ANASAYFA FELSEFE                 
 
 
Anasayfa »
Felsefe » » » »
 
Felsefe Tarihi
Sokrat & Sofistler
 
 Felsefe Okumaları
 
   Sofistler ve Sokrates
   Protagoras
   


Hayatı: Protagoras (yaklaşık M.Ö. 481-411) Balkanlar'da bir yer olan Abderalıydı. Başta Sicilya 'da ve İtalya yarımadası olmak üzere pek çok Yunan şehrinde dersler vermiştir. Ünlü bir öğretmendi. Atina'da, diğerlerinin yanı sıra, Pericles ve Euripides ile görüşüyordu. Platon, O'na Protagoras isimli diyalogunu adamıştır. Protagoras "Tanrılar Hakkında" ve "Hakikat ya da Çatışan Argümanlar" gibi çeşitli eserler bırakmıştır.

Protagoras'ın "insan, her şeyin ölçüsüdür" ifadesi bir epistemolojik tez ola­rak yorumlanabilir: Eşya kendisini, olduğu gibi insanlara aşikar kılmaz; her zaman eşyanın, sadece belli yönleri ya da özellikleridir insana belli bir zamanda kendilerini sunan. Mesela, marangozun elindeki bir çekiç, çiviyi çakmaya yarayan bir alettir. Çekîç ele yatkın ya da bilimsizdir, hafif ya da ağırdır. Bir fizikçi için gözlem masasındaki bir çekiç ne ele yatkın ne de ele yakışmayan, sadece belli bir moleküler yapısı Ve ağırlık, esneklik, vb. belirli fiziksel özellikleri olan maddî (physical) bir nesnedir. Bir tüccar için tezgahtaki bir çekiç belli fiyatı ve kârı olan, satması yâda depolaması güç ya da kolay olan bir üründür. Bu bizim şimdiye kadar ki yorumumuz.

Eğer Protagoras'ı doğru yorumladıysak, O'nun tezi şunu gerekli kılar: İnsan her şeyin ölçüsüdür, eşya, insanlara her zaman bir kişinin herhangi bir zamanda konumlandığı koşullar ve ödevler tarafından belirlenen bir yolla göründüğü müddetçe. Bu görüş bir tür epistemolojik perspektivizm ifade eder: Bilgimiz daima herhangi bir zamanda kendi perspektifimizce ve bilgimizin temellendiği perspektif tarafından koşullanır. Bu tür bir perspektivizm, bir epistemolojik pluralizm anlamına gelir: eşyayı görmenin birden fazla yolu vardır. Bu perspektivizm aynı zamanda relativizmi de temsil eden Eşyaya ilişkin bilgimiz eylemlerimiz ve durumlar tarafından belirlenir bilgi, konumumuza bağlı olarak görecedir.

Bu bizim doğru ile yanlışı birbirinden ayıramayacağımız anlamına mı geliyor? Bu tezi, sunuşumuzla uyumlu olmamakla beraber, elleri, kol gücü, vb. birbirine oldukça benzemek kaydıyla iki marangozun, çoğu zaman hangi çekicin belirli bir işe daha uygun olacağını bulabilmesi örneğiyle açıklayabiliriz.İki bi­lini adamı da herhangi bir nesnenin ağırlığı, esnekliği, vb. üzerinde kolayca an­laşmaya varabileceklerdir. Bir başka deyişle, çeşitli durumlara ye mesleklere bağlı olan bu tür perspektivizm (pluralizm, relativizm) doğru ile yanlış arasındaki ayrımın silindiğini göstermez. Marangozlar olarak, çekiç hakkında hem doğru Hem de yanlış bir biçimde konuşabiliriz; aynı şey bilim adamları ve tüccarlar için de geçerli olacaktır. Belirli bîr durumda çekiç gibi bir nesneyi tartış­tığımızda, tıpkı şimdiki gibi, nesneden bu durumda bize göründüğü şekliyle bahsettiğimiz sûrece doğru bir biçimde konuşmuş oluruz. Hakkında konuştuğumuz şey, nesnenin kendisidir; mesela çekiç, hayâli bir nesne değil.

