ANASAYFA
 
 
Anasayfa »
 Felsefe Okumaları
 
  Aristo - Doğal Düzen ve Bir "Politik Hayvan" Olarak İnsan
  Bilgi ve Praksis
   


BİLGİNİN FORMLARI
Diyalektikçi Platon, bilginin çeşitli formları ve bunların problemleri arasın­da bir bağlantı görüp, idealar teorisi ile devlet, etik ile estetik vb. öğretiler ara­sında katı bir ayrım yapmazken; analizci Aristo çeşitli disiplinleri birbirinden ayırmayı hedefler. Teorik, pratik ve poetik disiplinleri (sırasıyla theoria, praxis ve poiesis'e tekabül eder) birbirinden ayırmaya çalışır ki bu disiplinler bilgi (episteme), pratik bilgelik (phronesis) ve teknik beceri sanatı (techne) ile ilişki­lidir. Teorik disiplinlerin hedefi hakikati tespit etmektir. Aristo üç teorik disip­lini dikkate alır: Doğa felsefesi, matematik ve metafizik. Doğa felsefesi idrak edi­lebilir ve değişebilir şeyleri belirlemeye çalışır. Matematik değişmeyen, sayıla­bilir niteliklerin peşindedir. Metafizik ise bağımsız olarak var oldukça değişme­yen formları belirlemeye çalışır. Bu anlamda, doğa felsefesinden matematiğe, oradan da metafiziğe ulaşan giderek artan bir soyutlama yoluyla konuşmakta­dır. Pratik disiplinlerin hedefi kazanılmış, ahlakî yeterlik üzerinden akıllıca dav­ranışlara ulaşmaktır. Böyle bir ahlakî yeterlik (phronesis) sadece çeşitli toplum­sal durumlar içinde deneyim kazanmış, bu çeşitli durumlar karşısında verece­ği tepkiyi bilen olgun insanların eşliğindeki kişisel deneyim sayesinde elde edi­lebilir. Bu duyusal deneyimden farklı bir deneyimdir. Bu herkesin toplumsal olayları değerlendirebilme yeterliğini kazanmak için yaşaması gereken bir de­neyimdir. Sonuç olarak, büyük ölçüde, tek başına önermelerle iletilemeyip, an­cak insanların katılarak ve yaşayarak elde etmeleri anlamında "davranışsal bil­giden" söz edebiliriz. İlginçtir ki Aristo, ahlak felsefesi ve siyaseti "pratik" disip­linler olarak sınıflandırır. Siyasete gelince, Machiavelli ile başlayan Realpolitik fikrinde olduğu gibi, siyasetin sadece bir güç mücadelesi olduğu yönündeki gö­rüşten kendini uzak tutar. Aristo'ya göre siyaset insanların birbirini yetiştirece­ği açık ve aydın bir etkileşim ile yapılmalıdır ve insanların problemlerine adil ve iyi çözümler bulmaya çalışmalıdır.

Aristo, ahlakî yeterliğin edinilmesinin önemini vurgular. Daha sonra görece­ğimiz gibi ahlak felsefesini evrensel, ahlakî ilkelerin doğrulanması sorunuyla sı­nırlandıranlar (Kant'ın kategorik şartında olduğu gibi) ve onu bir yararın aza­mileştirilmesi sorunu olarak görenler (Bentham gibi yararcılarda olduğu gibi) bulunmaktadır. Praxis kavramıyla Aristo iyi işler yapma, ahlakî yargılarda bu­lunma yetisini edinme ihtiyacını kendisinin de kabul ettiğini göstermektedir ve bu bireyin başkalarıyla birlikte yetiştirilmesini içerir ve teorik meşrulaştırma ya da normların eleştirilmesi biçiminde öğreneceklerimizin ötesine geçmektedir.

Poetik disiplinlerin hedefi bir şeyler üretmektir. Bunlar yaratıcı (poetik) disiplinlerdir. Bu üretim, sanatsal yaratıcılık üzerinden gerçekleşebilir; işte bu yüzden şiir ve retorik burada dahil edilmiştir. Fakat, bu aynı zamanda teknik üretim üzerinde de gerçekleşebilir ve Aristo burada farklı türden sanatları düşünüyor.

