bu etki onu, 1897’de Cenevre’de basılan Fünun ve
Felsefe adlı kitabında İslam uleması ile biyolojik materyalist düşünürlerin
görüşlerini bağdaştırma çabasına götürmüştür.
Yakın arkadaşı İbrahim Temo’nun ve Rusya'dan gelen popülist akımın etkisi ile
siyasi sorunlarla ilgilenmeye başladı. İbrahim Temo ve bir grup askeri tıp okulu
öğrencisi ile birlikte 1889'da İttihad-ı Osmani Cemiyeti'ni kurdu. Bu cemiyet
daha sonra İttihat ve Terakki adını almış ve 1908-1918 yılları arasında Türk
siyasi hayatını yönlendirmiştir. Abdullah Cevdet, İttihatçıların faaliyetleri
içinde yer alması nedeniyle öğrenciliği sırasında bir kaç kez tutuklandı bir
sure okuldan uzaklaştırıldı.
Okul sıralarında ebebiyata merak saran Abdullah Cevdet, Abdülhak Hamid’in
isteğine uyarak şiirlerini kitaplaştırdı. 1890-1892 yılları arasında Hiç',
2Türbe-i Masumiyet, Tulüat, Masumiyet adlı şiir kitapları ile ilk mensur eseri
Ramazan Bahçeleri, ilk düşünce eseri Dimağ ve Fizyolcya-ı Tefekkür’ü yayınladı.
Ömer Cevdet adıyla yayımladığı bu ilk eserlerinde özellikle Namık Kemal,
Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid ve Halit Ziya etkileri sezilir.
1894’te tıp eğitimini tamamladıktan sonra Haydarpaşa Hastanesi'nde göreve
başladı. Kısa bir süre Diyarbakır'a gönderildi. Diyarbakır İttihat ve Terakki
Subesi'ni kurdu. Ziya Gökalp ile tanışıp örgüte girmesini sağladı.
Yönetim için tehlikeli olmaya başladığı anlaşılınca 1895'te bozgunculuk
suçlamasıyla tutuklandı, İstanbul’dan uzaklaşması için Trablusgarp Merkez
Hastanesi’nin göz hekimliği görevine getirildi. Fakat İttihad ve Terakki
cemiyeti adına çalışmalarını orada da sürdürdü. Bu sefer Fizan’a sürgüne
gönderileceini öğrenince 1897’de Tunus’a kaçtı, oradan Paris’'e geçti.
Jön Türk hareketi içindeki bölünme sırasında Ahmed Rıza Bey grubuna katıldı.
1897'de Cenevre'ye giderek Tunalı Hilmi ve Mehmet Reşit’in orada kurdukları
Osmanlı İtilaf Fırkası’na katıldı. İshak Sukuti ile birlikte Jön Türkler'in
merkezi yayın organı olan Osmanlı Gazetesi'ni çıkardı.
Cenevre’de iken batı eserlerinden çeviriler yaptı. Özellikle Gustave Le Bon’un
eserlerini çevirdi. Fünun ve Felsefe, Kahriyat gibi eserlerini yayımladı. Ancak
II. Abdülhamit ile yapılan anlaşma uyarınca para alarak yazmama sözü verdi.
Ertesi yıl Trablusgarp ve Fizan'daki siyasi tutukluların affı karşılığı tekrar
yazmama sözü verdi ve Viyana Sefareti doktorluğuna atandı.
1903'te Avusturya'dan sınırdışı edildi. Cenevre'ye geçip Osmanlı Gazetesi’ni
tekrar yayınlamaya başladı. İçtihad dergisini çıkardı, bu ismi taşıyan bir
yayınevi kurdu. Halkı batı kültürü doğrultusunda eğitmek amacıyla eserler
yayınladı.
1904'te Osmanlı sarayının baskıları sonucu İsviçre'den de sınırdışı edildi.
İçtihad'ı Mısır'a taşıdı, etkinliklerini Kahire'de sürdürdü. Adem-i Merkeziyet
Cemiyeti’nin üyesi oldu. Bilimsel makaleler yazdı.
1906 Erzurum ayaklanmasında halkı başkaldırmaya çağıran bildiriler hazırladı.
1910'da İstanbul'a döndü. 1911'de İçtihad'ı yayınlamaya başladı. Dergi,
yayınlanan dinsel içerikli yazılar nedeniyle sık sık kapatıldı.
İttihatçılara karşı tutumunu sürdürdüğü için 1914'te derginin yanını durduruldu.
İkdam Gazetesi'ndeki yazılarıyla ekonomide özel girişimlerin geliştirilmesini ve
anglo-sakson eğitiminin yararlarını savundu.
Mütareke döneminde İngiltere yanlısı bir tutum izledi. İngiliz Muhibleri
Cemiyeti'nin kuruluşunda aktif rol oynadı. Kürt Teali Cemiyeti'nde çalıştı.
Bahailiğin bir dünya dini olarak kabul edilmesini istemesi tepkilere yol açtı.
Mütareke dönemindeki etkinlikleri nedeniyle Cumhuriyet döneminde devlet
işlerinden ömür boyu uzak tutulması kararlaştırıldı. Yaşamının bundan sonraki
bölümünde şiir kitapları yazdı, İçtihad dergisini yayınladı. Batıdan belli bilgi
ve teknolojiler aktarılırken, geleneksel değerlerin de korunması gerektiğini
savundu. Ekonomik ve toplumsal kalkınma için seçkin kafaların seçilerek özel
eğitimle yetiştirilmesini önerdi. İslam dinini düşünceyi kısırlaştırmak ve
ulusal uyanışı engellemekle eleştirdi. Osmanlı milliyetciliği anlayışı yerine,
imparatorluk içindeki tüm ulusların eşitliğine dayalı bir birlik görüşünü
savundu.
Cumhuriyet döneminde de Arap harfleri yerine Latin alfabesinin kullanılmasını
savundu, kadınların toplumsal yaşama katkılarının artırılmasını destekledi.
Psikoloji, sosyoloji, eğitim ve tarih alanında pek çok çeviri yaptı. Mevlana'dan
bazı parçalarla, Hayyam'ın rubailerini Türkçeleştirdi.
Çıkardığı İçtihad Dergisinin 1 Mart 1922 tarihli 144. sayısında Bahailiğin yeni
bir din olarak kabul edilmesini tavsiye etmiştir.. Yine aynı dergide Türkiye'nin
nüfus politikasıyla ilgili olarak; "Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için
Avrupa'dan ve Amerika'dan damızlık erkek getirmek gerekir." şeklindeki
iddiasının yer aldığı bir yazıyı kendi imzasıyla yayınladı. Bu yazısı bütün
yurtta büyük ve derin bir nefrete sebep oldu. Abdullah Cevdet 29 Kasım 1932'de
öldü.
