ANASAYFA FELSEFE                 
 
 
Anasayfa »
Felsefe » » » »
 
Felsefe Tarihi
Kadim Hint & Çin
 
 Felsefe Okumaları
 
  Kadim Hint ve Çin Düşüncesi
   Konfüçyüs
   


Yunan felsefesi şehir-devlet (polis)in bir ürünüydü. Bununla ilgilenenlerin hepsi istisnasız, bağımsız bir siyasî birlik olan şehir-devlet işleyişine iştirak etmişlerdir. Bu şehir devletin duvarları içinde felsefî tartışmalar ve diğer başlıca entelektüel faaliyetler için bir yer ayrılmıştır. Şehir-devlet aynı zamanda siyasî etkileşim ve tartışma için kamusal bir alan da yaratmış; böylece eşit ve özgür vatandaşlar arasında ortaya çıkan siyasî uygulamanın yeni bir çeşidini mümkün kılmıştır. Bu durum Platon'un Akademisi ve Aristo'nun Lise (Lyceum) si bunların her ikisi de önemli bir akademik özgürlüğe ve kendi kendini idare hakkına sahipti- gibi kalıcı akademik kurumların gelişmesi için gerekli temeli hazırlamıştır. Ne Hindistan'da ne de Çin'de benzeri bir gelişme söz konusuydu. Çin şehri antik Yunan'daki gibi bir polis değildi. Diğer devletlerle anlaşmalara varabilecek bağımsız bir bütün değildi.

Çin şehri merkezî idarenin bir parçasıydı. Çin Medeniyeti genel anlamda insan davranışı normlarını kendine merkez almıştı; bu bir kamusal söylem kül­türü değil, gelenek kökenli kutsal metin kültürüydü. Yunanistan'daki gibi spekülatif ve sistemli felsefe ya da Hindistan'daki gibi özgürlük ve kurtuluş fikirleri çok az ilgi uyandırıyordu. Çin Medeniyeti, daha çok pratik ve pragmatik bir yönelişe sahipti.

Çin filozofları genelde geniş imparatorluğa ait saraylarda gelişen idari top­luluklarda görev almaya gayret eden 'fakir asilzadeler grubu'ndan çıkmaktaydı. Çin'in büyük düşünürlerinin çoğu bu sınıftan gelmiştir. Bunlar, neredeyse istis­nasız eğitimli devlet memurları, bürokratik sistem tarafından referanslı (ve hat­ta kimi zaman da eğitilmiş) günümüzün felsefe profesörlerinden pek de farklı olmayan! mandarinlerdi. Batı'da daha çok Konfüçyüs sanıyla bilinen King Chi (Kral Fuzi, 'Üstat Kral'), işte tam da bu toplumsal çevreden gelmekteydi.

Konfüçyüs (M.Ö. 551-479); Buddha, Thales ve Pythagor'la yaklaşık aynı zamanda yaşadı. Konfüçyus'tan günümüze ulaşan bir metin yoktur; ancak onun düşüncesinin merkezî yönleri öğrencileriyle arasında geçen sohbetler (sorular ve cevaplar)dan alınan kısa notların bir araya getirilmesiyle oluşan Analeclerde kaydedilmiştir. Diyaloglar, daha çok düzgün davranış üzerinde odaklanan toplumsal-ahlakî sorunlara hasredilmiştir. Bu eserde Konfüçyüs, sıkı sıkıya geleneğe bağlı bir düşünür olarak karşımıza çıkar: Bireyler, geleneği dikkatli bir şekilde inceleyerek görevlerinin ne olduğunu anlayabilirler. Gelenek aynı zamanda halihazırdaki karmakarışık toplumsal vaziyetin ıslahına yönelik çabalar için bir norm olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, Konfüçyus'un öğretisinde klasik metinlerin çalışılmasına bu kadar merkezî bir yer verilmesi son derece doğal­dır. Hakim tavır, Hint felsefesindeki gibi dünyadan kaçış değil, dünyaya uyum sağlamaktır.