Son olarak, şunu kaydetmeye değer ki Aristo, Mantığın Babası, mantığı bizatihi kendisini diğerlerinin yanında bir disiplin olmaksızın tüm disiplinlerin parçası olan bir araç (Yunanca: organon) olarak sınıflandırır. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Aristo, dili bir araştırma nesnesine dönüştürür ve gördüğü şeyi dilin iç yapısı olarak bulur: Mantıksal olarak doğru çıkarımlar (ispatlar). Dil bütün akademik disiplinlerin bir parçası olduğundan, mantıksal olarak doğru olan çıkarımların bir incelemesi, tüm disiplinlerde ortak olan bir şeyin incelemesi olacaktır.

Teorik disiplinler içerisinde, bu önermelerin iddia ettiğinin zorunlu olarak doğru olması anlamında mutlak biçimde kesin olan bilgiye Aristo'nun özel bir ilgisi vardır. Aristo, ontolojisinde olduğu gibi, bu tür bilgiyi farklı tözlerdeki asli niteliklerde arar. Öyleyse, geçerli argümanlar kullanarak, bu tür kesin bilgiyi (tözlerin genel nitelikleri) ifade edebilmek ve diğer eşit ölçüde kesin yargılara kayabilmek önemlidir. Mantık bir münakaşa teorisi ya da bir ispat teorisi olarak Aristo’da tam anlamıyla bu işi görür: Mantıksal olarak geçerli çıkarsamalarla bir dizi doğru ve kesin ifadeden diğer eşit ölçüde doğru ve kesin ifade dizisine geçebiliriz. Mantık bu geçişi güvence altına almaktadır. Aristo, mantıksal olarak geçerli çıkarsamaları ya da iki öncül ve bir sonuç içeren kıyaslar (syllogism) ki burada sonuç, öncüllerden bir mantıksal zorunlulukla çıkar - incelemiştir. İşte bir örnek:

1. öncül: Bütün insanlar ölümlüdür.
2. öncül: Sokrates bir insandır.
Sonuç: O halde Sokrates ölümlüdür.

Bir kıyasta üç terim vardır ("insan", "ölümlü" ve "Sokrates"); her bir öncülde ve sonuçta, iki terim vardır. İki öncülde ortak olan terim ("orta terim"), sonuçta görünmez. Aynı zamanda "bütün", "biraz" ya da "hiç" gibi terimler de vardır. Bu yolla, bazıları geçerli bazıları geçersiz çeşitli kıyaslar oluşturabiliriz. Önce iki geçerli çıkarsama:

1. öncül: Bütün M'ler P'dir.
2. öncül: Bütün S'ler M'dir.
Sonuç : Bütün S'ler P'dir.

öncül: Hiç bir M, P değildir.
öncül: Bütün S'ler M'dir.
Sonuç: Hiç bir S, P değildir.

Bu iki çıkarsamayı (geleneksel olarak Barbara ve Celerent diye adlandırılır) kümeler arasındaki ilişkiler halinde sunabiliri.

 

Şimdi geçersiz bir çıkarsama örneği verelim.

1. öncül: Bütün M'ler P'dir.
2. öncül: Bazı S'ler M'dir.
Sonuç : Bazı S'ler P'dir.

Geçerli bir çıkarsamamız fakat yanlış bir sonucumuz olabilir. İçindeki öncüllerden biri yanlış, çıkarsaması (Celarent) geçerli ve sonucu yanlış şu örneği ele alalım.

öncül : Hiçbir kuşun tüyü yoktur.
öncül : Bütün kargalar kuştur.
Sonuç : Hiçbir karganın tüyü yoktur.

Sadece her iki öncül de doğru olduğunda, geçerli bir çıkarsamanın doğru bir sonuç verebileceğinden emin olabiliriz; önemli olan bir çıkarım'ın geçerli olup olmadığı sorusunu ve öncüllerin doğru olup olmadığı sorusunu birbirinden ayırmak zorunda olmamızdır (Tüm öncüllerin savunulurluğunu kontrol et­memişsek, mantıklı olmamızın bir yararı olmayacaktır!).
Aristo, tüm mantıksal olarak doğru olan çıkarımların kanıtlanamayan ilkeleri öngördüğüne inanır; örnek verirsek çelişki ilkesi: Aynı şey, aynı nesnenin hem sıfatı olup hem de olmamayı, aynı zamanda ve aynı biçimde başaramaz. Bu, Aristo’ya göre ispatı mümkün olmayan ilk ilkedir; fakat bu ilke, dilin her türla rasyonel kullanımı için vazgeçilmezdir.

