|
Felsefe Nedir?
Felsefe Tarihi,
düşüncenin öyküsüdür ve yalnız insana aittir. "Ben kimim?
Nereden geldim ve nereye gidiyorum?" türü asil sorular,
felsefî düşünceyi doğurmuştur. Bu merkezli düşünüş için,
"bilgelik sevgisi" anlamına gelen "felsefe" sözcüğünün
kullanılması da bundandır. O halde felsefe, insanın kendini
tanıması ve hayatını anlaması konusunda bir yaşama sanatıdır.
Çünkü "Kendini bilen Tanrı'yı (ve evreni) tanır. Bu demektir
ki insan, kendini bildiği kadar Tanrısını tanır. Bilmenin
sınırı yoktur. Anlaşılan o ki, kişinin kendisini ve evreni
(dolayısıyla Tanrısını) tanımasının sınırı da yoktur.
Felsefe,
teorik bir disiplindir ve kavramlarla uğraşır. Ancak
Foucault'nun ifadesiyle "teori, pratiktir" dersek, felsefe
pratik de içerir. İnsanın nasıl dili, düşüncesiyle ise,
pratiği de teorisiyledir, ya da öyle olmalıdır. Zaten Yunanca
bir sözcük olan teori, hayranlıkla temaşa etmek değil midir?
Hayranlıkla temaşa etmek, elbet hayret verici eylemler
doğurur. Yoksa bakmakla görmenin farkı gibi, teori de
pratikten uzaklaşır. Felsefeyi, salt spekülasyonlardan ibaret
gösteren yine insanın kendisidir. Ancak bütün bu haller bile,
bilgelik sevgisinden mahrum olmayı ve bırakılmayı asla
gerektirmemelidir. Bilmenin azıcık da olsa tadına varanlar,
bunu gayet iyi bilirler ve bundan asla vazgeç(e)mezler.
Neden Felsefe
Tarihi Okunmalı ?
Felsefe tarihini okumak, insanın kendini okuması,
belki de kendine yer bulma uğraşısıdır. Yoksa kendinden uzak
bir dünyanın varlıklarını tanımak ya da tanımaya çalışmak
anlamsızdır. Farklı coğrafyalardaki insanlarının sorduğu
sorular ve aradığı cevaplar, bizden asla bigâne değildir.
Dertleriyle dertlenmek yada dertlerimize ortak bulmak
açısından felsefe tarihi okumak anlamlıdır. Ne varki, felsefe
tarihi okumak felsefe yapmak anlamına gelmez. Bu yüzden
felsefe okuyan çok. Ama felsefe yapan azdır. Felsefe yapmak,
geçmişteki insanların sorulara verdiği cevapları yorumlamak
değil, o soruları soru edinmek ve kendince bir cevap
aramaktır. Felsefe tarihini okumak, kendimizi okumak; felsefe
yapmak, kendimizi tanımaktır, demiştik. Kendimize bakmadan
felsefe tarihini okumak, kişiye kendini değil, başkalarını
tanımaya, o da öylesine tanımaya imkan verir. Halbuki
başkalarını tanımak, kendini tanımak değildir. Çünkü
başkalarını okumak, başkalarını tanımayı da öyle zannedildiği
gibi sağlamaz, hele kendisini tanımayı hiç değil. Buna karşın,
kendimizi tanıma gayreti, başkalarını tanımayı sağlar. Hatta o
başkaları dediğimizin gerçekte bizden ya da bizler olduğumuzu
anlamamıza vesile olur. Böylelikle bütüncül bir bakış açısını
yakalamış oluruz. Aksi takdirde felsefe tarihini okumak,
retorik bir düzlemden öteye gitmeyecektir. Tabi ki Felsefe
Tarihi'ni okumadan da, felsefe yapıla bilinir. Bu okumalar,
felsefe yapmak isteyen kişilerin yalnız olmadığı noktasında
bir heyecan verirken, bu kişilerin zihnindeki muammaların ve
kafasındaki soruların cevaplarını bulmada yardımcı olur. Bir
ortaklık ve bir paylaşımdır felsefe tarihi okumaları. Her
bilenin üstünde bir bilen vardır ve her bilgi, bilinmeyene
açılan yeni bir kapıdır. Tarihteki bir filozofun getirdiği bir
önerme, bir örnekleme, bir soru ya da kavram, bizlerde yepyeni
ufuklar açabilir. O'nun sorusu, bizde cevap olarak
yankılanabilir. Tarihteki bir önerme bizde bir öğreti olarak
karşılık bulabilir. Bir kelime, bir paradigmaya dönüşebilir.