Ya nesne, kendini sadece belirli açılardan gösterirse; bir açıdan başka bir cıva kaydığımiz13a hakkında konuştuğumuz nesnenin çekiç aynı nesne olduğunu nasıl bilebiliriz? Çeşitli açıların hakikatte iç içe geçmiş olduğu gösterile­rek yanıtlanabilir bu soru: Bir marangoz sadece bir marangoz değil, aynı zamanda bir baba, oğul, kardeş gibi ailevî rolleri ve ticarî ilişkileri olan biridir. Ça­kışmalar ve akışkan geçişler mevcuttur perspektifler arasında; örneğin çekiç gi­bi, aynı nesneyi farklı bağlamlarda tanımamızın nedeni de budur.

Tüm bunları nasıl söyleyebiliyoruz? Biraz önceki perspektivizm ile ilgili ifa­demizin bizatihi kendisi belli bir perspektife dayanan bir hakikat (truth) değil midir? Eğer yanıtımız evet ise, dediğimiz şeyi görece hale sokuyoruz. Septisiz­me yaklaşıyoruz. Eğer yanıtımız hayır ise, perspektivizmi eşya hakkındaki bilgimizle sınırlıyoruz demektir: Sıra teorik düşünceye gelince, perspektivizmi sunmuyoruz orta yere.

Şimdi Protagoras'ın serbest bir yorumunu vermiş olduk. Fakat, bir fragma­nı Öyle gösteriyor ki; Protagoras, teorik tartışmayı dahil etmek amacıyla perspektivizmi eşyanın bilgisinin ötesine yaymak istiyordu: "Her konuda iki zıt görüş vardır." Bu Protagoras'ın, insanların doğru mu yanlış mı konuştuklarına ka­ni olmadan birbirleriyle anlaşmayacaklarını bir olgu olarak sunma yolu mudur? Yoksa Protagoras tüm konularda aynı oranda doğru ve fakat birbiriyle çelişki­li ifadeyi formüle etmenin mümkün olduğunu mu söylüyor aynı anlamda ve ay­nı meseleye atfedilen doğru? İlk durum felsefî bir problem değildir; sadece sıradan bir meseleye ilişkin hafifçe dogmatik bir iddiada bulunmaktan başka bir şey "insanlar birbiriyle çelişir". Fakat ikinci durum felsefî açıdan problematiktir. Belli bir vakada iki çelişen iddianın aynı anlamda ve aynı anda doğru olduğunu söylemek ne anlama geliyor? Peki bu tez kendine uygulanabiliyor mu? Eğer öyleyse, bu tezin kendisi için de doğru (true) olan bir karşıtını (contradiction) formüle etmek mümkün olmalı. Fakat sonra, bu tez aktüel olarak neyi anlatıyor olacak? Şüpheci kendini çözmeye yakın, görünüyor.

Protagoras, şunu da söylüyor: "Tanrılar düşünüldüğünde varlar mı yoklar mı şekil olarak neye benziyorlar, emin olamıyorum; zira kesin bilgiyi gizleyen çok şey var, konunun muğlak oluşu ve insan hayatının, kısalığı. Bu fragman insan bilgisinin sınırlı oluşunu da belirtiyor. Tanrıların var olup olmadıklarını ya da neye benzediklerini bilemeyiz. Fakat bu fragman kendini yani fragmanda ifade edilen şüpheyi sorguladığı halde insanın bilişsel yetisini sorgulamıyor,

“İnsan her şeyin ölçüsüdür” ifadesini; eşyanın, daima herhangi bir zamanda insanoğlunun kendini içinde bulduğu durum tarafından belirlenen bir biçimde göründüğü şeklindeki bir tez olarak yorumladık. Fakat, sürekli olarak bu durumların içine veya dışına gidip geliyoruz. Bununla beraber perspektif toplumsal statü ya da ekonomik olarak belirlenmiş olan bir sınıf tarafından belirlenmiş olsa ve farklı temel perspektifler arasındaki geçiş de bir sınıftan diğerine geçiş kadar zor olsaydı; sonuç toplum içindeki temel iletişim güçlükleri hakkında bir sosyolojik tez olurdu. Eğer farklı grup ya da sınıftan insanlar birbirini anlamazsa siyasal arenada açık iletişim mümkün olmayacaktır. Dahası, eğer toplumsal gruplar arasında temel çıkar ayrılıkları mevcut ise siyaseti karşılıklı anlayış ek­sikliği ve çatışma karakterize edecektir. Şu halde rasyonel müzakere ve yöne­tim olarak siyaset ancak toplumsal sınıflarla beraber toplumsal olarak belirlen­miş görüş ayrılıkları ve çıkar çatışmaları giderildiği zaman ortaya çıkacaktır.