ANTROPOLOJİ VE SOSYOLOJİ
Bir insan yavrusu, tıpkı bir tohum gibi, kendi doğasında bulunan gerçekleşebilir yeteneklere sahiptir. Fakat insanlar bitkiler gibi "büyümez". (İnsanlar aklın yaratıkları olarak yaşar). En iyi yeteneklerini gerçekleştirmede acze uğrayabilirler, ama tohum uğramaz. İşte bu nedenden ötürü insanoğlu, en iyi insani yeteneklerini gerçekleştirme çabasında yaşamlarını idame ettirmeye yardımcı olsun diye, ahlak felsefesi ve siyaset gibi pratik disiplinleri geliştirmiştir.
Aristo’ya göre genel olarak, en iyi insan yetenekleri yegane insan "ruhu" akıl ile bağlantılıdır. Makul bir yaşam bütün insanların evrensel hedefidir. Fakat bizim amacımız, içinde yaşadığımız toplumda bizlerin en iyi yeteneklerini gerçekleştirmektir; yani kişisel becerilerimizi en iyi gerçekleştirebileceğimiz yer olan cemiyette kendi tarzımızı (ethos) ve yerimizi bulmaktır. Buna erdem denir (arete).
Tanrılar gibi her şeyi bilemeyeceğimiz, bitkiler ve hayvanlar gibi de cahil olmadığımız için hata yapabiliriz. "Kendi içimde, kendimden bir şey yapabilme yetim olabilirdi, fakat beceremedim." Bu, tanrıların ya da hayvanların yaşamına değil, insan yaşamına ait yinelenen bir trajedi temasıdır.
Aristo, en iyi yeteneklerini ortaya koyabilmeleri için insanların toplumsallaşmanın ileri aşamalarını yaşamaları gerektiğini öne sürer: Bir insanın tam anlamıyla gelişmiş olabilmesi için önce aile, sonra köy ve nihayet şehir - devleti üzerinden gelişmelidir. Ancak bundan sonra insanlar potansiyellerini gerçekleştirebilirler. İnsanların doğası - hangi yetilere (potansiyellere) sahip oldukları önce şu üç toplumsal grup aracılığıyla ortaya çıkar (gerçekleşir):

İnsan doğası

Şehir devleti

Köy

Aile

Doğum

 

Temel ihtiyaçlardan (aile) daha karmaşık ihtiyaçlara (şehir-devlet) kadar artan ihtiyaçlar karşılanır ve insan doğasının artan oranda gerçekleşmesi sonu­cuna ulaşırız. Başka bir söylemle, insan doğası, ifadesini hayvanî ve ilkel bir ya-samda bulmaz. İnsan doğası önce insanoğlu uygarlaştığı zaman ortaya çıkar Şu kaydedilmeye değerdir ki, Aristo'ya göre insanoğlu öncelikli olarak erkektir. Daha sonra göreceğimiz gibi, Aristo'ya göre kadınlar başlıca aileye ve yöresel çevreye bağlıdır. En iyi yeteneklerini burada gerçekleştirebilirler. Bundan baş­ka, Aristo erkekleri iki gruba ayırır. Bunlardan ilki özgür ve otonom erkeklerdir ki en iyi anlamda erkekler bunlardır. İkincisi ise doğası gereği kölelik ruhu taşı­yanlardır: Köleler şehir-devletlerinde çoğunlukla fiziğe dayalı işlerde kullanıl­mak üzere çalıştırılırdı. Aristo için bu yaşam, özgür Yunan erkeğinkinden daha az değerli bir yaşamdı. Aristo aynı zamanda bu köleleştirilmiş olanların doğa­ları gereği köle olduğunu düşünüyordu. Aristo'ya göre, kölenin yaptığı iş ve onun kişisel özellikleri arasında bir bağlantı mevcuttur. Her iki açıdan bakıldığında da köle, özgür Yunanlıdan aşağıdadır. Aristo bu yolla kölelerin ve kadın­ların her ikisini de özgür Yunan erkeğinden aşağı kılar: Her ikisi de eve yani ha­ne halkına aittir (pikos), pazar yerinin kamusal yaşamına (agora') değil. Kadın ve köle doğal özellikleri gereği dolayısıyla, şehir-devletinin kamu alanı içinde beliren özgür Yunan erkeğine göre daha aşağı bir seviyededir. Öyleyse, erkek şehir - devleti içinde doğasını gerçekleştiriyor derken aklımızdan çıkarmamamız gereken bir husus, Aristo'ya göre, kadına ve köleye yönelik olarak uygulanamaz.