"Hiç kimse tek başına bir ada değildir". Kişinin tarihten,
aileden, sosyal çevreden ve tabiattan devşirdiği onca şeyler
vardır. İsmini bilelim, bilmeyelim, bizdeki bir yaklaşım,
köklerini tarihin derinliklerinde var etmiştir. Bu, kimilerin
de zannettiği gibi, "gök kubbe altında söylenecek bir şeyin
kalmadığına yorulmamalıdır. Çünkü esas olan devinimdir,
oluştur. Bitmiş olan bir şey yoktur. Benzeşmek, aynilik
değildir. Hayat ve insanlar var oldukça daha söylenecek çok
şey vardır kuşkusuz. Çünkü "Yaratılış devamlıdır", "tecellide
tekrar yoktur" ve insan her dem kendini yaşamaktadır, üstelik
yeniden. İnsandan insana olduğu gibi, bir insanın bir ömrü
hatta bir günü içerisindeki tasavvurlar dahi farklıdır. Ve bu
farklılık, zannedilenin aksine olumludur. Benzerlik, aynı
hamurdan olan insanların aynı konuya duydukları
ilgidendir. Bizi kendimiz yapan farklılıklarımızda ve
bunlar ayrıntılarda gizlidir. Bunu ancak, bakmayı bilenler
görebilirler. Hiç benzeşme olmasa, zerre kadar uyuşma
bulunmazdı. Hiç farklılık olmasa, varlık ve oluşta anlam
kalmazdı. Varlığın oluş halinde bulunması, varoluşun sürekli
olmasını ve varolanların bir iletişim, bundan müstenit bir
etkileşim içinde bulunmalarını gerektirmektedir.
Aynı şekilde
düşünceyi salt kendindeki gibi sınırlamak ve düşünme biçimini
sadece kendi şekliyle görmek, varlığı ve oluşu, kendinden
başkasına hasretmemektir. Unutulmamalıdır ki, nasıl sayısız
insanlar varsa, o denli dünya görüşleri ve düşünme biçimleri
vardır.
Felsefe
Tarihi ile ilgili eserler, dilimizde çok da yaygın değildir,
var olanlar da en çok 19. yüzyıl felsefesini kapsar. 20.
yüzyıl felsefesini günümüze kadar içeren kuşatıcı bir felsefe
tarihi şu ana kadar ya yoktur ya da yetersizdir. Felsefî
eserlerin nispeten çokluğuna karşın, felsefî düşünce serüveni,
kişiler ya da akımlar baz alınarak pek yapılmamaktadır. Mevcut
Felsefe Tarihi eserleri, ya dönemliktir. İlk Çağ Felsefesi
gibi ya belirli bir coğrafyayı ele almaktadır. Hint Felsefesi
gibi ya da bir düşünce atmosferi etrafında belirmektedir.
İslam Felsefesi gibi. Kimileri Felsefe Tarihi denince, sadece
Antik Yunan'dan başlayan Batı düşüncesini düşünmektedir. Hint,
İran ve Çin düşüncesi belki de daha da önceden Sümer
mitolojisi ile birlikte Orta Çağ Felsefesi içerisinde İslam
Felsefesi yok gibidir. Sanki bu düşünceler, ortak konulara
değinmemiştir ve sanki bu düşünürler birbirlerini hiç
tanımamışlardır. Bu ideolojik gibi görünen tarihi okuma
biçimleri, her birinin kendi izinde özgün oldukları,
başkasından etkilenmedikleri ancak başkalarını mutlaka
etkiledikleri anlayışından kaynaklanmaktadır. Halbuki yukarıda
da değindiğimiz gibi, Valery'nin ifadesiyle "soylu akrabalık"
bu tür etkileşimlerden doğar. Bundan korkanlar, bu soylu
akrabalığa kendini layık görmeyenlerdir.
Kimilerince de Felsefe Tarihi, sadece coğrafi alanda değil,
ilgi noktasında da daraltılmış bir alan çağrıştırmaktadır.
Felsefe Tarihi içinde bir din, bir sosyoloji, bir ekonomi,
sanat ya da bilim bulunmaması bu yüzdendir. Sanılır ki,
felsefeciden bilim adamı olmaz ya da bir dindar aynı zamanda
bir filozof olamaz. Modernizmin parçalayıcı ve indirgeyici
anlayışından doğan bu yaklaşım, insanları ve buna bağlı olarak
farklı ilgi ve disiplinleri kategorize ederek aralarındaki
ilişkileri kopartır. Halbuki Felsefe Tarihi, teknik olarak
aynı zamanda bir din, bilim ve sanat tarihidir. Çünkü bu dört
eğilim, insanın kendisini tanımasına ve hayatına yön vermesine
etken olan en önemli girişimlerdir.
Misyonumuz... Felsefeye
olan yanlış ve yanlı bakış açıları, felsefe tarihini de
problemli bir alan hale
getirmiştir. Biz, bütün
bu problemleri kısmen de olsa çözen; ama tamamıyla gören bir
çalışma yaptık. Az sayıda olan Felsefe Tarihi eserlerinin
yanında sayısal anlamda artı bir fazlalık olmaktan çok,
eserin, yöntemi ve içeriği açısından önemli bir rol oynayacağı
kanaatindeyiz. Felsefe Tarihini Antik Yunan'dan başlatmamıza
karşın, Hint, Çin ve İran düşüncelerine, düşünürlerine ve
eserlerine yer verirken; İslam Felsefesinin etkisinden ve bu
felsefenin önemli isimlerinden de bahsettik. Ayrıca Felsefe
Tarihini, halen yaşayan filozoflara değin sürdürmüştür. Belki
de liste başı yapılabilecek diğer bir husus da, Felsefe
Tarihini incelerken sosyolog, ekonomist ve bilim adamlarından
önemli isim, eser ve doktrinleri de ele almış olmasıdır.
Önemli filozoflardan kimilerine hiç değinmemesi Bergson gibi
ve sanatçılardan kimseye felsefî anlamda yer vermemesi bir
eksiklik olarak görülebilir. Ancak önemli bir boşluğu
dolduracağı ve bu tür eserlerin yayınlanmasına bir ivme
katacağı kuşkusuzdur.
|