BAZI ESERLERİ
Hadd-i Tedib (1903)
Ahmet Rıza Bey'e Açık mektup (1903)
Kahriyat (şiirler, 1906)
Dimağ ve Melekât-ı Akliye'nin Fizyolociya ve Hıfzıssıhhası (1919)
Cihan-ı İslama Dair Bir Nazar-ı Tarih ve Felsefi (1922)
Adab-ı Muaşeret Rehberi (1927)
Necati Cumalı Hakkında
OKTAY AKBAL
Hiçbir makale, hikaye, roman, oyun şu iki dizenin korkunç güzelliğini veremez,
derin anlamını duyuramaz. Bugün de yarın da aynı etkiyle insanın içine
işleyemez: Gittikçe küçülüyor ufalıyorum / Olduğum yerde / Neredeysen uzat
ellerini / Başım dönüyor...
(Cumhuriyet, 16 Mayıs 1971)
NURULLAH ATAÇ
Necati Cumalı’nın şiirleri günümüzün sivrilmiş, adları çok anılan şairlerinkine
benzemez, kendine vergi, yalnız kendinin olan bir deyişi var onun. Öyle parlak
değil, ama okudukça sarar sizi, yavaş yavaş sarar.
(Ulus, Ocak 1952)
GÜLTEN AKIN
Şiirin özünü yakaladığı, onu uygun biçime koyduğu birçok şiirinde olağanüstü
tatlar yaratmasını bilmiştir.
(Sinan Yıllığı, 1973)
SABAHATTİN TEOMAN
... Dinç ve sağlıklı, şiirin yokuşlarını koşarak tırmanıyor. Necati Cumalı’nın
bütün şiirlerini okuyun, onların her birinin şiirimizin uzayında, ışığını kendi
yakmış büyük ve yalnız yıldızlar gibi gezindiğini göreceksiniz. Kalabalıkların
şiiri "Cumalı’nın Aydınlığında" tadıp seveceğini sanırım. "Ozan kime
derler?"diye soracak yurttaşa, "Şiirinizi kimden başlayarak okuyayım?" diyecek
yabancıya gönül rahatlığıyla gösterilecek ozanımızdır Cumalı.
Abdülhak Şinasi Hisar,
(1888) yılında İstanbul'da doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde
yayımlanmış ilk yazın dergilerinden olan Hazine-i Evrak'ı (1881-1882) çıkaran
Mahmut Celâlettin'in oğludur. Tanzimat Edebiyatı'nın iki ünlü şairinin (Şinasi
ve Abdülhak Hâmit) adları verilmiştir. Daha küçük yaşlarda bir Fransız
mürebbiyeden Fransızca, komşuları olan Tevfik Fikret'ten de Türkçe dersleri
almış, ilkokuldan sonra öğretimini Mekteb-i Sultanî'de (Galatasaray Lisesi'nde)
tamamlamıştır (1898-1905). Daha sonra Paris'e giderek Ecole Libre des Sciences
Politiques'te okumuştur (1905-1908). Meşrutiyetin ilanından sonra yurda dönmüş,
uzun süre özel şirketlerde çalışmıştır (1909-1930). Daha sonra Ankara'ya giderek
Balkan Birliği Cemiyeti Umumî Kâtipliği ve Dışişleri Bakanlığı Danışmanlığı
görevlerinde bulunmuştur (1931-1948). Son yıllarında İstanbul'da bazı kurumların
İdare meclisi üyeliklerinde bulunmuş, İstanbul'da ölmüştür (3 Mayıs1963).
Yazın Yaşamı
Abdülhak Şinasi Hisar, Cevdet Kudret'in belirttiği üzere Meşrutiyet Döneminin
Ahmet Haşim, Refik Halit, Hamdullah Suphi, Yahya Kemal, Yakup Kadri gibi şair ve
yazarlarıyla aynı kuşaktan olmasına, çoğuyla okul sıralarından başlayan
arkadaşlıklar kurmasına rağmen, yazmaya onlardan çok sonra başlamıştır. Önce
Birinci Dünya Savaşı sonlarında bazı dergilerde şiirleriyle görünmüş ( 1918),
sürekli olarak yazmaya ise Mütareke döneminde yönelmiştir. Bu dönemde Dergâh
(1921), Yarın (1921) dergilerinde şiir ve eleştiri, İleri gibi gazetelerde de
eleştiriler yazmıştır. Hisar, Cumhuriyet döneminde de Milliyet, Türk Yurdu gibi
çeşitli gazete ve dergilerde yazmayı sürdürmüş, yazarlar arasında şair ve
özellikle eleştirmeci olarak tanınmıştır. Hisar, Varlık dergisinde mensur
şiirler, yazın üzerinde denemeler, eski yazarlar ve geçmiş dönem hayatını
anlatan anılar yayımlanmıştır (1933-1943). Bir tür hazırlık dönemi sayılabilecek
bu yıllardan sonra Abdülhak Şinasi Hisar 1941 yılından itibaren kendi yolunu
bulmuş, özgün yapıtlarını peşpeşe vermeye başlamıştır. Hisar, Fahim Bey ve Biz
romanıyla CHP Hikâye ve Roman Armağanı'nda üçüncülük almıştır (1942).
Yapıtları
Roman:
Fahim Bey ve Biz (1941)
Çamlıca'daki Eniştemiz (1944)
Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952),
Anlatı:
Boğaziçi Mehtapları (1943)
Boğaziçi Yalıları (1954)
Geçmiş Zaman Köşkleri (1956),
Öteki Yapıtları:
Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (1955-Seçilmiş mısra ve beyit antolojisi)
Geçmiş Zaman Fıkraları (1958)
İstanbul ve Pierre Loti (1958)
Yahya Kemal'e Veda (1959)
Ahmet Haşim, Şiiri ve Hayatı (1963).
Necati Cumalı Yapıtları
Şiir
1943 Kızılçullu Yolu,
1945 Harbe Gidenin Şarkıları,
1947 Mayıs Ayı Notları,
1951 Güzel Aydınlık,
1954 Denizin İlk Yükselişi (İlk üç kitabı ve yeni şiirleri),
1955 İmbatla Gelen,
1957 Güneş Çizgisi,
1968 Yağmurlu Deniz (Son iki kitabı ile yeni şiirler),
1970 Başaklar Gebe,
1974 Ceylan Ağıdı,
1980 Aç Güneş,
1981 Bozkırda Bir Atlı,
1982 Yarasın Beyler.
Öykü
1955 Yalnız Kadın,
1956 Değişik Gözle,
1962 Susuz Yaz, Kitaba adını veren ilk öykü Metin Erksan tarafından
beyaz perdeye aktarıldı (1963).
