ANASAYFA FELSEFE ANTOLOJİ YAZILAR LİNKLER İLETİŞİM
 
 
Anasayfa »
 Felsefe Okumaları
 
  Klasik Dönemin Sonları
  Septisizm
   


Antikitenin şüphecileri; örnek olarak Pyrrhon (yaklaşık MÖ. 360-270), Carneades (yaklaşık M.Ö. 213-128), Sextus Empirikos (yaklaşık 200), genelde öncelikli olarak epistemolojik sorunlarla meşgul olmuşlardır. Genellikle, hakikat ve doğruluğa dair epistemolojik sorular karşısında temkinli veya negatif bir görüş benimsemeye meyilliydiler. Dolayısıyla, Yunan sofistlerinin epistemolojik gele­neğine bağlıdırlar; tıpkı Epikürcülerin ve Stoacıların Sokrates'in ahlak felsefesi geleneğini benimseyip daha da geliştirmeleri gibi.

Ancak epistemolojik anlamda Septisizm, belirsiz bir kavramdır. Bu durum­da, örnek olarak iki tür şüpheci arasında ayrım yapmanın yararı olabilir: Dolaylı veya dolaysız olarak hiçbir şeyi bilemeyeceğimizi iddia eden şüpheci (bkz. Gorgias'a dair yorumumuz) ile hiçbir şey bilemeyeceğimizi iddia etmeyip ve fa­kat herhangi bir duruş da almadan araştırmasını sürdüren şüpheci (Yunanca: sceptikos "arayan"). Aşağıda, kaynağını Helen dönemi Septisizmden alan önem­li şüpheci savlara dair modern birkaç yorumu ana hatlarıyla özetleyeceğiz.

DUYULAR BİZE KESİN BİLGİ VERMEZLER

Kişinin dünyadaki nesnelerden aldığı duyu izlenimleri sadece nesnelere bağlı değildir, aynı zamanda nesnenin duyusal deneyimi yaşayan kişi ile olan ilişkisine (mesela uzaklık gibi), duyu organlarının içinde bulundukları koşullara ve duyusal deneyimi yaşayan kişinin genel durumuna da bağlıdır (kişi uykuda mı, uyanık mı; ayık mı, sarhoş mu vb.).

Bu sorunların farkına varıyoruz çünkü' duyularımız bazen bizi "aldatıyorlar": Değişen duygu durumlarında, görsel açı ve uzaklıklarda ayrıca su, sis, bu­har gibi değişik türdeki aracı ortamlarda olduğu gibi. Bütün bunlar duyusal izlenimlerimizi etkilemektedir. Bunların yanı sıra, algılamada bireyler arasında da pek çok farklılıklar vardır; birisi için tatlı veya soğuk olan bir başkası için öy­le olmayabilir.

Eski şüpheciler bu güçlüklerden kendimizi asla kurtaramayacağımız üzerinde dururlar: Bu güçlükler ilke olarak, dışsal nesnelere dair bütün deneyimleri­mize nüfuz ederler. Kendimizi bu güçlüklerden kurtararak nesneleri gerçekte oldukları gibi algılamamızı sağlayacak nesnelere nötr bir erişim mevcut değil­dir. Yahut farklı bir biçimde ortaya konacak olursa, duyusal bir izlenimin ger­çeği dosdoğru biçimde yansıttığına, söz konusu nesneye gerçekten karşılık gel­diğine dair teminat verebilecek bir otorite yoktur.

Septiklere göre, çoğu insanın genellikle belirli şeylere dair benzer duyusal izlenimlere sahip oldukları konusunda hemfikir olmaları bu epistemolojik so­runları çözemez: Herkesin yanılgı içinde olmadığından emin olamayız. Bunların yanı sıra, çoğunlukla insanların, aynı nesneyi algıladıklarını söylediklerinde aynı şeyi kastedip etmediklerini bilmemiz güçtür. Gözlemde tarafsız bir tutumu tavsiye etmek bütünüyle iyi ve yerindedir. Fakat, yine de bu bizi daha ileriye götürmez, çünkü pratikte böylesi tarafsız bir tutum yararlı olabilse de temeldeki güçlüklere değinmez. Bu şüpheci sava göre, temel epistemolojik güçlük du­yusal bir izlenimin sadece nesneden gelen, saf ve hiçbir şeyden etkilenmemiş bir sinyale dayanmayıp, her zaman için sonucu değişik biçimlerde etkileyen pek çok faktörün neticesinde oluşuyor olmasıdır. Başka bir ifadeyle, insanlar bir nesneyi gerçek tabiatında algılama yetisine sahip değildirler. Bizi bu ikilem­den kurtarabilecek bir bilgi edinme metoduna sahip değiliz. Dolayısıyla, doğru ve yanlış duyusal izlenimleri birbirinden ayırdetmek problematik bir durum­dur; yani duyular bizi doğru ve kesin bilgiye ulaştıramazlar.

