ANASAYFA FELSEFE                 
 
 
Anasayfa »
Felsefe » » » »
 
Felsefe Tarihi
Kadim Hint & Çin
 
 Felsefe Okumaları
 
  Kadim Hint ve Çin Düşüncesi
   Hint Felsefesinin Arka Planı
   


Eski zamanlarda, Hindistan ve Avrupa arasında seyrek de olsa bir ilişki bulunmasına rağmen - Büyük İskender'in M.Ö. 327'de Hindistan'ı işgalinden bahsetmek bile yeterli olacaktır, Doğu'nun Batı üzerindeki ya da tam tersi, entelektüel etkisi üzerine çok az şey biliyoruz. Yunanlıların Doğu kaynaklı önemli bir etkiye maruz kaldığını biliyoruz; ancak kesin bir Hint kaynağını tespit etmek oldukça zor. Persler aracılığıyla aktarılan Hint öğretisi, Yunanlılardaki Pythajgörascı ve Orphic ekolleri etkilemiş olabilir; ancak bu, yine de felsefe tarihinde cevâbı kesin olmayan bir meseledir. Ne var ki, antik çağların bitiminden ifto'lere kadar Hindistan ve Avrupa'daki felsefî ve dinî gelenekler birbirinden nispeten bağımsız olarak gelişmiş gözüküyor. Ancak Romantik dönemde, ilk defa Hint düşüncesi daha geniş çapta bir Avrupalı kitleye aktarılabilmiştir. Hint felsefesiyle ilgili çizeceğimiz resim, hâlâ Hindistan'a duyulan romantik heves, özellikle de Alman filozofları Arthur Schopenhauer (1788 - 1860) ve Friedrich Nletzsche (1844 -1900) tarafından şekillendirilmiştir.

Aslında bir Hint ya da Çin felsefesinden söz etmenin ne kadar mantıklı olabileceği sorusu ilk başta akla gelebilir. Felsefe sözcüğü Yunanca'dan gelir ve kökeni, antik Yunan'a dayanan bir ilmî meşguliyeti ifade eder. Hindistan'da ya da Çin'de klasik Yunan felsefesine karşılık gelecek herhangi bir şey var mıydı? örnek olarak, Hint düşüncesi tarihinde mitostan logosa geçişten bahsedebilir miyiz? Kesin bir cevap vermek zor. Belki de meseleyi bu şekilde sunmak Avru­pa'yı merkeze alan bir bakış açısını (Eurocentrism) yansıtır; birisi çıkıp Hint düşüncesinin, Yunan felsefesinin ortaya koyduğu kriterler değil de, kendi alanı çerçevesinde ele alınması gerektiğini savunabilir.

Hem Hint, hem de Çin düşüncelerinde ilgimizi hak eden meseleler olduğu­nu kabul etmek daha mantıklı olacaktır. Ayrıca bu geleneklerde, birçok yönden Yunan felsefe tarihini akla getiren bir 'içsel mantık' ve tartışmayla karşı karşıya geliriz. Ancak Hint felsefesinin, Batı felsefesinde aynı kalıpta bulamayacağı­mız bir çok özellikler sergilediğini de eklemek gerekir. Görünen o ki, Hint felse­fesi, din ve felsefe arasında bizim alışkın olduğumuz kesinlikte bir ayrım yapmaz. Aynı şekilde mitos ve logos arasındaki ayrım ya da sözcükler ve eylemler arasındaki ayrım, Hindistan'da Avrupa'da olduğundan daha farklı bir şekilde yapılmaktadır. Ufuk açıcı Hint metni Bhagavad - Gita, bu farklılığı izah eder ve pratikte felsefe ve din arasında çizilecek çok katı bir sınır çizgisini ortadan kal­dırır: 'Pratik (yoga) ve teori (samkhya) arasında bir fark olmalıdır, / cahil olan böyle söyler, bilge olan değil. / sen kendini bütün kalbinle sadece birine ada,/ ve her ikisinin de meyvesini topla.'