Aynı öykü oyunlaştırılarak Şehir Tiyatroları'nda temsil edildi (1968),
1969 Ay Büyürken Uyuyamam,
1976 Makedonya 1900,
1976 Kente İnen Kaplanlar.
Roman
1959 (Zeliş adıyla 1971),
1973 Yağmurlar ve Topraklar,
1974 Acı Tütün,
1975 Aşk da Gezer.
Oyun
1959 Mine,
1959 Oyunlar I (Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri),
1969 Oyunlar II (Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar),
1969 Oyunlar III (Nalınlar, Masallar, Kaynana Ciğeri),
1969 Oyunlar IV (Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol),
1973 Oyunlar V (Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb'un Yumurtası),
1981 Oyunlar VI (Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, İş Karar Vermekte, Yaralı Geyik).
Deneme
1971 Niçin Aşk,
1976 Senin İçin Ey Demokrasi,
1982 Etiler Mektupları.
Günce
1987 Yeşil Bir At Sırtında
Ödülleri
1957 Sait Faik Hikaye Armağanı (Değişik Gözle adlı kitabıyla)
1969 Türk Dili Kurumu Şiir Ödülü (Yağmurlu Deniz adlı kitabıyla)
1984 Yeditepe Şiir Ödülü (Bütün Şiirleri I ile)
AHMET YESEVÎ
Büyük Türk Mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Kazakistan'ın YESİ şehrinde, yaygın görüşe
göre 1093 yılında doğmuş ve 1166 yılında ölmüştür. İlk mürşidi Arslan Baba
olmuş, sonra Yusuf-i Hemadanî'ye intisap etmiştir.
Yesevî, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen TÜRKÇE'yi seçmiştir.
Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya
çalışan, İslâm'ı yeni kabul etmiş insanlara bu dinin sıcak, samimi, hoşgörülü,
insan ve tanrı sevgisine dayalı gerçek yüzünü tanıtmıştır.
HİKMET adını verdiği dörtlüklerinde Yesevî;
Benim hikmetlerim hadîs hazinesidir
Kişi pay görmese, bil habistir
Benim hikmetlerim süphanın fermanı
Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı
demektedir.
Büyük Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Türk dünyasının yetiştirdiği önemli
şahsiyetlerden ve Türklüğün sembol isimlerinden biridir.
Ahmet Yesevî'nin Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu olması ve kendisinden
sonraki büyük mutasavvıflar, Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve
diğerleri üzerindeki etkisi, böylece Anadolu'nun bir Türk Yurdu haline
gelmesindeki manevi rolü, İslamiyet'i dosdoğru anlayan ve anlatan, sade ve temiz
üslubu, güzel Türkçe'mizin mimarlarından oluşu, insanlığın ihtiyacı olan yüksek
değerleri daha o zamanlar dile getirdiği kardeşliğe, dostluğa, sevgi ve
hoşgörüye dayalı düşünceleri bilinmektedir.
Türk'lerin İslâmiyeti anlama ve algılama noktasında YESEVÎ bir ekoldür. Bu
açıdan bakıldığında Yesevî, tüm Türk dünyası için çok önemli bir konuma
sahiptir. Kendini tanıma umdesi, kültürünü, dilini, tarihini ve dinini tanımak
Yesevî düşüncesinin özüdür.
Karahan'lı Hükümdarı Saltuk Buğra Kara Han'ın 950 yılında İslâmiyet'i resmî
devlet dini olarak kabul etmesi, TÜRK dünyasının önemli bir dönüm noktasıdır.
İslâmiyet'i benimseyen Türk'ler, Türk - İslâm sentezine dayanan yeni bir kültür
sahibi olmuşlar, sosyal nizamları ile devlet ve dünya görüşlerine bu kültür ile
yeni bir şekil vermişlerdir.
"Pir-i Türkistan" Ahmet Yesevî, Güney Kazakistan'da, Çimkent şehrine 7 km.
uzaklıktaki, bugün Türkistan adı ile tanınan YESİ şehrine 157 km. uzaklıktaki
Sayram kasabasında doğmuştur. Doğum yılı bilinmemektedir. Ancak 73 yaşında ve
1166 yılında vefat ettiği şeklindeki yaygın görüşe göre 1093 yılında doğduğu
tahmin edilmektedir. Doğum yeri olarak YESİ şehri de belirtilmekte ise de anne
ve babasının Türbe'lerinin SAYRAM'da olması, O'nun da Sayram'da doğduğunu
düşündürmektedir. Babası, Hazret-i Ali soyundan Şeyh İbrahim isimli bir zatdır.
Annesi ise Şeyh İbrahim'in halifesi Musa Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur.
Rivayetlere göre önce annesini, sonra babasını kaybeden 7 yaşındaki Ahmet,
ablasının himayesinde büyümüştür. Yesi'ye gelen Arslan Baba adlı bir mürşit,
O'nun tahsil, terbiyesini üstlenir. Bir süre sonra Arslan Baba ölür, Yesevî de o
zamanın önemli kültür ve ilim merkezlerinden olan Buhara'ya gider. Burada Hâce
Yusuf-i Hemedani'ye intisap eder ve onun irşadı altına girer.
Yesevî, mürşidi Hemedanî'nin ölümünden sonra bir süre Buhara'da irşad postuna
oturursa da, şeyhinin vaktiyle işaret ettiği şekilde YESÎ'ye döner. Ölene kadar
da orada aydınlatmaya devam eder.
Menkıbeye göre tekkesinin bahçesinde bir çilehane kazdırır ve ömrünü burada
tamamlar. Daha önce de belirttiğim gibi 1166 yılında vefat ettiği sanılmaktadır.
Ahmet Yesevî'nin türbesini Sultan Timur'un yaptırdığı bilinmektedir. Rivayete
göre, Hoca, Timur'un rüyasına girip zafer müjdeler. Timur da Türkistan
zaferinden sonra Yesi'ye gelir ve Hoca'nın kabrinin üstüne, bir şükran ifadesi
olarak, türbe yaptırır. Zamanla harap olan türbe, Şibanî Han tarafından
onartılır. Birçok defa tamir gören türbe, Sovyetler Birliği zamanında korumaya
alınıp 1978 de ziyarete açılmış, 1989 yılında türbenin bulunduğu bölge "Tarihi
Kültür Koruma Mıntıkası" olarak ilân edilmiştir.
Kazakistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Türkistan şehrindeki bu türbenin
restorasyon çalışmaları Türkiye tarafından 1992 yılında başlatılmış ve 2 senede
bitirilmesi ön görülmüşse de çalışmalar Temmuz 2000 e kadar sürmüş ve türbenin
açılışı Ekim 2000 de Türkistan şehrinin 1500. kuruluş yıldönümünde yapılmıştır
Ziya Gökalp (1876 - 1924)
Ünlü fikir adamı ve şairlerimizden olan Ziya Gökalp, 1876'da Diyarbakır'da
doğdu. II. Meşrutiyet'ten başlayarak Türkçülük akımının en büyük temsilcisi
sıfatıyla Türk düşünce ve siyaset hayatını kuvvetle etkilemiş, Milli Edebiyat
akımı içinde verdiği eserlerle Türk edebiyatının biçim ve dil yönünden
yenileşmesini sağlamıştır.
Öğrenimine Diyarbakır'da başlayan Ziya Gökalp, aynı şehirde Askeri Rüştiye'yi
(1890) ve Askeri İdadi'yi bitirdi (1894). Ziya Gökalp, tıbbiyelilerin istibdata
son vermek için kurdukları İhtilal Komitesine girmiş, okuldaki faaliyetleri ve
okuduğu Fransızca kitapların zararlı sayılması yüzünden hapsedilmiştir.