Şu halde, devlet ve toplum, insanın dışında bir şey değildir. Cemiyet insan­ların en iyi yeteneklerini gerçekleştirmesi yönünden vazgeçilmez bir unsurdur. Bir başka deyişle temel mefhum, toplum içindeki insandır, ne toplumdan ayrı olan birey, ne de bireyden ayrı olan toplum (devlet). Şehir - devleti kendi kendi­ne yeterlidir, birey değil. İnsan kent hayatında toplumsal bir varlık olarak ken­dini gerçekleştirmeyi başarabilir. Aristo böylece insanı "politik bir hayvan" ola­rak tasavvur eder. (Yunanca: zoon politikon). Fakat aynı zamanda, Platon'un in­sanın toplumun bir parçası olması hususunun üzerinde çok fazla durduğuna inanır. "Devletin doğası" der Aristo, "bir grup olmaktır, bir grup insan".^ Bu yüzden, teoride ve siyasal uygulamada bir standart arayışında olmamamız ge­rekir, doğal olandan daha büyük bir birlik için zorlamamalıyız. İnsanın yaşam ilkesinin geniş anlamda akıl olduğunu söyledik. İnsanlar ilke olarak grup içinde yaşamalıdırlar; böylece akletme yetilerini hayata geçirebilirler. Aklın yeterli tatmini iyi bir şehir-devletini öngörmektedir. Logos ve polis birbirine bağlı mef­humlardır. İnsan doğası akıl ve mantığıyla yaşamayanlarca ya da yegane insan "ruhundan" çevresiyle birlikte yararlanamayanlarca değil, sadece rasyonel ve toplumsal bir grup içinde yaşayan insanlarca ortaya konabilir.

Bazıları Aristo'nun, iyi bir yaşamın teorik etkinlik içersinde mi yoksa rasyonel siyasi melekelere sahip bir cemiyet içersinde mi mümkün olduğu yönünde ki soruya karşılık net bir tavır sergilemediğini iddia eder. Ancak, mesele rasyonel siyasi yapı ve gerekli üretken emek arasındaki ilişki olduğunda, şu bir gerçektir ki Aristo öncekinin insanlar için yararlı olacağını zira bunun, bizatihi kendisinin hedef olduğuna inanır; fakat fiziğe dayalı emek dinlenmeyi beraberinde getireceğinden iyi bir yaşamı temsil etmez ve tek başına bir değeri yoktur. Bu yüzden böyle işleri yapanlar, köle olsun olmasın insan yaşamını en iyi biçimde gerçekleştiremezler. Aristo dönemindeki sınıf farklılıklarının burada iki guruba ayrıldığını görüyoruz. İlki el emeğiyle çalışan, ikincisi ise entelektüel ve siyasal faaliyetin peşinde olan gruptur. Aristo, bu kalıp verme, "insanileştirme” sürecinin öncelikli olarak entelektüel ve siyasal faaliyet çerçevesinde olacağına inanır, fiziğe dayalı emek içinde değil.14

Aristo ile Platon'un insan ve toplum görüşleri arasındaki fark kadın konusundaki görüşlerinde netliğe kavuşur. Platon kati bir şekilde özel alan ve kamusal alanı birbirinde ayırıp devleti ortak mülkiyet ve ortak çocuklardan oluşan geniş bir aile haline getirmekle özel yaşam alanını ortadan kaldırmaya yönelirken, Aristo, devletin ve ailenin farklı işlevleri olduğuna inanır. Aileye beslenme, üreme çocuk yetiştirme gibi birtakım temel gereksinimleri karşılamak üzere bir çerçeve temin eder. Devlet, erkek vatandaşların siyasî ve entelektüel olarak kendilerini gerçekleştirmelerini mümkün kılar. Özel alandan kamusal alana doğru olumlu geçişler mevcuttur. Özel alan dahilindeki aile çerçevesinde gerçekleşen toplumsallaşmaya ilave olarak bizler, köyde ve nihai olarak kamusal alanda, şehir, devletindeki yaşamla şekilleniriz. Şu halde özel ve kamusal alan arasında bir zıtlık yoktur, aksine bu ikisi, kendi içlerinde birbiriyle bağlantılıdır. Öyleyse, aile ortadan kaldırılmamalıdır. Bilakis, aile iletişim ve toplumsallaşma için temel bir kurumdur. Benzer bir şekilde, Aristo, Platon'un biyolojik ve kültürel arasında yaptığı kati ayrımı da kabul edemez. Aristo için, insan, aynı zamanda hayvani özelliklerin hepsine sahip olan ruhanî bir varlıktır.