Konfüçyüs, tabiat felsefesi ve din felsefesiyle çok az ilgilenmişti. Daha çok Sokrates'in yaptığı gibi birey üzerinde odaklanır. Bu tutumu gayet veciz olarak şu ifadede açığa çıkar: 'Ahırlar yandığı zaman, saraydan dönüşünde "kimse yaralandı mı?" diye sordu, atları sormadı.' Doğru davranışın kriteri insanlık kavramında özetlenir. Konfüçyüs insanlığı, Dağdaki Vaaz'da verilen mesajı ha­tırlatan kelimelerle tartışır: "Tzu-kung 'insanların her zaman takip edebilecekleri tek bir deyiş var mı?' diye sordu. Efendi 'belki de saygı üzerine olan deyiş: başkalarının sana yapmasını istemediği şeyi sen de başkalarına yapma" (15. ki­tap, 23. parça, sayfa 198). Kişinin komşusunu sevmesi fikri, Konfüçyanizmde sıklıkla 'ölçü ilkesi' olarak adlandırılır: Başkalarından beklentimiz, bizim başka­larına karşı davranışlarımız için mihenk taşı olmalıdır.

Konfüçyus'un insanlık ve şefkatle ilgili öğretisi, tam manasıyla evrensel bir yöneliş olarak yorumlanmamalıdır. O, açıkça toplumun katmanlara ayrılmasını savunur. Dolayısıyla bireyin görevi toplumsal konumuna bağlıdır. Konfüçyus'a göre iyi hayat, '5 insani ilişkide' açığa çıkar: Yönetici devlet memuru, baba oğul, karı koca, yaşlı genç ve arkadaş ilişkilerinde. Her birinin kendine ait bir görevi vardır. Yöneticinin tebaasıyla olan ilişkisi şu cümlede gayet güzel ifade edilmiştir: 'Bir beyefendinin özü, rüzgarınkine benzer; küçük insanların özüyse otlarınki gibidir. Bir rüzgar, otların üzerinden estiği zaman, otların seçim şansı yoktur; sadece boyun eğerler.'? (12. kitap, 19. parça, sayfa 168). Bu cümle de ölçü ilkesinin bir uygulaması olarak anlaşılabilir. Bu, belki de bu bağlamda tebâ olan bireylerin şu soruyu sormaları gerektiği şeklinde anlaşılabilir: Ben bir yönetici olarak tebâmın nasıl davranmasını isterdim? Şayet cevap, boyun eğmeleri gerektiğiyse; bunun anlamı, ölçü ilkesinin geleneksel üstünlük ve boyun eğmeyle uyumlu olduğudur.

Konfüçyüs, sistemli bir felsefe geliştirmedi. En başta insan ilişkileri konu­sunda faydalı tavsiyelerde bulundu ve hikmetle ilgili kendine özgü bir öğreti geliştirdi. Hayatı boyunca çok sayıda talebesi oldu. Bu pragmatik eğilimli Konfüçyanizm Çin kültüründe ve toplumunda günümüze kadar önemli bir rol oynamıştır. Pratik felsefeyi cümle kalıplarında, vecizelerde ve kısa denemelerde sunmak modern Çin'de bile sıra dışı değildir. (Mao'nun Kızıl Kitabıyla karşılaş­tırınız, Başkan Mao Tse-Tung'dan Alıntılar)

Konfüçyusçu ahlak, Mencius ya da Meng Zi (M.Ö. yaklaşık 371-289) tarafın­dan daha da geliştirilmiştir. Mencius, Konfüçyus'la aynı çizgide, insanın doğuş­tan iyi olduğuna ve bu iyiliğin eğitim aracılığıyla geliştirilebileceğine inanır. Bu dönemde yaşamış olan bir çok Çinli filozof gibi Mencius da hayatını, prenslere iki esaslı erdem; insanlık (jen) ve dürüstlük (yi) konularında yol gösterdiği saraylarda geçirmişti


 
Free Web Hosting