Diyarbakır Valisi Halit Bey'in yolsuzluklarına karşı mücadeleye girişen
arkadaşlarıyla birlikte yasak yayın okudukları gerekçesiyle tutuklandı (1898).
İstanbul'a döndükten sonra da okuldan uzaklaştırıldı.
Ziya Gökalp, hükümlülük süresi dolunca "Zaptiye Nezareti altında bulundurulmak
üzere" Diyarbakır'a gönderildi. Burada Siyaset, felsefe ve tarih üstüne
incelemeler yaparken, istibdat aleyhine gizli faaliyetlere de katıldı. Bölgede
güvenliği sağlamak için kurulmuş Hamidiye alaylarının başındaki Milli aşiret
reisi İbrahim Paşa'nın adının karıştığı soygun ve baskın olayları karşısında
halkı direnmeğe ve eyleme yöneltti. Halk 3 gün süreyle telgrafhaneyi işgal etti
(1905). İbrahim Paşa ve adamlarının cezalandırılması için saraya telgraflar
çekildi. Üstelik, Avrupa ve Asya ülkeleri arasındaki haberleşmenin bağlantı
noktası olan Diyarbakır telgrafhanesinin bu bağlantıyı kesmesi olayın daha da
büyümesine yol açmış ve yabancı ülkeler saraya baskı yapmaya başlamıştı. Konuyu
incelemek üzere İstanbul'dan Diyarbakır'a gönderilen soruşturma kurulu Hamidiye
alaylarının bir süre sinmesini ve yolsuzluklara son vermesini sağladı. Ancak
halkın yakınmasına yol açan yeni olaylar patlak verince, Ziya Gökalp ve
arkadaşlarının önderliğinde halk yeniden telgrafhaneyi ele geçirdi. 11 gün süren
bu ikinci işgal halkın kesin zaferiyle sonuçlanmış, hükümet İbrahim Paşa ve
alaylarını bölgeden uzaklaştırmak zorunda kalmıştır (1907). Gökalp, ilk eseri
olan Şaki İbrahim destanında bu olayı anlatır.
II. Meşrutiyetin ilanından sonra, Ziya Gökalp'ın kurduğu gizli cemiyetin yerini
Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Diyarbakır Şubesi aldı. Partinin Diyarbakır,
Van ve Bitlis örgütlerinin denetimiyle görevlendirilen Ziya Gökalp, bu dönemde
Diyarbakır ve Peyman gazetelerine yazıyordu. 1909'da partinin Selanik'teki
kongresine il temsilcisi olarak katıldı. Bir yıl İstanbul Darülfünunda psikoloji
okuttuktan ve Diyarbakır maarif müfettişliği yaptıktan sonra, yeniden Selanik'e
gitti. Katıldığı parti kongresinden sonra genel merkez üyeliğine seçildi. Burada
Genç Kalemler, Yeni Felsefe, Rumeli gibi dergi ve gazetelerdeki yazılarıyla
Türkçülük ve dilde sadeleşme hareketlerinin öncüleri arasında yer alan Gökalp,
milli duyguları, tarih bilincini, bilime ve tekniğe değer veren düşünceyi her
şeyin üstünde tutan şiirleriyle çevresini geniş ölçüde etkiliyordu. İttihat ve
Terakki Genel Merkezi İstanbul'a taşınınca (1912), Gökalp da İstanbul'a
yerleşti. O yıl Ergani madeninden Milletvekili seçildi.
Türk Ocağı çevresindeki çalışmaları, Türk Yurdu ve kendi çıkardığı Yeni Mecmua
(1917) gibi dergilerdeki yazıları, Türkçülük akımının ilkelerini saptayan ve
çağdaş uygarlık karşısında yerli bir senteze varılmasını şart koşan önerileri
(Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1918), Darülfünun'da okuttuğu toplumbilim
dersleri, İttihat ve Terakki'nin yönetici kadrosu üzerindeki etkisiyle Ziya
Gökalp, Mütarekeye (1919) kadar uzanan dönemin düşünce ve siyaset hayatına yön
veren etkenlerin başında yer aldı. İstanbul'un işgali üzerine tutuklanarak iki
yıl Malta'da sürgün kaldı (1919-1921). Döndükten sonra, Uelif ve Tercüme Heyeti
başkanlığına getirileceği tarihe (1923) kadar Diyarbakır'da kaldı ve küçük
Mecmuayı yayımladı.
1923'te Diyarbakır'dan milletvekili seçildi. Hakimiyeti Milliye, Yeni Gün,
Cumhuriyet gazetelerinde makaleleri çıkıyordu. Altın ışık (1923), Türkçülüğün
Esasları (1923), Türk Töresi (1923) gibi kitapları birbirini izliyordu.
Cumhuriyet Halk Partisinin programını inceleyen ve yorumunu yapan Doğru Yol
(1923) adlı incelemesini de yine bu dönemde kaleme aldı. O sıralar yazdığı Türk
Medeniyet Tarihi ise ölümünden sonra yayımlandı (1926). Yine ölümünden sonra
çeşitli gazete ve dergilerde çıkmış yazılarıyla mektupları çeşitli kitaplarda
derlendi. Çınaraltı (1939), Fırka Nedir? (1947), Ziya Gökalp Diyor ki (1950).
Ziya Gökalp'ın neşredilmemiş yedi eseri ve aile mektupları (1956), Ziya
Gökalp'ın Yazarlık Hayatı (1956), Ziya Gökalp Külliyatı (1. Kitap şiirler ve
halk masalları;1952, 2. kitap Limni ve Malta Mektupları;1965), Terbiyenin Sosyal
ve Kültürel Temelleri (1973). 1924'te İstanbul'da öldü.
Cahit Uçuk
Cahit Uçuk, gençlik yıllarında
Cahit Uçuk (17 Ağustos1909 - 7 Kasım2004) Kadın hikaye ve roman yazarı.
Selanik'te doğdu. Siverek Milletvekili ve Kaymakam İbrahim Vehbi Uçuk'un
kızıdır. Babasının görevi dolayısıyla Anadolu'da çok yer dolaşması sebebi ile
düzenli bir tahsil görmedi. Evinde özel dersler alarak kendi kendisini
yetiştirdi. Yazarlık kariyerine 1935 yılında Nazım Hikmet'in çıkardığı Yarım Ay
Dergisi'nde yayımlanan bir köy masalı ile başladı. Sanat hayatına şiir yazarak
başladı, daha sonra hikaye ve romana yöneldi. Eserlerinde genellikle kadın
hakları, kadının toplumdaki yeri, analık duygusu ve zaman zaman mistik temaları
işledi. Anadolu kadınını ve Anadolu'nun çeşitli meselelerini dile getirdi. Temiz
dili, sıcak ve içten anlatımı ile bir dönem çok okunan yazarlar arasında yer
aldı.