Aristo şu halde zamanının yaygın görüşlerine, Platon'a nazaran daha yakındır. Aristo, erkeğin kadından üstün olduğuna dair geleneksel görüşü paylaşır ve hatta bunu desteklemek için biyolojik argümanları kullanır. Çocuğu şekillendirenin erkeğin spermi olduğu, kadının yalnızca maddeye bir katkı sağladığına inanır. O zamanlar için konuya ilişkin olarak Aristo'nun form - madde kavramlarının kabul görmesi mümkündü çünkü o dönemde henüz genetik özelliklerin kadının yumurtası ve erkeğin sperminin her ikisinden meydana geldiği bilinmiyordu. Uzunca bir süre erkeğin sperminin mikroskobik insanlara vücut verdiği sanıldı. (Bununla birlikte, üremeye ilişkin rakip teoriler de vardı: Platon bir süre kadın ve erkeğin her ikisinin katkısının eşit olduğu görüşünü benimsemiştir.) Hakim görüş olan sıcak yaratıkların soğuk olanlara nazaran daha üstün görüşüne paralel olarak Aristo, kadının erkekten daha düşük bir vücut sıcaklığına sahip olduğuna inanır. Şu halde, kadın erkekten daha aşağı derecededir.

İYİ YAŞAM

Ahlak felsefesi görüşüne gelindiğinde Aristo, bazı hususlarda kendini Platon'dan ayırır. Daha önce Aristo'nun, Platon'un eşyaya göre ideaların bağımsız varlıkları olduğunu iddia ettiği teorisini nasıl eleştirdiğini görmüştük. Bu eleş­tiri aynı zamanda "iyi İdeası’na da uygulanır. Aristo'ya göre "iyi", insan yaşamı için hedeftir, insandan bağımsız olan bir şey değildir. İyi, insanların yaşam tarz­larının içinde bulunur. Aristo'ya göre, "iyi", mutluluk ya da bahtiyarlık demek­tir (Yunanca: eudaimonid); öyle bir haldir ki "iyi", her kişinin toplumda kendi yerini bulması yani erdemli olması mümkün olacak şekilde toplumsallaşmanın üç aşaması yoluyla öncelikli olarak insanların cemiyette en iyi yeteneklerini gerçekleştirmelerini gerektirir. Aristo teorik etkinliği olan bir yaşamın özellikle iyi teorik yetileri olanlar için mutluluğa ulaşmak açısından uygun olduğunu dü­şünür. Fakat farklı insanların farklı yetenek ve potansiyelleri vardır. Öyleyse iyi yaşamın herkes için aynı olması gerekmez. Bir de Aristo, şiddetli fiziksel acıdan mustarip isek mutlu olamayacağımızı düşünür. İşte bu noktada Aristo, Platon ile Sokrates'in acı ve zevkin her ikisinin de mutlulukla alakalı olmadığı görüşün­den ayrılır.

Varoluşçular, sıklıkla kahramansı bir dünya görüşü benimsemişlerdir: "Ya­ya da" (eitheror), "biraz burada, biraz da şurada olma, ne olman gerekiyorsa tam ve bütünüyle o ol" (Henrik Ibsen, Brand, 1. Sahne). Yani, bir yeteneğin üs­tüne odaklan ve o bir yeteneği diğer yeteneklerin pahasına da olsa bütünüyle gerçekleştir. Aristo için iyi bir yaşam uyumlu bir yaşamdır. Her yetenek, ente­lektüel ya da atletik, siyasî, kişisel veya sanatsal anlamda olsun, kişinin yatkın­lığına göre iyi dengelenmiş bir biçimde gerçekleştirilmeli ve geliştirilmelidir. Aristo ılımlılığı yani tüm iyi yeteneklerin uyumlu biçimde gerçekleşmesini de takdir eder. Cesaret bir erdemdir; çünkü cesaret korkaklık ve pervasızlığın al­tın ortalamasıdır.16