Protagoras'ın ifadesinden, nasıl da farklı teoriler çıkarsayabileceğimizi görüyoruz. Burada bu yorumlan Protagoras'a atfetmenin mantıklı olup olmadığı­nı tartışmıyoruz. Sadece ilginç epistemolojik ya da siyasal bakış açılarını tem­sil eden olası yorumları bulma peşindeyiz.

Eğer, örnek olarak, bir önceki yorumumuzu- sınıf farklılıklarına dayanan sosyolojik yorum- sınıfı ulus, halk ya da çağ ile yer değiştirerek yeniden kurgulasaydık eşyayı kendilerine göre anlayan her ulus (her halk, her çağ) ile ilgili bir teorimiz olurdu. Uluslar ve halklar arasındaki ya da şimdi ve geçmişte yaşamış olanlar arasındaki iletişim bir sorun teşkil ederdi.

Temel perspektiflerin yaş, toplumsal cinsiyet veya ırka dayandığını söylemiş olsaydık, elimizde genel farklarla ilgili teoriler olurdu, cinsiyetler arası anlayış eksikliği, genç ve yaşlılar ya da siyah ve beyazlar arasındaki iletişim hata­ları gibi. "Doğu Doğudur, Batı da Batıdır; bu ikisi asla bir araya gelmeyecektir" (Kipling).

Şunu not etmekte fayda var ki; şimdiye kadar bireyler değil de insan grupları hakkında konuşuyoruz. Eşyanın farklı meslek grupları, farklı toplumsal sı­nıflar, farklı uluslar, farklı yaş grupları, farklı cinsiyetler ve farklı ırklara göre ayrı yollarla ortaya çıktığı hakkında konuştuk. Protagoras'ın "insan her şeyin ölçüsüdür" tezini şunu anlatmak için de kullanabiliriz: Bireyler olarak kişiler ken­di deneyimleri ve özel durumları çerçevesinde eşyayı kendi görünümlerine uydurabilirler. Her şeyin ölçüsü bireydir.

Şunu da belirtelim, dünya mutlu olanlar ve olmayanlar için; paranoid olanlar ya da vecde gelenler için aynı değildir. Biliyoruz ki bir psikolojik tez olarak bu belli bir dereceye kadar doğrudur. Bu tez, biraz daha radikalleştirildiğinde tüm bilginin bireylerin ayrı durumları tarafından belirlenmiş bir biçimde perspektivize olduğunu iddia edebiliriz. Şu halde, bu iddia kendine karşı kullanıldı­ğında bir paradoksla daha karşılaşıyoruz: Bu iddia da, yoksa sadece problemin belirli bir kişiye göründüğü yolun bir ifadesi midir?

Şimdiye dek, "insan her şeyin ölçüsüdür" tezini bir epistemolojik tez olarak; şeylerin insanoğluna nasıl göründüğüne ilişkin bir soru olarak değerlendirdik. Fakat bunu, normatif olanı ilgilendiren bir tez olarak da yorumlayabiliriz: Olguların değer veya önemi, herhangi bir anlamda insana göre olduğu sürece insan her şeyin ölçüsüdür. Şunu söyleyebiliriz, örnek verecek olursak, eşyanın kendisi ne iyidir ne de kötü, fakat sadece bir insanoğlu ya da insan grubuyla iliş­ki olarak iyi ya da kötü olur.