Cahit Uçuk gerek romanlarının konuları, gerekse kelimeleri kullanışındaki
anlatım rahatlığı, sıcaklık ve uyum ile tanınan, her zaman sevilerek okunan bir
yazardı. Babıali'de ve Anadolu'da yayımlanan günlük gazetelere,dergilere
piyes,masal,hikaye,roman tefrikaları yazmıştır.
Sayıları her yıl artan roman ve öykü kitaplarından başka; çok sevdiği çocuklar
için de romanlar, öyküler, masallar, manzum masallar yazdı. Çocuklara yazdıkları
ona en güzel armağanı getirmiştir. Dünyanın ünlü çocuk klasikleri "ikizler"
serisinin yirmi sekizinci kitabı olan "Türk İkizleri" ile "Hans Christian
Andersen" armağanı kazanmıştır bu kitabı başta İngilizce olmak üzere birkaç
dünya diline çevirilerek Türkiye sınırlarını aşmıştır.
Cahit Uçuk, yazar Mahmut Yesari ile kısa bir evlilik yapmıştır. Daha sonra
Galatasaray'lı futbolcu 'Cici Necdet' ile 10 yıl süren ikinci bir evliliği
olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın yazarlarından Cahit Uçuk, 7 Kasım2004'de
İstanbulBebek’teki evinde 95 yaşında hayata gözlerini yumdu. Cenazesi
Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Başlıca Yapıtları:
Roman
Küçük Ev, Kanlı Düğün, Siyah Dantelli Şemsiye, Uçan Su, Değirmentaşı, Hep Yarın,
Güneş Kokusu, Kirazlı Pınar, Sürü Çıngırakları, Dikenli Çit
Öykü
Cennet Bahçesi, Işıklı Pencere, Kurtların Saygısı, Değişen Sensin, Altın
Pabuçlar
Çocuk kitapları
Türk İkizleri, İran İkizleri, Gümüş Kanat, Yalçın Kayalar, Mavi Ok, Kırmızı
Mantarlar, Üç Masal, Ateş Gözlü Dev, Cepteki Yavrular, Kurnaz Çoban, Herte Verte
Pitte, Eve Giren Güneş, Açılan Pencereler, Esrarengiz Yalı, Mavi Derinliklerdeki
Sır, Sırrını Vermeyen Tabak
Oyun
Yaşamak İstiyoruz, Gök Korsan, Bileziklerin Sesi
Anı
Bir İmparatorluk Çökerken (anı, 1995, YKY), Erkekler Dünyasında Bir Kadın Yazar
(
Cahit Zarifoğlu
Cahit Zarifoğlu, (1940-1987) Türk yazar. Çocuk hikayeleri ile ünlüdür.
Hayatı
Hayatını kendi diliyle şöyle anlatır:
"1940'ta Ankara'da doğdum. Rahmetli babam hakimdi. Bu vesile ile çocukluğum
Güneydoğu'da geçti. İlkokula Siverek'te başladım. Maraş ve Ankara'da bitirdim.
Ortaokula ise Kızılcahamam'da başladım, liseyi Maraş'ta tamamladım. Aslen
Maraşlıyım.
Ceddimiz 300 yıl kadar önce Kafkasya'dan Maraş'a gelip yerleşmişler. Bunlar üç
kardeşmiş ve içlerinden birinin adı Zarif'miş. İşte bizim aile bu Kafkasyalı
Zarif'ten geliyor. Daha çok bu sebeple olacak Kafkasya'yı çok seviyorum.
Edebiyata lise yıllarında şiir ve kompozisyonlar yazarak başladım. Usta hikayeci
Rasim Özdenören, şair Erdem Beyazıt, şair Alâaddin Özdenören ile aynı sıralarda
okuduk. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve
Edebiyatını bitirdim. Öğrenciliğim sırasında çalışmak zorundaydım. Muhtelif
gazetelerde sayfa sekreteri olarak çalıştım. Bu yüzden tahsilim biraz ağır aksak
ilerledi. Bütün bunlar zarfında vazgeçmediğim,değişmeyen, istikrarlı bir yönüm
vardı,o da şairliğim ve yazarlığımdı.
Bir yerde çok titiz bir insanım,bir bakıma da hiç titiz değilim. Görünüşte bir
düzensizlik içindeyim, ama herşey zihnimde benim de şaştığım bir disiplin ve
düzen içindedir. Şu masanın halini görüyorsun.Çekmeceler de öyle. Ama söyleyin
bir şey onu gözüm kapalı çıkarayım. Hayatımda öyle. Bir telaş içinde parçalanmış
gibiyim. Ama saati saatine programlanmışımdır. Şiiri de ne zaman yazacağımı
bilmiyorum. Memur gibi. Durum öyle gerektiriyor.
Sezai Karakoç ağabeyin yayınladığı Diriliş dergisinde şiirlerim yayınlandı.
Ağabeyin sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şeyler öğrendik.Her anlamda bizim
hocamızdı. Yetişmemizde çok büyük faydası oldu. Sonra Nuri Pakdil ve
arkadaşlarının yayınladığı Edebiyat dergisinde yazdım. 1976'dan itibaren ise
ben, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Akif İnan ve Nazif Gürdoğan'nın kurucuları
olduğu Mavera dergisinde şiirlerim, bir-iki hikayem, senaryo çalışmalarım,
günlüklerim ve "Okuyucularla" ismini verdiğimiz sohbetlerim yayınlandı. Bir kaç
yıldan beri ise roman çalışıyorum. Bunlardan ilki "Savaş Ritimleri" 1985'te
yayınlandı. Ayrıca çocuk edebiyatı dalında kitaplar yazdım."1
Değişik dönemlerde ilkokul öğretmen vekilliği ve Almanca öğretmenliği
yaptı.1976'dan itibaren TRT Genel Müdürlüğü'nde mütercim sekreter olarak görev
aldı. Farklı gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı. Mavera Dergisi'ni
arkadaşlarıyla birlikte yayımladı. Zaman Gazetesi ve Mavera dergisi'nde
'Okuyucularla' başlığıyla hayli ilgi toplayan ve bir 'mektep' özelliği taşıyan
sohbet köşelerini düzenledi. 1983'te TRT İstanbul Radyosu'nda görev aldı. Radyo
oyunları yazdı. 1984'te Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü'nü alan
Zarifoğlu, 07 Haziran 1987'de vefat etti.
Eserleri
Şiir
İşaret Çocukları
Yedi Güzel Adam
Menziller
Korku ve Yakarış
Hikaye
İns
Çocuk Hikayeleri
Serçekuş
Katıraslan
Ağaçkakanlar
Yürekdede ile Padişah
Küçük Şehzade
Motorlu Kuş
Kuşların Dili
Çocuk Şiirleri
Gülücük
Ağaçokul (Çocuklara Afganistan Şiirleri)
Roman
Savaş Ritimleri,Ana
Günlük
Yaşamak
Deneme
Bir Değirmendir Bu Dünya
Zengin Hayaller Peşinde
Tiyatro
Sütçü İmam
Cemal Süreya
Cemal Süreya
Cemal Süreya (Erzincan1931 - İstanbul9 Ocak1990), şair. Asıl adı Cemalettin
Seber'dir.