Aristo, "dostluk onsuz yapamayacağız erdemlerden biridir" der. Saklı olma­yan, karşılıklı iyi niyeti gerektirir. Öyleyse dostluk, yalnızca insanlar arasında­ki karşılıklı bir tavırdır. Örnek verirsek, biz "parayı sevebiliriz", ancak para bi­zi sevemez. Bir insanı da sevebiliriz, o insanı tanımadan ve o bizi sevmeden. Dostluk ise karşılıklı bilgi ve tanınmayı gerektiren bir şeydir. Dostluk geliştir­mek için, ahbaplık için, süreç gerekir. Ahbaplık hem hedeftir hem de dostluğun önkoşuludur. Dostluk kendi içinde bir hedeftir. Çıkar amaçlı kullanıldığı vakit saptırılmış olur. Dostluğu geliştirmek- böyle bir ilişki içinde erdemli olmak, sa­dece eylemleri değerlendirmek için kullanılan normları meşrulaştırmaktan öte bir şeydir. Başlıca vazife, yeteneklerimizi geliştirmektir ve farklı eylemler arasında doğruyu seçmek için ön şart olan tavrı elde etmektir. Yani ahlakî duyarlılığa sahip olmalıyız. Norm ve değerlere dair teorik bilgi bu pratik bilgelikle aynı değildir. (Yunanca: phronesis). Pratik bilgelik, deneyimli insanlar rehberliğindeki kişisel deneyim üzerinden elde edilecek ahlakî yeterlik ile ortaya çıkmaktadır. Bu farklı ve çoğu zaman muğlak durumları akıllıca değerlendirmek için basiretli olmamızı sağlar. Her durumda neyin akıllıca olduğu, sadece böylesi bir derin düşünüşlü pratik ile öğrenilebilir. İşte sözü edilen altın ortalama, somut durumlarda neyin akıllıca olup, neyin olmadığını ayırt edebilmemiz için bir ahlakî yeterliğin ediniminin gereğine işaret eder.

ADİL TOPLUM

Aristo, Platon gibi öncelikli olarak adalet kavramıyla uğraştı. Aristo; adaleti mevcut hâk temelli ve eşitlik ilkeleri temelli olmak üzere ayırır. Mevcut hak temelli adalet, bir toplumdaki açık ve dolaylı tüm adalet fikirlerini içerir. Bu hem mevcut yasaları, hem de yasal geleneği ve yasal olarak kabul gören gelenekleri kapsar. Eşitlik ilkeleri temelli adalette ise aynı türde olan her vakanın aynı şekilde muamele göreceği kanaatine dayanır. Bu, tutarlılığın gerekliliğiyle ilgilidir: benzer vakalara aynı şekilde muamele etmezsek, tutarsızız demektir ve sonuç olarak, bu irrasyonel ve adaletsiz olur. Bu, adalet ilkesindeki bir "doğal haklar” unsurunu ima eder: Mevcut yasal uygulamanın ne olduğunun ötesinde evrensel olarak geçerli olan bir şey görülebilir (Bkz. 5. Bölüm, Stoacılık).

Aristo, eşitlik esasına göre iki tür adalet ayrımı yapar: Ticarette eşitlik ve dağıtımda eşitlik olarak adalet diyebileceğimiz ayrım. Ticarî eşitlik piyasa üzerinden oluşan ekonomik seviyede var olur. Adil bir ticaret, birinin verdiği kadarını alması suretiyle gerçekleşen ticarettir (Bkz. 13. Bölüm, Ekonomik Liberalizm, piyasadaki eşit ve adil alışveriş değeri). Yasal düzeyde, birisi diğer birinin zarar ve ziyanına olacak şekilde hareket ediyorsa, bu dengeyi tekrar kurmamız gerekir. Hakkın iade edilmesi, görülen zararın telafisidir. Hakça ceza eşit ölçüde zararı / kaybı niceliksel olarak uygulamaktır, ayni olarak değil. Aristo, "kısasa kısas“ ilkesini desteklemez.

Düzenli bir toplum sadece ekonomik büyüme ve yasal denetime olanak sağlamaz; aynı zamanda hak ve vazifelerin, refah ve sıkıntıların dağılımı için anlaşmalar tesis eder. Peki dağılacak olan nedir? Ve kimlere dağılacaktır? Dağıtılacak olanlar vergiler ve ücretler, maddi çıkarlar ve meşru iktidar, oy hakkı ya da askeri vazife olabilir. Buradaki çarpıcı nokta, bu şeylerin adil dağıtımının eşit dağıtımla mümkün olacağı ifadesiyle neyin kastedildiğidir: Eşit olarak, ama neye göre, sarf edilen gayrete göre mi? ihtiyaca göre mi veya iktidar, servet ya da erdeme göre mi? Veya her insana eşit pay vermek mi (“bir insan bir oy”)? Aristo, hem eşitlikçi dağıtım kurallarını (herkese eşit pay) hem de hiyerarşik dağıtım kurallarını (özel işlevler ve rollere göre eşit pay) savunur.