Burada belirtmekte yarar vardır ki, bu savlarıyla Septikler, duyularımızın bi­ze söylediklerini günlük yaşantımızda göz ardı etmemiz gerektiğini kastediyor değildirler. Hayatta kalabilmek için pratikte duyusal izlenimlerimizi dikkate al­mak zorundayız. Septiklerin reddetmemiz gerektiğini düşündüğü şey, duyuları­mızın bize dünya hakkında kesin bilgi verdiklerine dair inançtır. Tuzun tadının her zaman tuzlu olduğuna (çoğu insan için) dair ve ateşin her zaman yandığı­na (hemen hemen herkes için) dair gözlemler bizi öznel kesinliğe götürür, fakat bu bize nesnenin gerçek doğasına dair herhangi bir iddiada bulunma hakkı vermez.

TÜMEVARIM GEÇERLİ BİR ÇIKARIM YOLU DEĞİLDİR

Tümevarım (indüksiyon), belli türde sonlu sayıdaki olgulara dair bir özellik­le ilgili bir önermeden, bu özelliğin bu türden bütün olgular için geçerli olduğu­nu çıkarsamaktır: "Şu ana kadar gözlemlenen bütün katırlar, 45.987 denek, gri-kahverengidir; o halde, bütün katırlar gri-kahverengidir." Fakat bu, kesin ve zorlayıcı bir çıkarım değildir; çünkü farklı renkte bir katırın ortaya çıkıp çıkma­yacağına dair bir garanti yoktur. Dolayısıyla tümevarım, doğruluğu kesin olan iddialardan ziyade ancak kuvvetle muhtemel iddialar öne sürebilir. Şu halde tü­mevarım, geçerli bir çıkarım yolu değildir.

TÜMDENGELİMLER YENİ BİLGİYE ULAŞTIRMAZ

Tümdengelim (dedüksiyon), verilen bir grup önermeden (öncüller) belirli kuralların yardımıyla özel bir önermeyi çıkarsamaktır. Ve bu önerme, eğer ve­rili önermeler doğru ve tümdengelim kuralları geçerli ise doğrudur. Eğer bütün insanların konuşabildiğini ve Sokrates'in de bir insan olduğunu biliyorsak, o halde Sokrates'in konuşabildiği sonucuna varabiliriz. Fakat bu bizi, yeni bir bil­giye ulaştırmaz. Tümdengelim, öncüllerde zaten belirtilmiş olanların ötesinde yeni bir şey söylemez. Bu anlamda tümdengelimler, yararsız veya totolojiktirler. Yahut bir başka şekilde ifade edilecek olursak, bütün insanların konuşabil­diği iddiasını destekleyebilmemiz için, öncelikle Sokrates de dahil olmak üzere bütün insanların gerçekte konuşabildiğini saptamamız gerekir. Eğer böylesi ge­nel bir ifadeyi destekleyebiliyorsak ("bütün insanlar konuşabilir"), zaten Sokrates'i de dahil etmişizdir. O halde, türetilmiş olan iddiada yeni hiçbir şey yoktur ("Sokrates konuşabilir").

TÜMDENGELİMLER KENDİ ÖNKABULLERİNİ İSPAT EDEMEZLER

Bütün tümdengelimler kendi öncüllerini ( ve tümdengelim kurallarını) doğ­ru olarak kabul ederler. Her zaman için ispat edilen, türetilen ifadedir,;asla ön­cüller değil. Şüphesiz, böyle bir öncül, ilke olarak, yeni bir kıyastaki tümdenge­lim adıyla ispat edilebilir. Fakat o zaman da bu tümdengelimin bir parçası yeni öncüller olacaktır, bizatihi bu tümdengelimde ispatlanmamış olan öncüller.