Önceden Süreyya olan soyadındaki y'lerden birisini, bir arkadaşıyla girdiği
iddiada kaybetmiştir.
Hayatı
Erzincan'da doğdu.
1954'te Ankara ÜniversitesiSiyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat
Bölümü'nü bitirdi. Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik
görevlerinde bulundu; 1965’te ayrıldığı müfettişlik görevine 1971’de yeniden
döndü; 1982’de müşavir maliye müfettişliğinden emekli oldu. Ağustos1960’ta
başladığı ve yalnızca dört sayı çıkarabildiği Papirüs dergisini,
Haziran1966-Mayıs1970 arası 47, 1980-81 arası iki sayı daha çıkardı. 1978’de
Kültür Bakanlığı’nda Kültür Yayınları Danışma Kurulu üyesi olarak da görev yapan
Cemal Süreya, emekli olduktan sonra, yayınevlerinde danışman ve ansiklopedilerde
redaktör olarak çalıştı. Birçok dergide yazıları ve şiirleri yayımlandı; ayrıca
Oluşum, Türkiye Yazıları, Maliye Yazıları dergileri ile Saçak dergisinin
kültür-sanat bölümünü bir süre yönetti. Politika, Aydınlık, Yeni Ulus ve Yazko
Somut gazeteleri ile 2000’e Doğru dergisinde köşe yazıları yazdı.
İlk şiiri “Şarkısı-beyaz”, 8 Ocak1958'de Mülkiye dergisinde çıktı. Şiirlerindeki
şekil, muhteva ve anlatım özellikleri ile İkinci Yeni şiirine katıldı. Bu akımın
önde gelen şairlerinden biri oldu. Geleneğe karşı olmasına karşın geleneği
şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve
şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri
imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Şahsiyetli
bir şiir dili vardır. Canlı halk dilini kullanması, onu okuyucuya yaklaştırır.
Üslubundaki mizah ve istihza, ona ayrı bir özellik kazandırmaktadır.
Batı Anadolu'daki Bilecik'e sürgüne gönderilmiş bir Kürt ailesinin çocuğudur; bu
kimliğini uzun süre saklar ya da saklamak zorunda kalır. Öyle ki Bazil
Nikitin'in Kürtler adlı kitabını çevirdiği halde yayında adının sadece baş
harflerini kullanır.
Şairin hayatındaki en önemli kırılma noktalarından biri adressizliktir: 4 kez
evlenir, 29 farklı evde oturur.
Ölmeden önce, eşi 'Bayan Nihayet'e bıraktığı 4 Kasım1989 imza tarihli miras
yazısında, 6 madde halinde; iki tane halı, kütüphane, masanın ortasındaki ve
yabancıların yarısı, çiçeklerin hepsi, büyük ayna, bütün kitapların telif
hakkının yarısı, kendisini ve bütün notlarını eşine bıraktığını belirtmiştir.
Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu. Feyza Perinçek ve Nursel Duruel,
şair üzerine bir biyografik inceleme hazırladılar: Cemal Süreya / Şairin Hayatı
Şiire Dahil (1995). 1997’de de Cemal Süreya Arşivi yayımlandı.
Kitapları
Şiir
Üvercinka (1958; Yeditepe Şiir Armağanı)
Göçebe (1965; 1966TDK Şiir Ödülü)
Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973)
Sevda Sözleri (Uçurumda Açan ile birlikte toplu şiirleri: 1984)
Sıcak Nal ve Güz Bitigi (1988; Behçet Necatigil Şiir Ödülü)
Sevda Sözleri (bütün şiirleri: 1990, ö.s; YKY 1995)
Düzyazı
Şapkam Dolu Çiçekle (1976)
Günübirlik (1982)
Onüç Günün Mektupları (1990, ö.s.; YKY 1998)
99 Yüz (1991; YKY 2004)
999. Gün / Üstü Kalsın (1991)
Folklor Şiire Düşman (1992)
Uzat Saçlarını Frigya (Günübirlik’in yeni basımı: 1992)
Aydınlık Yazıları / Paçal (1992)
Oluşum’da Cemal Süreya (1992)
Papirüs’ten Başyazılar (1992)
Günler (999. Gün’ün genişletilmiş basımı: YKY 1996)
Güvercin Curnatası (Cemal Süreya ile konuşmalar: haz. Nursel Duruel, YKY 1997;
genişletilmiş basımı: YKY, 2002)
Toplu Yazılar I: Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar (YKY 2000)
Antoloji ve çevirileri
Cemal Süreya iki antoloji (Mülkiyeli Şairler ve 100 Aşk Şiiri) hazırladı; Simone
de Beauvoir’dan Sade’ı Yakmalı mı? (1966; YKY 1997), Gustave Flaubert’den Gönül
ki Yetişmekte (Duygusal Eğitim) ve Antoine de Saint-Exupéry’den Küçük Prens (Tomris
Uyar’la birlikte) başta olmak üzere, pek çok çeviri yaptı. Çeviri şiirleri
(Yürek ki Paramparça, haz. Eray Canberk, YKY 1995) ve Çocukça dergisi için
yazdığı yazılar (Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, haz. Necati Güngör, 1993; YKY
1996) derlendi.
Cemil Meriç
(1916-1987) ünlü Türk yazar ve düşünür. Gerçek ismi Hüseyin Cemil'dir.
Hayatı
12 Aralık 1916'da HatayReyhanlı'da doğdu. Gerçek adı Hüseyin Cemil'dir. Hatay
Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne
girdi. Öğrenimini tamamlayamadan Hatay'a döndü. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve
nâhiye müdürlüğü, Tercüme Kaleminde reis muâvinliği yaptı. İstanbul Üniversitesi
Edebiyât Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyâtı bölümünü bitirdi. Elâzığ Lisesi'nde
Fransızca öğretmenliği yaptı (1942-1945). İstanbul Üniversitesi yabancı diller
okulunda okutman olarak çalıştı (1946). 1955'te görme yeteneğini kaybetti. Fakat
öğrencilerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 senesinde
İstanbul Üniversitesi'nden emekli oldu. 13 Haziran 1987 günü İstanbul'da vefât
etti. Kızı Sosyoloji Prof. Ümit Meriç.
Cemil Meriç'in ilk yazısı Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde çıktı (1928). Sonra
Yirminci Asır, Yeni İnsan, Hisar, Türk Edebiyâtı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve
Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Cemil Meriç, gençlik yıllarında
Fransızca'dan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo'dan yaptığı
tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Batı medeniyetinin
temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin
özü olduğunu savundu. Sansüre ve anarşik edebiyata karşı bir yazar ve düşünür
olarak tanınmaktadır.
Cemil Meriç'in makalelerinde ve yayımladığı eserlerde, Asya’nın Avrupa ile
hesaplaşması, Türk insanından kopan aydınların görüşlerinin ne kadar boş
göründüğü ön plana çıkmaktadır.