Hint kültüründe felsefenin rolünü anlamak için öncelikle bu felsefenin tarih­sel ve dinî ön kabullerine âşinâ olmamız gerekir. Bu kitapta ancak giriş niteliğinde bir bilgi verebiliriz. Hint felsefesini daha iyi anlamak isteyenler, daha çok ihtisasa sahip yorumlara başvurmalıdırlar.

M.Ö. 14. ve 12. yüzyıllar arasında, günümüzde Pakistan'da yer alan İndus Vadisi'ndeki kadim uygarlık, tahminen Karpat ve Ural Sıradağları arasındaki bölgeden gelen etnik grupların saldırısına uğradı. Bu gruplar, kendilerini Arya ('asil') olarak adlandırıyorlardı, işte bu yüzden, Hindistan'ın Aryanlar tarafın­dan işgalinden söz edilmektedir. Bir zamanlar yaygın olarak, Aryan halklarının kültürel anlamda 'yerli' Dravidyanlardan daha üstün olduğuna inanılmaktaydı. Ancak 1920'lerde İndus Uygarlığı keşfedildiğinde, bu inanış sorgulanmaya başlandı; bu, İndus Nehri boyunca yayılmış ve Aryan işgalinden öncesine dayanan oldukça ilerlemiş bir kent uygarlığıydı.

Yüzyıllarca süren asimilasyona rağmen, Hindistan'ın kültürü ve toplumu hâlâ Aryanlar ve Dravidyanlar arasındaki bu çok eskiye dayanan çekişmenin izlerini taşır. Bu, kast sisteminin muhtemelen Aryan istilacılar tarafından getiril­miş olmasından kaynaklanmaz. Açık derili Aryan'larla, daha koyu derili yerli­ler arasında daha temelden bir ayrım olduğuna dair birçok işaretler vardır. Toplum daha sonraları 4 kasta (sınıfa) ayrıldı: Aryanlara ait olan üç kast; Brah­man ya da Vedacı rahipler, savaşçılar ve asiller, esnaf ve ziraatçiler ile aşağı tabaka. Farklı etnik grupların dikkate değer bir şekilde entegrasyonu zamanla oldu. Yeni kastlar ortaya çıktı ve Aryan olmayanlar da daha üst kastlara dahil olabildiler. Bu gelişmeler günümüze kadar devam etti.

Din, göçmenleri birleştirmekteydi. Bu durum, M.Ö. yaklaşık 1200-800 yılları­na ait Veda olarak adlandırılan en eski Sanskritçe metinlerde kendini açığa vurur. Veda'nın, eski Aryan dünya görüşünü yansıttığı söylenebilir. Tanrılar Yu­nan, Norveç ve Slav mitlerindeki gibi çoğunlukla doğaya ait güçlerle ilişkilendirilir. Bu dünya görüşü, kozmos ve kaos arasındaki ebedi bir savaş üzerinde temellenir. Bu savaşta Tanrıların zaferi, en başından garanti altında değildir. Ka­osa karşı savaşta Tanrılar, insanoğlunun desteğine ihtiyaç duyarlar. Kurbanlar ve doğru bir şekilde yerine getirilen ayinler kozmik düzenin devamını sağlar. Veda'yı, felsefe olarak adlandırmak zordur. Bu, daha çok mitsel bir dünyayı tas­vir eder. Şayet Hindu manevi yaşamında, mitostan logosa geçişin izlerini süre­cek olursak, bunu ancak daha sonralara, M.Ö. yaklaşık 800-300 yıllarına dayanan ve daha kapsamlı olan Upanişad metinlerinde bulabiliriz. Upanişadlar, Ve­dacı dünya görüşünü daha eleştirel olarak yansıtırlar. Bunlar Aryan kültürünün bazı yönlerine karşı bir itirazı dillendirirler. Yeni araştırmalar Aryan dışı kaynaklardan etkileri ortaya çıkarmış görünmektedir. Bu, din tarihçilerine bırakıl­ması gereken karmaşık bir sorundur. Ancak Upanişadların, yeni bir felsefî ve metafizik öğretiyi beyan ettiğine kesin gözüyle bakılabilir. Veda daha çok ilahilerden oluşmuşken; Upanişadlar, bir fikir, bir tez içerir.

 
Free Web Hosting