Bu demektir ki burada bir "üçlem" ile karşı karşıyayız: Ya öncülleri destek­leyerek sonsuz bir işlemi sürdüreceğiz (ad infintum gerileme), ya mantıksal döngüler içinde hareket edeceğiz ("kısır döngüler") ya da ispatı mantıksal ola­rak ihtiyari bir yerde keseceğiz (Decisionizm: Kesincilik). Bunlardan başka bir alternatif tümdengelim çıkarımlar için söz konusu değildir. Şu halde en son noktada, hiçbir temel ilke tümdengelimsel olarak ispat edilemez.10

ÇELİŞEN FİKİRLER AYNI ORANDA İYİ NEDENLERE DAYANIR

Bunların yanı sıra, Antikitede mesela Protagoras gibi septikler, örnek verirsek toplumsal ve siyasî meseleler gibi daha etraflı konular hakkındaki fikir­lerimizin lehte ve aleyhte savların eş düzeyde iyi olduğu çelişen görüşler biçi­minde tecelli ettiklerini düşünmüşlerdir. Bir fikir aynen diğeri kadar iyi temellendirilmiştir. Fikirler, doğru bir idrakin değil, kısmen değişken alışkanlıkların ve âdetlerin (gelenekler) ifadeleridir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; septiklerin eleştirisi, evrensel ilkeler (evrensel iddialar ya da önkabuller) veya dış dünyaya ait şeylere dair kesin bir bilgimizin olamayacağı anlamına gelen duyusal deneyimin, tümevarım ve tümdengelimin geçerliliğine karşı yönlenmişti. Şüpheciler, bu eleştirilerinde ne kadar ileriye gittiklerine göre birbirlerinden ayrılırlardı. Genelde şüphecilerin kurucusu ola­rak kabul edilen Pyrrhon'a göre bilginin olanaklılığına dair itirazlar o kadar ge­niş kapsamlıdır ki; tek savunulabilir duruş, herhangi birini kabul etmekten ka­çınmaktır. Carneades'in de arasında bulunduğu diğerleri, farklı idrak derecele­rini belirginleştirmeye daha fazla önem vermişlerdir.

Septiklerin bilginin imkânsızlığına, dair uçtaki iddiaları, kendi kendisini yan­lışlar niteliktedir. Böyle bir duruş, kendinden bellidir ki tutarsızdır. Şu halde ra­dikal septisizm, paradoksal ve dolayısıyla savunulamazdır. Bu durumda sep­tikleri yorumlamada önemli nokta, gerçekte neyi iddia ettikleri sorusudur: şüp­heleri ne derece kapsamlı ve mutlak idi, ne anlamda doğruluk iddia eden is­pat edilememiş bir ifade şeklini aldı?

Belki de septiklerin bu görüşlerini şu anlama gelecek şekilde yorumlayabili­riz: Pratik nedenlerle septikler, kendi duyusal izlenimleri ve halihazırdaki fikir­leriyle, uyum içinde yaşamışlardır. Fakat neredeyse kitaplarda yazılanların doğru olup olmadığını sormadan derslerini öğrenen öğrenciler gibi, bu fikir ve izlenimlerin olası doğruluklarına karşı bir duruş almamışlardır. Dolayısıyla septiklerin görüşü şudur: Çeşitli ifadelerin doğru olup olmadığına dair herhan­gi bir duruş almaktan kaçınmakla doğru davranıyoruz. Septik kişiler, bir görüş noktasının doğru veya yanlış oluşunu ne kabul eder ne de reddederler; yargıda bulunmadan, sadece gözlemlemekle tatmin olurlar.

Diğer filozoflar bir şey iddia ettikleri zaman septikler, bunu kendileri başka bir şey iddia ediyor anlamında inkar etmemişlerdir. O şey hakkında kesin ve doğru bir bilgi olduğunu öne sürmenin problematik olduğunu göstermekle ye­tinmişlerdir. Madde hakkında herhangi bir şey iddia etmenin -kendileri o konu­da herhangi bir duruş almadan- problematik olduğunu göstermeye çalışmışlar­dır. Fakat, bir duruş almaktan kaçınmanın doğru olduğuna dair idrake, septik­lerin nasıl ulaştığı sorusu hâlâ olduğu yerde durmaktadır. Bu doğru ve geçerli bir idrak midir?