Hayat Kronolojisi
1916 12 Aralık günü Hatay'ın Reyhanlı kazasında dünyaya gelir. İki de ablası
vardır: Zehra ve Nadide. Ailesi Yunanistan göçmenidir.
1920 Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarla 1936 arası, SuriyeFransa'nın
mandası altındadır. Misak-ı Milli dışında bırakılan Hatay'da da Fransa muhtar
bir idare kurmuştur: Bağımsız İskenderun Sancağı.
1923 Babasının memuriyetten ayrılması üzerine Reyhanlı'ya dönerler. Aynı yıl
Reyhanlı Rüştiyesi'nde okula başlar. Bu ilkokulda, üçüncü sınıftan itibaren
Fransızca dersleri de okutmaktadır.
1928 İlkokulu bitirir, elindeki diplomanın adı: "Certificat d'études
primaires"dir. Aynı yıl Antakya'ya gider ve Antakya Sultanîsi'nde ortaokula
başlar. Eğitim Fransız kültürü ağırlıklıdır.
1933 Çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen cebirden ikmale kalır, gözleri
zayıftır ve sınıftaki tahtayı iyi görmemektedir, altı numara miyobu olduğu
anlaşılır. Aynı yıl, yerel Yenigün gazetesinde ilk yazısı yayımlanır: "Geç
kalmış bir muhasebe"
1936İstanbul'a gelir. Üniversiteye giremez. Bir süre pertevniyal lisesi 12.
sınıfına devam eder. Hocaları, felsefede İhsan Kongar, tarihte Resat Ekrem Koçu,
edebiyatta Keyise İdali, Fransızca'da Nurullah Ataç'tır. Kumkapı ve kadırga
talebe yurtlarında kalır. Nazım Hikmet ve Kerem Sadi ile tanışır. Onlar için
kendi imzasını kullanmadan iki kitap çevirir Türkçe'ye: Gaston Jèze'in maliye
ile ilgili 400 sayfalık bir kitabı ile Stalin'in "Pratik ve Teori" adlı kitabı.
Bu kitaplar için herhangi bir ücret almamıştır.
1937 Mayıs ayında vapurla İskenderun'a döner
1938HatayReyhanlı'ya dönüp Batı Ayrancı köyünde ilkokul öğretmenliğine başlar.
Türk Hava Kurumu'nda sekreterlik, ^belediye'de katiplik gibi geçici görevlerde
de bulunur.
1939 Nisan ayında tevkif edilir, üç yüz kadar kitabına ve dergi koleksiyonlarına
el konur. Antakya'ya götürülür, Hatay hükümetini devirmek suçundan idam
talebiyle yargılanır, iki ay sonra beraat eder. Aynı yıl 29 Haziran'da
HatayTürkiye'ye katılır.
1940 Tekrar İstanbul'a gider.
1941İstanbul'daki ilk yazısı "İnsan" dergisinde yayımlanır: "Honoré de Balzac"
1942 İkinci Dünya Savaşı yüzünden Yabanci Diller Okulu öğrencileri Avrupa'ya
gönderilemez, mecburi hizmeti vardır, kurada şansına Elazığ çıkar. Buraya
gitmeden az önce tarih ve coğrafya ögretmeni olan Fevziye Menteşoğlu ile tanışır
ve 19 Mart günü evlenir, eşi İstanbul'ludur. Aynı yıl, Haziran ayında babası
ölür. Aynı yıl, 29 Ekim'de Elazığ Lisesi'nde Fransızca öğretmenliğine başlar.
1942-1943 "Ayın Bibliyografyası" adlı dergide tercüme tenkitleri yayımlanır.
1943 İlk çeviri kitabi yayımlanır, "Altın Gözlü Kız", Balzac, (Üniversite
Kitabevi), 189 sayfalık kitabın 74 sayfası Balzac'la ilgili bir incelemenin yer
aldığı önsözdür.
1945Elazığ'daki stajyer ögretmenlik görevinden, iki sene dört ay sonra ayrılır.
Eşinin Elazığ'a tayini çıkmadığı gibi, aile burada iki de çocuk kaybetmiştir.
Ancak İstanbul'da doğum yapabileceğinin anlaşılması üzerine İstanbul'a gidilir.
Tıp Fakültesi'nden gözlerinin yorgun olması nedeniyle aldığı rapora rağmen
bakanlıkça izinli de sayılmayınca istifa eder. Aynı yıl, 1 Nisan'da bir oğlu
dünyaya gelir, ismini Mahmut Ali koyar. Aynı yıl, Balzac'dan iki çevirisi çıkar:
"Otuzundaki Kadın" (A. Bolat Yayınevi, 168 sayfa) ve "Onüçlerin Romanı (Ferragus)"
(Yüksel Yayınevi), 157 sayfanın 28 sayfası önsözdür.
1946 16 Aralık, bir kızı gelir dünyaya: Ümit. Aynı yıl bir çevirisi daha
basılır, Balzac'tan: "Kibar ******lerin İhtişam ve Sefaleti" (İnkilap Yayınevi),
471 sayfa, 17 sayfalık bir önsöz. Aynı yıl, Aralık ayının son günlerinde sınavla
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Fransızca okutmanı olur.
1947 Bir yıl kadar "Yirminci Asır" dergisinde yazar. 1947-1953 yılları arasında
makale yazmaya ara vermiş gibidir. 1953'te aynı dergide bir kaç makalesi daha
yayımlanacaktır.
1948Victor Hugo'nun "Hernani" adlı piyesinin manzum olarak tercümesi Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından kendisine verilir.
1951İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne doktora ögrencisi
olarak kaydolur.
1952-1953İstanbul Işık Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olur.
1954 Gözlerini tamamen kaybeder.
1956 Aralık ayında "Hernani" çevirisi, Maarif Vekaleti'nin "Klasikler" dizisi
arasında yayımlanır.
1959 Victor Hugo'nun "Sefiller" adlı eserini Türkçe'ye çevirmesi bakanlıkça
uygun görülür.
1964 Bir yıl kadar bastırılamayan "Hint Edebiyatı", sonunda yayımlanır (Dönem
Yayınları, 266 s.).
1965 Uzun aradan sonra ilk kez "Dönem" ve "Çağrı" dergilerinde makaleleri çıkar.
1966Victor Hugo'dan, Mahmut Sait Kılıççı ile beraber manzum olarak çevirdiği "Marion
de Lorme" basılır (M.E.B. Yayınları, 192 s.). Aynı yıl, Hugo'dan yapmış olduğu "Hernani"
çevirisi ikinci kez basılır (M.E.B. Yayınları, 184 s.).
1967 Makale yazmayı "Yeni İnsan" ve "Hisar" dergilerinde sürdürür. "Hisar"daki
yazıları aralıklarla da olsa on yılı aşkın bir süre devam edecektir. "Saint-Simon:
İlk Sosyolog, İlk Sosyalist" bu yıl basılır. (Çan Yayınları, 143 s.). Aynı yıl,
A. Meillet ile M. Lejeune'ün Encyclopédie Française'deki bir yazısını "Dillerin
Yapısı ve Gelişmesi" başlığı altında, talebesi Berke Vardar ile Türkçe'ye
çevirirler. (Dönem Yayınları, 86 s.).