Protagoras'ın, tanrılar hakkında bir şey bilemeyeceğimiz şeklindeki tezinin iki tarafı var: Uluhiyet insan idrakinin dışındadır ve insan hayatı kısadır. İlk argüman, tanrısalın var olmadığı anlamına gelmiyor; ancak, insan bunu idrak ede­mez bu da algının insan deneyiminin ilk temeli olduğunu gösteriyor. Platoncular örnekteki bu görüşe karşı çıkacaklardır. İkinci argüman, yani "insan yaşamı kısadır", şunu ima eder gibi görünüyor: Eğer ömür daha uzun olsaydı tanrısala ilişkin düşüncelerin daha fazlasını kavrayabilirdik- bu durumda bu tez hem Uluhiyetin varlığını, hem de bu Uluhiyet bilgisinin bir şekilde uzun yaşamla birlikte arttığını kabul ediyor-.

Bir fikrin daima karşıtıyla birlikte var olduğu tezi, bu bağlamda, var olan normların sorgusuz kabulünün dolaylı bir eleştirisi olarak yorumlanabilir: Zaten var olan normlar düşünüldüğünde, ahlakî ya da siyasal olsunlar, aynı dere­cede iyi biçimde savunulabilecek alternatif normlar olacaktır. Fakat, aynı argüman aynı zamanda geleneğe hizmet etmek üzere de kullanılabilir: Geleneksel normlar diğerleri kadar iyidirler. Eğer agnostik tez, tanrısal otoritenin üzerine temel ahlakî-siyasî normlar kurmaya karşı çıkan bir argüman olarak yorumla­nabilirse karşıt fikirler hakkındaki bu tez de belki ilk elden süregiden gelenek üzerine ahlakî - siyasî normlar kurma girişimine karşı bir argüman olarak yorum­lanabilir.

'İnsan her şeyin ölçüsüdür' tezinin bir yorumu normatif sorularda nihai yar­gı makamının toplum olduğunu gösteriyor. Bu tezin maksadı şu ki, değerler ve normlar, içinde var oldukları toplum için geçerlidirler, diğer toplumlar için de­ğil. Bu hem göreci hem de mutlakçıdır; zira bir normlar ve değerler dizisinin içinde yerleşik olduğu toplum için geçerli olduğu, diğer toplumlarda da başka değer ve normların geçerli olduğu söyleniyor. Satranç oynayacaksak kurallarıy­la oynamalıyız. Yok eğer başka bir oyun oynayacaksak o oyunun kurallarını takip ederiz. Belirli kuralların Atina'da geçerli olduğu hakikati İran'da farklı, bel­ki de zıt kuralların geçerli olduğu hakikati ile çelişmez.

Burada hukukun temel iki görüşüyle karşılaşıyoruz. İlki; geçerli hukukun herhangi bir zamanda gerçekten var olan hukuk olduğunu iddia eder. Buna “Pozitif” hukuk da denir. İkincisi; geçerli hukukun var olan hukuktan farklı ol­duğunu savunur; geçerli hukuk, "doğanın bahşettiği" hukuk ideasıdır. Sonraki araştırmalarda hukuki pozitivizm ve doğal haklar felsefesi arasındaki çatışma­dan bahsediyoruz. Sokrates ve Platon'un belirli bir doğal hukuk anlayışıyla Sofistlerdeki kesinlikle pozitivist olan eğilimlere karşı durduklarını göreceğiz. Sorun insanoğlunun bir şekilde aktarılan geleneğin ötesinde evrensel normlara ve evrensel bir biçimde doğru ya da yanlış olan bir şeyin bilgisine erişiminin mümkün olup olmadığı sorunudur.

Sofistler, ahlak felsefesi, sosyal bilimler ve epistemoloji ile ilgili bir yığın me­seleyi gündeme getirmişlerdir o günden bu yana beraber yaşadığımız meseleler-. Bazı anahtar terimleri saymak gerekirse; relativizm ve mutlakçıhğın karma­şık problemleri, hak ve güç, bencilik ve özgecilik (egoism, altruism), birey ve toplum, akıl ve duyguları sayabiliriz. Sokrates ve Platon'un sofistleri çevrele­yen bu tartışmada yer aldıklarını göreceğiz. Platon'un idealar teorisi evrensel bir ahlakî-siyasî düzenin var olup olmadığı sorusuna olumlu bir yanıt vermek üzere bir girişim olarak görülebilir: İdealar teorisi, bu anlamda, sofistlerin ah­lakî-siyasî şüpheciliğine bir karşıt argüman olmuştur

 

 
Free Web Hosting