Bu soruyla en iyi nasıl ilişkilendirilebileceklerinden bağımsız olarak septik­ler, insan yaşamı üzerine söyleyecekleri önemli şeyler olduğunu düşünmüşe benziyorlar. Mesela, eğer dinî inançlar endişe ve huzursuzluğa yol açıyorsa, şüpheciler, bu gibi konular hakkında kesin hiçbir şey bilemeyeceğimizi söyler, dolayısıyla da bunlar hakkında endişelenmemizi öğütlerler. Şu halde septik bir tutum kişiye akıl huzuru vermelidir. Tıpkı Stoacıların akıl huzurunu ve mutlu­luğa giden yolu dışsal ihtiyaçlardan özgürleşerek bulmaları gibi ve tıpkı Epikürcülerin aynı şeyi hesabı yapılmış hazdaki keyif yoluyla aramaları gibi, şüpheci­ler de imandan, metafizik ve dinî inançlardan özgürleşmeye çabalamışlardır: Madem temelde hiçbir şey bilmiyoruz, o halde her şey aynı ölçüde geçerlidir; öyleyse hiçbir şey aklımızın huzurunu bozmamalıdır.

Pyrrho, daha radikal bir septik duruş alırken -"hiçbir şey bilemeyiz" Carneades, septisizmi bilginin derecelerine dair bir doktrin olarak ya da olası olana dair bir doktrin -belli bir deneyci yönelimi olan "olasıcılık"- olarak geliştirmiş­tir. Her ne kadar Carneades, bir önermenin doğruluğunu belirleyecek kriterler­den yoksun olduğumuzu düşünse de, yine de bir ifadenin önermeye dair içeri­ğinin olasılığını değerlendirebileceğimizi düşünür. Mesela, bir fenomene dair görüşümüzü destekleyen bir çok farklı ve fakat karşılıklı uyumlu duyusal izle­nimlerimiz olduğunda, bu görüşü kabul etmek için, duyusal izlenimlerimizin birbiriyle çelişir durumda olduğundan daha iyi nedenlerimiz vardır. Ne kadar çok birbirine uyumlu olarak karşılık gelen duyusal izlenimimiz varsa, bütüncül resmimiz de o kadar olasıdır. Aynı şekilde, pek çok gözlemcinin izlenimleri ara­sındaki uyum, bir resmi, farklı gözlemcilerin izlenimlerinin çeliştiği durumda olduğundan daha olası kılacaktır. Bir gözlemcinin olduğu kadar farklı gözlem­ciler arasındaki, birbiriyle uyum sağlayan artan sayıdaki izlenimler ile oluşacak olan bileşik imge daha olası görünecektir -her ne kadar bu görünüşün dünya­nın gerçek bir resmini verdiğini inanamasak da-. Pratikte bu yine de yeterlidir; nasıl bir hakim birçok kanıtın birbirleriyle ne derece uyuştuğunu değerlendi­rip, böylelikle karar vermek için yeterli bir zemin sağlıyorsa, biz de, doğruyu bulmasak da, bir karar için verilen desteği değerlendirebiliriz.

Olası olanı vurgulayan bu ılıman şüphecilikten sonra, yeni bilginin sistema­tik olarak toplanması ve toplanan materyalin birbiriyle uyum ve uyumsuzluğu­nun sistematik olarak analiz edilmesini içeren politikalar, çok uzaklarda değil­dir. Buradan ampirik araştırmaya uzanan adım da, çok uzakta değildir. Fakat Carneades, verilen bilginin sınanmasını tavsiye etmekten öteye gitmiş görün­memektedir. Yeni bilginin sistematik olarak toplanmasına dair bir dilek veya ih­tiyaç O'nun aklına gelmemiş gibidir. Yine de Carneades'te, ifadelerin olasılık bakımından, deneyim ve tutarlılığa göre sürekli olarak sınanmasının ne kadar önemli olduğuna dair bir vurguyla karşılaşırız. Eşyanın gerçek özü bizim için bilinmez olsa da, böylelikle daha iyi pratik bilgiye ulaşmak için gerekli araçlara sahip oluruz.

Daha önce antik septisizmin sofistlere dayandığını belirtmiştik. Sonraları septisizm, farklı ortamlarda tekrar kendini gösterdi; ortaçağ baylarında ilahiyatçı ve filozof Augustine ’de rasyonalist Descartes ’ta, yeni çağın başlarında deneycilerden Locke ve Hume ’da rastlanacağı gibi.

 

 
Free Web Hosting