1969 "Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon" adlı bir
çalışması Fakülteler Matbaası'nda basılır. (Türkiye Harsi ve İctimai
Araştırmalar Derneği, sayı 101, 23 s.).
1970 İ.Ü.E.F. Sosyoloji dergisinde 1968 yılında çıkan "İdeoloji" ile ilgili bir
başka çalışması (sayı 21-22), bir kitapçık halinde yayımlanır (Fakülteler
Matbaası, 23 s.).
1973Balzac'tan çevirmiş olduğu "Kibar ******lerin İhtişam ve Sefaleti" adlı
eser, ikinci defa, "İhtisam ve Sefalet (Vautrin)" adıyla gözden geçirilip
basılır (Ötüken Yayınevi, 543 s.).
1974 "Bu Ülke" yayımlanır (Ötüken Yayınevi, 170 s.). "Umrandan Uygarlığa" adlı
eseri de bu yıl basılır (Ötüken Yayinevi, 371 s.) ve Türkiye Milli Kültür
Vakfı'ndan "fikir dalında" ödül alır. Aynı yıldan itibaren "Türk Edebiyatı",
"Kubbealtı Akademi" ve "Orta Doğu" gazetesinde yazıları çıkmaya başlar.
1976 "Hint Edebiyatı" adlı eserı, "Hint ve Batı" başlıklı bir bölümün de
eklenmesiyle "Bir Dünyanın Eşiğinde" adıyla ikinci kez basılır (Ötüken Yayınevi,
344 s.).
1978 Aynı yıl Mart ayında TRT televizyonun birinci kanalında roman üzerine bir
söyleşisi yayımlanır.
1980 "Kırk Ambar" basılır (Ötüken Yayınevi, 487 s.). Aynı yıl eser, Türkiye
Milli Kültür Vakfı Ödülü'ne layık görülür. Uriel Heyd'den "Ziya Gökalp, Türk
Milliyetçiliğinin Temelleri" isimli kitabı çevirir (Sebil Yayınevi, 134 s.).
"Milli Eğitim ve Kültür" dergisinde ve "Yeni Devir" gazetesinde makaleleri
yayımlanmaktadır.
1981 "Bir Facianın Hikayesi" Ankara'da bir yayınevi tarafından basılır (Ümran
Yayınları, 167 s.). Thornton Wilder'in "Köprüden Düşenler" adlı kitabını Lamia
Çataloğlu ile birlikte İngilizce'den Türkçe'ye çevirirler (Tur Yayınları, 112
s.). Aynı yıl, Ankara Yazarlar Birliği Derneği tarafından "yılın yazarı"
seçilir.
1982Kayseri Sanatçılar Derneği'nden, inceleme dalında bir ödül alır. Aynı yıl,
15 Ocak Nişantaşı Akademi Kitabevi'nde bir imza günü düzenlenir. İlk kez
okuyucusuyla buluşur. Aynı yıl, 30 Ocak'ta "Cemil Meriç'le Türk kültüründeki
değişmeler hakkında bir söyleşi" başlığını taşıyan bir televizyon programına
katılır.
1983Maxime Rodinson'un "Batıyı Büyüleyen İslam" adlı eserini dilimize kazandırır
(Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yıl İletişim Yayınları'nın çıkardığı "Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi"'ne makaleler yazar. 7 Mart günü 41 yıllık bir
beraberlikten sonra eşini kaybeder. Aynı yıl TÜYAP Kitap Fuarı'nda kitaplarını
imzalar.
1984 "Işık Dogudan Gelir" adlı kitabı yayımlanır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı
yılın Ağustos ayında bir beyin kanaması geçirir: sol hemipleji sonucu sol
tarafına felç iner. Cerrahpaşa Hastanesi'nde üç ay süren bir tedaviden sonra
taburcu olur.
1985 "Kültürden İrfana" adlı eseri İnsan Yayınları arasında çıkar (405 s.). Aynı
yayıneviyle bütün eserlerinin basılması konusunda imzalanan sözleşmeye rağmen
diğer eserleri basılmaz.
1986 İletişim Yayınları'nın bu kez de "Tanzimattan Cumhuriyet'e Türkiye
Ansiklopedisi"nde makaleleri yer alır.
1987 13 Haziran günü, kendisini yatağa mahkum eden uzunca bir hastalıktan sonra,
71 yaşında hayata gözlerini yumar. Karacaahmet mezarlığı'na eşinin yanına
defnedilir.
Başlıca Eserleri
İNCELEME KİTAPLARI: Hind Edebiyatı (1964), Saint Simon İlk Sosyolog, İlk
Sosyalist (1967), Bu Ülke (1974) Umrândan Uygarlığa (1974), Bir Dünyanın
Eşiğinde (1976), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985)
DENEME KİTAPLARI: Mağaradakiler (1978), Bu Ülke (1985)
GÜNLÜK: Jurnal (1992)
DİĞER KİTAPLARI: Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikayesi (1981), Sosyoloji
Notları ve Konferanslar (19
İPEK ONGUN
1961 yılında Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nden mezun olan İpek Ongun, yazı
yaşamına 1980'de yayınlanan Mektup Arkadaşları'yla başladı.
Onu Kamp Arkadaşları ve Afacanlar Çetesi adlı çocuk kitapları izledi.Bunları
izleyen Yaş On Yedi ve Bir Genç Kızın Gizli Defteri başlıklı yapıtlarıysa
gençlik için yazılmış romanlardır.
Gençlik romanlarından sonra, gençlere yaşama kültürü ve kişisel gelişim gibi
konularda yardımcı olmasını amaçladığı bir üçlü yazdı. Adları Bir Pırıltıdır
Yaşamak, Bu Hayat Sizin ve Lütfen Beni Anla olan bu kitapların ilki 1991 yılında
TÜYAP'ta "Altın Kitap Ödülü"nü aldı. Ayrıca gençler için yaptığı bu çalışmalar
nedeniyle kendisine Rotary Kulübü tarafından "1995-1996 Meslek Hizmetleri Ödülü"
verildi. 1998 yılında da Oriflame Firması'nın 250.000 kişilik bir halk jürisine
yaptırdığı anket sonucu yılın en başarılı kadın yazarı seçildi.
Bu çalışmalardan sonra tekrar romana dönen Ongun, Bir Genç Kızın Gizli
Defteri'nin devamı olan Arkadaşlar Arasında ve Kendi Ayakları Üstünde, Adım Adım
Hayata ve İşte Hayat'ı yazdı. Sabah gazetesindeki yazılarını Yarım Elma Gönül
Alma ve Sabah Pırıltıları adlı iki kitapta topladı.
Evli ve iki kız annesi olan İpek Ongun, yazı yaşamını çok sevdiği Mersin'de
sürdürmektedir.
|
|
|
| |