Aristo, pratik ve poetik disiplinleri birbirinden ayırır ve ahlak felsefesi (ah­lak teorisi) ile siyaseti (devlet teorisi) pratik disiplinlere dahil eder. Şunu söy­leyebiliriz ki, Aristo'ya göre praxis, bizatihi kendisi amaç olan davranıştır ve p<> tesis ise amacı davranışın bizatihi kendisinden farklı bir şey olan davranıştır (tercihen davranışın ortaya çıkardığı yeni olan bir şeydir).17 Başka bir deyişle, oyun oynayan çocuklar (aşağı yukarı) pnvcis kavramını gerçekleştirirler ve emekliler ya da evinde bir fincan kahve içen başkan adayı ise (aşağı yukarı) potesis kavramını simgeler. Menfaat için arkadaşlar ediniyorsak kendisi hedef ol­ması gereken bir şeyi yani dostluğu amacından saptırıyoruz demektir. Yapıp ettiklerimizin büyük bir kısmı değişen dereceler ve oranlarla pnvcis ve poiesis'i temsil eder.

Aristo öncelikli olarak siyaset ve ahlak felsefesini poiesis değil de praxis ola­rak nitelendirdiğinde bu, siyaset ve ahlak felsefesinin Aristo'ya göre hakikatte bizatihi kendilerinin amaç olan davranış tipleri olduğu anlamına gelir: insanla­rın cemiyet içerisinde sorunlarını tartıştıkları rasyonel toplumsal etkileşim amacı. Toplum coğrafya ya da nüfus bakımından insanların birbirlerini tanıyıp ortak sorunlarını tartışabileceklerinden daha geniş olmamalıdır. Toplum biri­nin, bir diğerinin neyi ve ne zaman yaptığını bilmediği şekilde karmaşık da ol­mamalıdır; yani insanların, eylemlerinin neticelerini görme yetilerini kaybedecek şekilde pek çok farklı eylemin çakıştığı karmaşık ve gayri şeffaf bir toplum­da eylemlerin kaybolmayacağı şekilde. Fakat aynı zamanda, Aristo'nun zama­nındaki şehir devletinde dahi siyasetin “safpraxis” haline getirilmesi çok güç­tü. Şehir devletinin vatandaşları tartıştıkları problemleri çözmeyi denediklerin­de, eşya ve insanların değişen seviyelerde farklı şeyleri elde edebilmek amacıy­la kullanılmalarını tasdik etmek zorunda kalıyorlardı; poiesis eylemler. Mesela, işçilerin testi küplerini kadırga gemilerle taşıması gibi bir karar alınabilirdi ki bu kadırgalar daha sonra köleler tarafından Karadeniz kıyılarına yani şarabın tahılla değiş tokuş edildiği yere doğru kürek çekilirdi.18

Şehir-devleti deneyiminden ötürü Aristo, siyaset ve ahlak felsefesini büyük oranda rasyonel, serbest etkileşim, praxis olarak; ve retorik ile şiiri de, insanla­rı etkilemek (ve yeni bir şey yaratmak) için edinilen poiesis olarak görebiliyor­du. Aristo'nun devlet ya da siyaset öğretisi, siyasal manipülasyon ya da ampi­rik sosyolojiyi içermez. Aristo'ya göre bir disiplin olarak siyaset, öncelikli ola­rak normatif ve sınıflayıcı olan ve aşağıdaki gibi örgütlenen bir siyaset bilimi­dir:
1- Çeşitli şehir-devletleri hakkında bilgi toplayıp bunları sınıflandırmak
2- Vatandaşlar için en iyi yaşamı mümkün kılacak kuralları ve yaşam tarzlarını göstermek.
Aristo, tam 158 Yunan şehir-devletinin tanımlarının toplanması işini yürüt­tü ve bu malzeme şöyle bir şemaya göre tasnif edildi:

Hukuk

Hukuksuzluk

Bir Az Çok

Aristo, devlet şekillerinin arasında en iyi olanın hangisi olduğunu ele almış ve diğer şeylerin yanı sıra, siyasî istikrarın üzerinde durmuştur. Halkının görüşlerine kulak verilmelidir, aksi takdirde devlet istikrarsız olacaktır. Ve devlet hukukla idare edilmelidir, aksi takdirde vatandaşları için güvensiz olacaktır, yozlaşacak ve idarecilerin keyfi tutumlarına tâbi kalacaktır. Bundan dolayı, insanların görüşlerini özgürce açıklayabilmelerine olanak sağlayan, hukukla idare edilen bir topluma kavuşmalıyız. Platon'un tersine Aristo ayrıca kamuoyunun iyi düşünülmüş ve inandırıcı vukufiyetler ortaya koyabileceğine inanır. Pla­ton'a göre "uzmanlar" sahip olmaya değen her şeye vakıftılar. Kamuoyunun gö­rüşü ikincil değer taşıyordu. Aristo "iyi bir zorbanın" idaresinin asla hukukla idare edilen bir topluma alternatif olamayacağını savunur. Bir başka insana tabi olmak özgürleştirme değil, köleleşmek olur. Bir başka insan hangi "tarza" (ethos) sahip olmamız gerektiğine karar verir. Lakin erdemli ve onurlu yaşamak kendi yaşamımızı kişisel olarak gerçekleştirmektir, yoksa başkaları tarafından hayvanmış gibi "eğitilmek" değil. Eğer müşterek bir hukuk altında yaşarsak bu yasaların sınırları çerçevesinde - toplum içinde yeteneklerimizi güvenli bir biçimde gerçekleştirebiliriz. Hukukî bir idare, Aristo'ya göre, insanların yeteneklerini en iyi yoldan gerçekleştirebildikleri bir durumdur. Aristo bu nedenle kamuoyunun görüşlerine kulak verilmesini ve devletin kanunlarla idare edilmesini destekler. Her iki noktada da görüşlerini Platon'un Devletindeki ideal devlet görüşünden ayrıştırır. Fakat Aristo bile hukukun evrensel olmadığını düşünür: Özgür Yunanlıya uygulanan kurulu töre ve kurallardır. Köleler ve barbarlar buna dahil değildir çünkü hukuk, evrensel olarak uygulanmamaktadır.20

Daha önce bahsettiğimiz gibi, diğer şeylerin yanı sıra Aristo, eşitlik sorununu da ele alır: Çoğunluğa göre eşitlik demokrasiyi, halk idaresini getirir. Mülkiyete dayalı eşitlik ise beraberinde plütokrasiyi, zenginlerin idaresini getirir. Aristo burada çatışan iktidar taleplerini görür. Peki hakça talepler nelerdir? Her biri diğeriyle nasıl dengelenebilir? Aristo'ya göre mülkiyet, sorumluluk getirir ve bu, devlet açısından olumlu bir durumdur. Ve mülkiyet, (sıklıkla) değer­li olan yeteneklerin varlığına işaret eder. ideal olarak, en önemli olan bilgelik ve erdem olmalıdır; ancak bunlar, ölçümü zor olan şeylerdir. Varlıklar, diğer taraf­tan, ölçülebilir; fakat kamuoyu, bir gruptaki insan adeti de hesaba katılmalıdır. İyi idrak sahipleri kitlelerin arasında bulunabilir ve eğer kitleler dışlanırsa hü­kümet istikrarını yitirebilir. Aristo, "her şey bir nedenle dikkate alınmalıdır" der. Mülkiyet, eğitim, doğum, temaslar-ve sayı- ve her şey güç dağılımında "bi­raz" da olsa hesaba katılmalıdır.

Kapsamlı bir tartışmanın ardından Aristo, sınırlı bir demokrasinin umabile­ceğimiz en iyi devlet modeli olduğu sonucuna varır. Bu devlet hukukla idare edilir ve bir "karma hükümettir": Demokratik nicelik (sayı) ilkesi ve aristokrat nitelik ilkesi. Siyaset yasalara tabiidir ve dolayısıyla herkes özgür olabilir ve pek çok vatandaş gidişat hakkında söz sahibi olabilir ama hepsi değil. Aristo yi­ne aşırılıktan kaçmıyor. "Orta sınıf" gücü elinde en çok bulunduran sınıf olacak­tır. Ne zengindirler ne de fakir. Devletin geniş tabanlı bir insan kitlesine sahip olmasına yetecek kadar çok ve şehir-devleti içindeki temel saydamlığı garanti­lemeye yetecek kadar da az üye sayısı vardır. İşte bu idare şekli aydın yöneti­mi ile kamuoyu arasında en iyi dengeyi oluşturur. Aristo'ya göre bu, en makul idare şeklidir. Aristo, Platon'un pratik imkânı olmayan ideal devletini pek de

 

 
Free Web Hosting